Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Yine de Barış Diyoruz!

Şükran Demir Şükran Demir
25 Mayıs 2025
Söyleşi
0
Yine de Barış Diyoruz!
0
SHARES
32
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, ardından 12 Mayıs’ta PKK’nin 12. Kongresi’nde aldığı fesih kararı, toplumun her kesiminde büyük yankı uyandırdı. Barış Anneleri, yıllardır 52 yıllık savaşın sona ermesi için mücadele veriyor.

“Barış olsun, başka anneler ağlamasın” diyerek kaybettikleri için mücadele etmeye karar verdiğini belirten Barış Annesi Rewşen Döner, 1995’ten itibaren Barış Anneleri hareketinde yer aldığını söyledi. Biz de barış için yaptıkları girişimleri, devletle olan diyaloglarını ve son gelişmeleri kendisiyle konuştuk.

İstanbul’a ne zaman ve neden geldiniz? Bize bu süreci anlatabilir misiniz?

Ben 4-5 yaşlarındayken köy camisinde imamlık yapan bir amcam vardı. O zamanlar sağ-sol meselesi vardı. Ailem de o zaman Kürtlüğünün farkındaydı; kendi dili ve kültürüne bağlıydı ve bunun için mücadele ediyorlardı. İmam olan amcam çok bilgili bir insandı. Darbe olduğunda onu tutuklayıp 1 yıl 1 ay Elazığ Cezaevi’nde tuttular. Orada her türlü işkence ve vahşete maruz kaldı. Diyebilirim ki 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte devlet bizi hedef haline getirdi.

Amcam bırakıldıktan sonra da 1990’a kadar devlet bizi hedef göstermeye devam etti. Her ay, her hafta köyümüze ve doğrudan evimize baskın yapılıyordu. Küçük çocuklardan 80 yaşındaki dedeme kadar hepimizi köy meydanına toplayıp gözaltına alıyorlardı. 28 Eylül 1990 Cuma günü, cemaat camide toplanıp namaz kılacağı sırada köye baskın yaptılar. Milleti camiden çıkarıp camiyi çembere aldılar ve imam olan amcamı öldürdüler.

Amcamı öldürdüklerinden dört yıl sonra, 1994 yılının Mart ayında, diğer amcamı JİTEM evden alıp götürdü ve köyün aşağısında katletti. Suyun içine atıp üstüne taş ve dikenli otlar atmışlardı. Biz amcamın yanına varmadan evimizi yaktılar. Bizim evimizle birlikte halamızın ve amca çocuklarımızın evlerini de ateşe verip yaktılar. Beş ay sonra da köyün tamamını yaktılar.

Köy yakılınca İstanbul’a gelmek zorunda kaldık. Geldiğimizde çok kötü durumdaydık. Ciğerimiz yanmıştı. O vahşetin içinde cenazeleri gömmeye çalışmıştık. Evimizi, barkımızı geride bırakıp yanımıza yiyecek bile almadan köyden çıkarıldık. Zaten her şeyi de yakmışlardı.

Amcamı katletmişlerdi. Diğer yandan bir erkek kardeşim de gördüğü işkencelere ve baskılara dayanamayacağını söyleyerek, 12 yaşındayken PKK’ye katıldı. Çok akıllı ve cesur bir çocuktu. Böyle bir süreçte her şeyimizi geride bırakıp yalnızca canımızı kurtararak İstanbul’a geldik ve bir ev kiraladık.

Evi bize kiraya verenler, 4 ay sonra yaşadıklarımızı öğrenmişler ve bizi “terörist” ilan ederek evden çıkardılar. Bütün bu acının üstüne bir de İstanbul’da daha ağırını yaşadık ve bugüne kadar da yaşamaya devam ediyoruz. İstanbul’a geldiğimde 19 yaşındaydım. Maddi ve manevi açıdan çok zorlandım.

Barış Annesi olmanıza, alanlarda barış için mücadele etmenize giden yoldan biraz bahseder misiniz?

