Jin Ma’ya dair, grup üyelerinden Evindar Dülek, Sarya Ertaş ve Evin Tiryaki ile konuştuk
Jin Ma yola nasıl çıktı, genç kadınlardan oluşan bu grubun temel amacı, hedefi neydi? Grubun üyeleri arasındaki ortaklıklar nelerdi?
Aram Tigran akademisinden mezun olan kadınların bir araya gelmesiyle bu grup başladı. Üstelik zaman aşımına uğramış birçok kadın grubundan sonra jin Ma toplumun var olan müzik ihtiyacını da karşılamak için toplandı.
Asıl amacı asimilasyona karşı deforme olmuş Kürt müziğini daha fazla halka göstermek. Üstelik müzik sektöründe sadece erkekler iyi müzisyen olur algısını kırmak da gurubumuzun temel amaçlarından birisiydi.
Hepimizin ortak noktasına gelirsek, aynı müzik akademisinden mezun olmamız. Fakat daha da derine bakarsak var olan dili kültürü savunmak istememiz.
Bu da hepimizin ortak amacını simgeliyor.
Grubunuzun müziğinde, kadınların ve Kürt halkının tarihsel mücadelesiyle bir bağlantı kuruyor musunuz? Biz Kürt kadınların direnişinin müzikal yansıması olarak görüyoruz. Sizler direniş ve müzik ilişkisini hem grup pratiğinde hem de genel anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle güçlü bir bağı var. Zaten böylesi bir miras olmasaydı şu anda bu grup olmazdı. Bu grup aslında kadının tarihsel mücadele ve direnişinin sonucudur. Kürt kadın tarihinde mücadelesiyle çıkış yapmış birçok kadın sanatçı var, Ş. Mizgin, Ayşe Şan, Susıka Sımo, Meyrem Xan, Fatma İsa gibi. Kendimizi bu tarihte birer öncü yapmak için yetiştiriyoruz. Direnişi müzikal bir şekilde topluma anlatmaya çalışıyoruz, bildiğiniz gibi sanat insanlar arasında çok iyi bir iletişim aracıdır. Bizde bu aracı toplumun ve kadın mücadelesini aktarmak için kullanıyoruz. Bir kültür ve gelenektir. Onun yansımasıdır. Müzik ve direniş arasında çok temel yakınlık vardır. Malraux’un bir sözü var “sanat ölüme direnen tek şeydir” evet direnen şey sanattır, belki direnen tek şey değil, ama direnenlerden biridir. Burada sanat yerine müziği de koyabiliriz. Direnen şey müziktir. Bir direnme eylemidir aslında biz kadınlar için. Bundan binlerce yıl önce yapılan bir müzik veya sanat eseri dönemin otoritelerini zorluyordu. Aradan binlerce yıl geçmesine rağmen bu gününü iktidar ve otoritelerini zorluyor. Aslında bu şunun göstergesi o dönem yaratılan bir sanat eseri sadece o dönem için bir direnme eylemi değildi, bugün için de bir direnme eylemi teşkil ediyor. Ve bunun yaratıcısı kadın kültürüdür, tanrıça kültürüdür. Direnme eylemi sosyolojik bir olaydır. Fiziksel zamanın uzunluğu ve kısalığıyla ilgili değildir. Bugün bu tarihsel mücadelenin bir sonucu olarak bizlerin yapacağı müzikler sadece bugün için değil gelecek için de bir direniş ve direnme eylemini oluşturuyor. Bu anlamıyla müzik halkın özlemlerini yansıttığı oranda bir sanat eseri ve kültürel direniş olabilir ve ölüme direnebilir. Bir gelenek haline gelebilir. Nedir halkın özlemi? Özgürlük özlemidir. Bunu haykırabildiğiniz oranda direnebilirsiniz ve müziğiniz bu tarihsel mücadeleye layık olabilir, bu tarihsel mücadele de bir direnme eylemi olarak kendini süreklileştirebilir. Bilirsiniz süreklilikte kesinti ölümle eşdeğerdir. Bu anlamıyla gelenek haline gelen bu direniş kültürü sürekli bir akış halinde olup varlığını koruyabilir ve dönemin ruhuna cevap olabilir. Hakikate katılmak güzel bir şeydir, bununla yetinmeyip bir su damlası taneciği kadar da olsa katıldığın hakikate bir şeyler katmak kadar güzel bir duygu yoktur. Sonuç olarak hakikate katıldığın orandan daha fazla katmalısın.
