'Hayatta kalmanın üstüne nasıl yaşamalıyız sorusunun cevaplarını eklediğimizde özsavunma sadece hayatta kalma meselesi değildir kısmı da açıklığa kavuşuyor'
Türkiye'de birçok kadın erkeklerin şiddetine, katletme girişimlerine karşı hayatta kalmak için özsavunma hakkını kullanıyor. Bu hakkını kullandığında da tıpkı Melek İpek, Hülya Halaçkaya, Nevin Yıldırım’da olduğu gibi ağır hapis cezaları alıyor. Herhangi bir insanın, kadın ya da erkeğin ölmemek için öldürmek zorunda kalması yasalarda ise “meşru müdafaa” olarak tanımlanıyor. Buna rağmen kadınlar kullandığında bu hak anında devre dışı bırakılıyor. Çünkü kadınlar geleneksel olarak erkeklerin korumakla yükümlü olduğu kırılgan mülkleri olarak görülüyor. Eğer kendilerini katleden patriyarkal sistem içinde kurban olarak kalmak yerine yaşamlarını savunmuşlarsa sistemi ters yüz etmişlerdir.
İşte bu sistemi ters yüz ediş, kadınların ölmemek için öldürmek zorunda kaldığı anlarla, hukuki terimle söylersek "meşru müdafaa" anları ile ilgili değildir yalnızca. Özellikle Kürt kadın hareketinin ele aldığı daha geniş bir tanımla; fiziksel savunmanın ötesinde kadınların ve toplumun korunması için oluşturulacak sosyal ve siyasal mekanizmaların inşası ile yani özsavunma ile ilgilidir daha çok.
Peki tam olarak nedir özsavunma ile meşru müdafaa arasındaki fark? Rojava ve Şengal örneklerinden yola çıkarak Kürt kadın hareketi özsavunmayı nasıl ele alıyor? Aklımızdaki soruları hem bir avukat olan hem de Jineolojî Dergisi Yayın Kurulu üyesi Ruşen Seydaoğlu'na sorduk…
*Özsavunma yasal olarak neyi ifade ediyor?
Türkiye hukuk sistemi içerisinde zaten yasal olarak tanımlanmış bir kavram değil özsavunma. Ceza hukuku kapsamında meşru müdafaa kavramı ile ilinti kurmaya çalışıyoruz. Bu kavramın da kimi sınırları var. Hayatta kalmak için başka bir yolun olmaması gerekiyor, savunma eylemi saldırı ile orantılı olmalı, saldırı haksız olmalı ve savunma o an gerçekleşmeli deniyor. Tüm bunların gerçekleştiğine dair yargıyı ikna edebilirseniz savunmanız meşru görülüyor. Bizler uzun bir süredir hayatta kalmaya çalışan kadınların, hayatta kalabilmek için öldürmek zorunda kalan kadınların gerçekleştirdikleri eylemleri sebebiyle yargılandıkları davalarda yaşadıkları sistematik ve anlık şiddet biçimlerini vurgulayarak meşru müdafaa üzerinden savunma yapmaya çalışıyoruz.
Meşru müdafaayı daha çok feminist avukatlar, kadınları savunan avukatlar bu eksenli kullanmaya, değerlendirmeye başladı. Yani aslında meşru müdafaa kavramını politikleştirenler de kadın özgürlükçü çizgi ile hukuka yaklaşan hukukçular oldu. Meşru müdafaa kavramı kadınlar böyle anlarda kendilerini savunsun diye oluşturulmuş bir yasal düzenleme değildi zaten. Bu şekilde ele alınması kadın kazanımlarının bir parçası.
Tabi meşru müdafa düzenlemesi kadınların tüm eylemlerini açıklamaya yetmiyor. Kadının hayatının en başından beri içine doğduğu dünyanın ne kadar toplumsal cinsiyetçi olduğuna kör bakan bir yargı var ve ihtiyacı karşılayan bir hukuki düzenleme değil meşru müdafaa.