İstanbul’a ilk geldiğimizde eş, dost, akraba, halkımız başsağlığına ve geçmiş olsuna geldiler. Bize sahip çıktılar. İçim içime sığmıyordu. İki şehidimiz vardı. Kardeşlerimle birlikte dört akrabam PKK’ye katılmıştı. Yüreğim yangın yeriydi ve bir şeyler arıyordum. Haklarımız için mücadele eden HADEP’li bir arkadaşla tanıştım.

Bir süre sonra kendini unutuyorsun; tamamen “kaybettiklerim için ne yapabilirim” diye düşünüyorsun. İHD’ye gittim, TUAYDER’e gittim. Sonra annelerle tanıştım. Bana dediler ki: “Duyduk ki senin de yüreğin yanmış. Daha gençsin, anne olmamışsın ama aramızda olmanı istiyoruz.” Ondan sonra onlara dahil oldum.

Biz yine diyoruz ki: Kan kanla temizlenemez. Barış olsun. 100 yıl da sürse iki aile, iki aşiret, iki köy kavga etse de sonunda barışla bunu aşabilirler. Annelerle söz verdik. Dedim ki: “Biz Barış Anneleri ağladık ama başka anneler ağlamasın. Başka kardeşler, halklar, Kürtler ağlamasın diye sizinle bu mücadeleyi vereceğim.” 1995’ten 1999’a kadar resmi bir kurum olmadan bir aradaydık. 1999’da kurum olarak resmileştik.

Siz Barış Anneleri olarak barış için neler yaptınız, nasıl girişimlerde bulundunuz?

Recep Tayyip Erdoğan başbakanken onlarca kez randevu alıp yanına gittik. Her şeyin onun elinde olduğunu ve isterse buna bir çözüm bulabileceğini söyledik. Cumhurbaşkanıyken de bir kez randevu istedik. Oraya gittiğimizde bizi gözaltına aldılar.

Onlarca kez il ve ilçe teşkilatlarına randevu almak için gittik. Her yerden anneler vardı: Şırnak, Hakkâri, Amed, Mardin, İstanbul, İzmir… Ben ve Amed’den gelen bir Barış Annesi sözcü olarak gittik. Polis bizi çembere aldı ve gitmemize izin vermedi.

Adıyaman milletvekiliyle görüştük. Bize böyle bir şeyin mümkün olmadığını söyledi. Biz de AKP Genel Merkezi’nin önüne gittik. Yaklaşık 450 anneydik. Laçiklerimizi (tülbent) çıkarıp oraya bıraktık ve o Kürt milletvekiline dedik ki: “Madem Kürt’sün, bunun anlamını biliyorsundur. İki taraf savaşırken anneler beyaz laçiklerini yere atınca o kavga biterdi.” 450 anne laçiklerimizi toplayıp yaktık ve “İki tarafın da çocukları öldü, artık hiçbir anne ağlamasın” dedik.

Kürtler ne istiyor? Ne olursa iyi bir barış olur?

Kürtler bölünmek istemiyor. Kürtler sadece kendileri için değil, herkes için iyi bir yaşam istiyor. Öncelikle dilimizin tanınmasını ve anadilde eğitim hakkını istiyoruz. Kendi kültürümüzü yaşamak istiyoruz.

Devletin batıda fabrikalar, yollar, ekonomiye dair yatırımlar yaptığını görüyoruz. Ancak Kürdistan’da taş üstüne taş konmamış. Biz de kendi topraklarımızda kendi ekonomimizi yaratmak istiyoruz.

Türkiye ve dünyadaki diğer halklar gibi kendi topraklarımızda özgürce yaşamak istiyoruz. 50-60 milyon Kürt’üz. Devlet değil, demokrasi istiyoruz. Abdullah Öcalan başta olmak üzere siyasi tutsaklar bırakılmalı, özellikle yaklaşık 2000 hasta tutsak acilen özgürlüğüne kavuşmalı.

Kürt halkı evinde, toprağında özgürce yaşamak istiyor. Allah katında da bunlar haktır.

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısından sonra PKK fesih kongresi gerçekleştirdi. Bu gelişmenin ardından devletten beklentileriniz nelerdir?