Farklı dillerde müzik yapmak, farklı dillerdeki hikayeleri müzikle anlatmak grubunuz için ne anlam ifade ediyor? Bu, müziğinizde nasıl bir etki ve özgünlük yarattı?
Aslında üçüncü sorunun ikinci soruyla güçlü bir bağı var. Tarihsel mücadelenin nedeni olarak da değerlendirebiliriz. Direnme eyleminin kendisidir aslında. Bir deyiş vardır “bir ırmak ona bağlanan kollarla güçlenir”. Biz toplumsal varlık olan insanlar için de böyledir. Toplumsal varlık olan insan ilişki geliştirerek direnebilir. Yaşam ve ilişkiler direniş temelinde geliştiğinde anlamlı olabilir. Sonuçta hepimiz yaşamı oluşturan parçaların toplamıyız. Yaşam ve anlam dediğimiz olay aslında ilişkilerin, kültürlerin, renklerin, çeşitlilik ve farklılıkların toplamıdır. Ve bizler her şeyi bu alanda kazanıp kaybetmekteyiz. Bilirsiniz ilk kentler oluşmaya başladığında buralar ortak kültürlerin ve ortak aklın mekanıydı. Yaşam paylaşım ve dayanışmayla anlamlı oluyordu. Toplumsal aklın gücünün kudretliliğini birçok destan, hikaye ve efsaneden duymaktayız. 72 dilden bahsedilir. 72 kültür; çeşitlilik, etnik kimlik, renk ve farklılıkların mekanıydı. Çeşitlilik ve farklılık içinde birlik vardı. Bu kültürlerin bir aradalığı halklara müthiş kazandırıyordu. Bireysel anlamda da bu böyleydi. Birey böyle bir ortamda kendini oluşturuyor, ilerliyor, kendini gerçekleştiriyordu. Ahlaki ve politik varlık olan insan bu dönemde toplumsal aklın gücünü bilince çıkarıyordu. Yaratıcılık ve üretim böylesi bir buluşmada altın dönemini yaşıyordu. Fakat Orta Çağın başlangıcından bu yana bir özgürleşme yöntemi olan felsefenin ve arayışın daraltılması kültürel çoraklaşmaya ve ruhsal fakirliğe neden oldu. Daha başlangıcında “teklik” dayatıldı ve halkların ortak yaşamı tüketilme noktasına getirildi, halklar arasına çelişkiler örüldü. Bu halklar için ölüm demekti. Bir karabasan gibi halkların özerine çöken teklik anlayışı komünal ve halkların birliğine ket vurmayı amaç olarak önüne koydu. Tarihin gizli dehlizlerinde saklanan bu anlayış, Orta Çağ tekçi inanç sistemiyle kendini var edebildi. İşte bizim için anlamlı olan halkların birlikte ve ortak yaşamıdır, bir aradalığıdır. Aslında haykırışımızın nedeni buna duyulan özlemdir, duygudur, hasrettir. Bu anlamıyla bunu oluşturabileceğimizi düşünüyoruz. Hikayeler ve öykülerin tamamı aslında özgürlüğe duyulan özlemi dile getiriyor. Bu eserler toplumun yaşadığı hakikatleri dile getirince ölümsüzleşip dönemlerini aşabildiler. Bu da sanatçıyı sanatçı yapan temel özellik oluyor. Sonuç olarak bu tarihsel mücadele tarihte oynadığı rolü bugün de kadınlar öncülüğünde deyim yerindeyse kendisinde yeniden insanlığı oluşturuyor. Ufkumuza bütün insanlığın ortak umutlarını, haykırışlarını, özlemlerini aldığımızda icra ettiğimiz müzik anlamına kavuşuyor, büyüyor. Aslında grup olarak hitap ettiğimiz güç tüm insanlıktır. Dar anlamda bizler sadece bir ulusa hitap etmiyoruz. Müzik böylelikle daha anlamlı. Farklı dillerde müzik icra etmek özgünlüğü ifade ediyor. Bugün kendi repertuarımızı nasıl ve ne şekilde yorumlayacağımız bize kalmıştır. Üstelik kadınların hikayelerini kadınların (Jin Ma) sesinden aktarmak da bize hem güç hem de motivasyon sağlıyor. Nasıl ki farklı hikayeleri, sesleri dinleyip söylüyoruz, aynı zamanda farklı yetenekte kadınların da buna ilgi duymasını sağlıyoruz.