*Bu durumda hukuk meşru müdafaa anlarında bir bütünen toplumsal cinsiyet rollerinin kadını içine aldığı şiddet sarmalı ile ilgilenmiyor yalnızca fiilin gerçekleştiği an ile ilgileniyor?
Hukuku uygulayanlar açısından kadının içinden geçtiği, büyüdüğü ve yetiştiği toplum, kadını bu noktaya getiren, kölelik sarmalı içerisinde tutan sistemi garanti altına alınca haliyle kadının hayatta kalmasının bir anlamı olmuyor. Zaten kadını, ötekileri, doğayı bir bütünen denetim altında tutmak üzerinden dizayn ediyorlar hukuk sistemlerini. Orada kadın ona yüklenen toplumsal cinsiyet normlarını yerine getirmediğinde o hukuk aklı, erkek akıl kadını zaten cezalandırılması gereken bir şey olarak görüyor.
*Meşru müdafaanın hukuki sınırlarını 'hayatta kalmak için başka bir yolun olmaması' olarak ifade ettin, zaten kadınlar da başka bir çaresi olmadığı için öldürmek zorunda kalmıyor mu?
Elbette, karşılaştığımız örneklerin tamamında bu var. Kadın ya babası ya eşi tarafından satılmaya çalışılıyor ya da öldüresiye dövülüyor, evlere kapatılıyor, zincirlere vuruluyor. Kadın da işte o an kurtulmaya çalışıyor, o an içerisinde kendini savunurken öldürmek zorunda kalıyor. Meşru müdafaayı da daha çok bu tip davalarda gündeme getiriyoruz.
*O 'an'lara en somut örneklerden biri Melek İpek. Basına yansıyan fotoğraflardan da gördük nasıl bir şiddete maruz kaldığını ve nasıl bir durumda öldürmek zorunda kaldığını. Fakat hukukta tanımlı olsa dahi meşru müdafaa hakkı söz konusu kadınlar olduğunda neden devre dışı bırakılıyor ve kadınlara ağır cezalar veriliyor?
Çünkü hukuk dediğimiz alan erkeğin ve erkekliğin korunmasını öngören bir alan haline getirildi. Toplumsal değerler yerine ayrıntılandırılmış binlerce yasa çıkarıldı ve böylelikle toplumun tüm hücrelerinin denetim altında tutulması istendi. Bu sistem içinde en çok da kadın denetlenmesi gereken olarak görülüyor. Çünkü sistem kendini kadını çok yönlü sömürerek sürdürebiliyor. Kadının itiraz ettiği her an patriyarkanın, o kutsal devletlerinin yıkılma riski artıyor. Yargı da bunu engellemek için çalışıyor. Birinin kızı, eşi, ablası, işçisi olmaktan ibaret gördükleri kadınlar bu rolleri reddedip kendi yaşamlarını, özgürlüklerini savunduklarında “suç” işlemiş sayılıyorlar. Erkeklerin sistematik saldırılarına maruz kalırken bile aslında suçlu görüldüklerini mahkemelerin kadınların eylemlerini ısrarla meşru müdafaa temelinde değerlendirilmemesinde görüyoruz.
*Peki özsavunma ile meşru müdafaa arasındaki fark nedir?
Meşru müdafaa yasal bir kavram, sorunlara tikel bakan, sonuçlar üzerinden ele alan, eylemin kişiler, bu kişilerin cinsiyeti ve toplum açısından tarihsel arka planın pek de önemsenmediği dar-hukuki bir değerlendirme. Özsavunma ise varoluşun söz ve eylem bütünlüğünü korumanın yolu aslında. Kadının tarihsel olarak değerlendirildiği, bugün yaşanılanların erkek egemen sistemin bir krizi olduğunun görüldüğü, kadınlara yaşatılan kırılmaların hem bireysel olarak kadınları hem de o kadınların yaşadıkları toplumları nasıl da etkilediğini ve bunu çözmek gerektiğini söyleyen devasa bir kavram.