Abdullah Öcalan’dan gelen çağrı üzerine PKK kendini feshetti. Kürtler bu süreçte kendi payına düşeni yaptı. Artık devlet adım atmalıdır. Samimi olmalıdır.

1993’ten beri ara ara başlayan barış girişimleri boşa çıkarıldı. 2013-2015 “çözüm süreci”ni kendileri bozdu. Bu sefer öyle olmamalı. Kürtler bunca sürgün, faili meçhul, köy yakma, işkenceye rağmen diz çökmedi.

Bu süreçte bir hasta tutsak bile bırakılmadı. Hasta tutsakların şartsız serbest bırakılması gerekir. Kürtlerin dil, kültür hakları tanınırsa, bir daha ölüm ve işkence olmayacaksa, işte o zaman gerçekten bir barış süreci var diyebiliriz. Bu kez umutluyuz.

2013-2015 çözüm süreci ile bugünkü süreç arasında bir fark görüyor musunuz?

2013-2015 “çözüm süreci”nde Abdullah Öcalan ile AKP arasında görüşmeler oldu. O süreçte Kürt ve Türk annelerinin gözyaşları dindi, cenazeler gelmedi. Fakat Erdoğan masayı devirdi, süreci buzdolabına kaldırdı.

Sonra Kürt halkına diz çöktürmek için uğraştılar. Bodrumlarda yakıldık, cenazelerimiz sokaklarda kaldı. Şehirlerimiz yıkıldı. Ama biz Şêx Seîd’in, Seyit Rıza’nın torunlarıyız. Onlar diz çökmedi, biz de çökmeyiz.

Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelip tokalaşması, çözümün adresi olarak Meclis’i işaret etmesi, “Abdullah Öcalan Meclis’e gelsin” demesi önemli. Bu sadece Bahçeli’nin değil, devlet aklının devreye girdiğini gösterir.

Sırrı Süreyya Önder ve heyetin Öcalan’ı ziyaret edip sonra diğer partileri ziyaret etmesi, bu sürecin farkını ortaya koyuyor. İki parti güçlü olabilir ama bu sadece onların elinde değil. Diğer tüm partilerin sürece dahil olması önemli bir gelişme.

Son olarak buradan barış için ne söylemek istersiniz?

Mücadele daha yeni başlıyor. Herkesin bu topraklarda kendi hakkıyla, onuruyla yaşaması için bu mücadele verilmeli. Moralimizi yüksek tutmalı, gücümüzün farkında olmalı ve barış demekten geri durmamalıyız.

Kürtler kendi gücüne inanmalı. Bu savaşın tam karşısında durmalı ve barışı yaratmalı. Kürtlerin kendi içinde birlik olması çok önemli.

Unutamadığım şeyler var: İki cenaze, biri amcam, biri amcamın oğlu. Özellikle suyun içinden amcamın bedenini çıkardığımız anı hiç unutamıyorum. Ama yine de barış diyoruz.

Kürt halkı haklarına sahip çıkmalı. Devlet de bu fırsatı değerlendirmeli. Savaşın hepimize zararı var, barışın ise hepimize faydası. Özgür, onurlu bir yaşam ve demokratik bir cumhuriyet için mücadele edeceğiz.

Etiketler: AşitîBarışBarış AnneleriKadın DayanışmasıKöy boşaltmalarıKürt kadın mücadelesiKürt kadınlarMücadeleRewşen DönerSayı 117Sürgün
Önceki İçerik

Uyuşturucuya Karşı Özgürlük Alanlarımızı Genişletmek İçin: Şiyar Be!

Sonraki İçerik

Topraktan Hafızaya, Tutsaklıktan Anneliğe: Kürdistan’da Kadınların Barışta Israrı

Sonraki İçerik
Topraktan Hafızaya, Tutsaklıktan Anneliğe: Kürdistan’da Kadınların Barışta Israrı

Topraktan Hafızaya, Tutsaklıktan Anneliğe: Kürdistan’da Kadınların Barışta Israrı

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.