Müzik üretiminde genel olarak bir sıkışma olduğu, yeninin üretilmesinde zorlanmalar olduğu hissediliyor. Jin Ma’da da bu yaşanıyor mu, yaşanıyorsa nasıl çözüm arayışları oluyor, çözüm yöntemi ne oluyor?
Tabi ki herkes gibi biz de bu tür bir zorlanma yaşıyoruz, özellikle kapitalizmin durdurak bilmeden insanlara nüfuz etmesi üretimi zorlaştırıyor. Tüketim odaklı bir zamandan geçtiğimiz için aramızda istişareler sürüyor. Tabi ki her arkadaşın kendine has yetenekleri oluyor, bazı arkadaşlarımız söz yazımında iyi hikayeler bulabiliyor. İlerleyen zamanlarda grubumuza da bu yansımalar olacaktır.
Her sanatçı gibi tıkandığımız ve zorlandığımız noktalar oluyor. Özellikle kadın grubu olduğumuz için ilk başlarda feodal zihniyetler bizi çok yoruyordu. Bilindiği gibi kadın emeği sürekli toplumda sömürülüyor. Biz elimizden geldiğince bunu yıkmaya çalışıyoruz ve bizim en büyük avantajımız kalabalık bir gurup olmamız. Tıkandığımızda fikir alışverişinde bulunmak bize güç veriyor ve özellikle tıkandığımız noktalarda yüzümüzü daha çok Kürt kadın tarihinde üretim yapan sanatçılara dönüyoruz. Bu da kişiye muazzam bir güç katıyor. Asimilasyona uğramış kendi toplumumuzu özüne döndürmeye ve özellikle buna cevap olabilmeye çalışıyoruz.
Müzik ve sanat, toplumsal değişim için muazzam bir araç. Sizce sanatın gücü bu bağlamda nerelerde nasıl etkili olabiliyor? Siz tam da bu noktada nasıl konumlanıyorsunuz?
Müzik insanın ruhunun derinliklerine dokunabilen evrensel bir dil bize göre. Müzik bir toplumu değiştirip dönüştürebilen muazzam bir araç. Çünkü duygu ve düşüncelerimizi en kolay ve etkileyici ifade biçimlerinden biri olan müzik aynı zamanda kültürel değerlerimizin de bir yansımasıdır. Genel olarak baktığımız zaman özellikle gençlerin üzerinde çok boyutlu bir asimilasyon var. Dil, kültür tamamen yok edilmeye çalışılıyor ve bambaşka bir gençlik oluşturulmaya çalışılıyor. Bu grubun en büyük etkisi de genç kadınlardan oluşmasıdır. Bu da ister istemez toplumda bir sempati uyandırıyor. Bizim temel amaçlarımızdan biri olan bu grubun en büyük amacı var olan bu asimilasyona karşı cevap olabilmek ve Kürt kültünü topluma yansıtabilmektir.