*Özsavunma denilince aklımıza daha çok kadınların fiziki olarak kendilerini savunmak zorunda kaldığı anlar gelir fakat özellikle Kürt kadın hareketi bu kavramı daha geniş bir çerçevede kullanıyor. Bu çerçeveyi biraz açar mısın?
Şuraya hakkını vermek lazım bence, bizim hayatta kalmak dediğimiz şey aslında özgürleşebilmemiz için, politikleşebilmemiz için, örgütlenebilmemiz için temel nokta. Evet önce hayatta kalmak zorundayız. Ama bundan ibaret olmamalı. Hayatta kalmakla beraber hayatı nasıl sürdüreceğimizi de kapsıyor; kadın onuruna yaraşır bir şekilde yaşamaya devam etmek gibi. Yani biz nefes alıp vermenin üstüne politik olarak bazı değerler ekliyoruz. Kadının örgütlenmesi, siyasette, sosyal hayatta görünür olması, ekonomik bağımsızlığını kazanması ve aynı zamanda kadın ekonomisi dediğimiz şeyin, o üretimin de bir parçası olması. Hayatta kalmanın üstüne nasıl yaşamalıyız sorusunun cevaplarını eklediğimizde özsavunma sadece hayatta kalma meselesi değildir kısmı da açıklığa kavuşuyor.
Özsavunma kavramını da aslında hem hayatta kalmak hem de bahsettiğim politikleşmek, değerlerle beraber yaşamak kısmında devreye sokuyoruz. Özgürlük, ahlak, eşitlik yani insana dair, doğaya dair, topluma dair bütün değerlerle birlikte yaşayabilmeyi de savunmak demek. Yani bir boyutlu değil, sadece şiddetten, kaba fiziksel şiddetten kendini korumak değil.
*Bu durumda fiziksel savunmanın ötesinde kadınları koruyacak ve eşitliği esas alan sosyal ve siyasal mekanizmaların da oluşturulması diyebilir miyiz?
Tabi ki, az evvel bahsettiğim toplumsal ahlak, politikleşme, örgütlenme ve aslında insan oluştan, toplumsal varlıklar oluşumuzdan gelen bütün haklarla beraber, bunların garanti altında olması için mekanizmaların kurulması Kürt kadın hareketi açısından özsavunmaya işaret ediyor.
Özsavunmanın içi bu şekilde dolduruluyor. Ama bu fiziksel olarak kendini savunmaktan elbette bağımsız değil. Kadınların kendini fiziksel olarak savunduklarında da toplum tarafından korunacakları mekanizmalara, o zihniyete ihtiyaç var. Bu mekanizmaların kurulmasının, toplumda bu zihniyetin oluşturulması kadının bu toplumda var olduğu, görünür olması gerektiğine dair politik çalışmaların yapılmasına yani başlı başına bir özsavunma olarak örgütlenmeye ihtiyaç var.
*O vakit burada Rojava ve Şengal örnekleri göze çarpıyor, Kürt kadınlar bu bölgelerde kendilerini fiziki olarak savunacak bir mekanizma kurmanın ötesinde yeni bir sitem inşa etme o sosyal, siyasal mekanizmaları oluşturma yoluna da gittiler…
Benzer şeyler yaşıyoruz Ortadoğu'daki bütün kadınlar. Bugün Türkiye'de olsun, Kürdistan'da olsun ya da Ortadoğu'nun başka ülkelerinde olsun, Afganistan, Fas fark etmez kadınlar, kadın değerleri erkek egemen sistem tarafından yok edilmeye çalışılıyor. Bu sadece anlık olarak, kısa vadeli olarak kadınların hayatta kalması ile çözülebilir değil, bu aslında kadın özgürlüğünün, özgünlüğünün, eşitliğinin toplum tarafından garanti altına alınacağı bir sistemi zorunlu kılıyor.
Biz Rojava örneğinde ya da Şengal'deki direnişte aslında bir varlığı sürdürme mücadelesi görüyoruz kadınlar açısından. Bu sanki militarizme dahil bir şeymiş gibi gösterilir ama aslında öyle değil. Kadınlar yalnızca silahlanmadı orada, ya da savunma olarak sadece silahı kullanmadılar. Akademiler kurdular, meclisler kurdular, çok dili yaşama dair politika ürettiler. Kadınların ev içinden sokaklara kadar nasıl yaşayacağını, hani koruma altında ama doğrudan kendi politikaları ile koruma altında olacaklarına dair bir sistem inşa ettiler. Yani bu kaba bir yerden ele alınabilecek bir savunma değildi. Sadece erkeklerle çatışmak o çatışma ve savaş ortamına girmek değildi. Savaşa dair bile bir ölçü kazandırdı kadınlar Ortadoğu'da. Zaten bu sebeple kadın özgürlükçü bakış açısını inşa edebildiler.
Kürt kadınlar demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma kapsamında tam da özsavunmayla inşa edilebilecek bir sistem öneriyor. Demokratik özerklik sistemine dair önermelerinin yanında demokratik dünya kadın konfederalizmine dair önermeleri; varlığına da örgütlenmesine de enternasyonal bir nitelik kazandırıyor. Alternatif olanı kurmak sadece “talep ederek” gerçekleşemeyecek kadar zorlu. Politika üretmeyi, eylemeyi, her bir eylemine karşı açığa çıkacak saldırıyı bertaraf etmeyi ve paralel bir şekilde kendi sistemini örmeyi gerektiriyor. İşte böyle bir sistem iddiası özsavunmanın ta kendisi oluyor.
Biz zihniyet olarak bir dönüşüm iddia ettiğimizde ve gerçekleştirdiğimizde o zaman işte kadınlar hayatta kalabilmiş, örgütlenebilmiş kendilerini savunabilmiş ve aslında o toplumun öznesi olarak hayata devam edebilmiş oluyorlar. Tüm bunlar özsavunmaya dahildir, bağımsız düşünemeyiz.
*Az önce özsavunmanın aynı zamanda örgütlenmek olduğunu vurguladın bunu biraz açar mısın?
Kürt kadın hareketi bulunduğu bütün parçalarda, diasporada aslında her yerde kendini ifade ederken, kadın dayanışması, kadın yoldaşlığı, kadın sevgisi üzerinden bir politika geliştirdi. Bunun alt metni romantik bir şekilde doldurulmadı. Bu sevgi dediğimiz şey kapitalizmin romantik kodlarıyla da ele alınmamalı. Benim hayatta kalabilmem başka bir kadının hayatta kalabilmesine bağlı. Benim politikleşmem, örgütlenmem ya da karar mekanizmalarında etkili bir şekilde var olmam o kadın bakış açısının, kadın dayanışmasının bulunduğum bütün toplumsal alanlara sirayet etmesine bağlı.
Biz hiçbir zaman mekanik yapılar oluşturmadık, örgütlenme yaparken, birbirimize dokunmak birbirimizi anlamak yani bütün kadınlık hallerinden oluşacak külli bir hâl, külli bir kadınlık ifade ettik. O yüzden bu mesela sadece biyolojik olarak kadın olmakla ilgili bir şey değil diyoruz. Zihniyetin inşası da aslında o dayanışma duygularıyla, o dayanışmayı besleyen kadın yoldaşlığıyla geliştirildi. Yani özsavunma kadınların kadınlarla kurduğu ilişkiyi de kapsıyor ve bütün bu düşünce sistematiğinin içerisinde alternatif bir yaşam çıkartmayı, kadın özgürlükçü bir yaşam çıkartmayı da kapsıyor.