"Doğa da kadınlar da patriyarkadan nasibini almaya devam ediyor. Bu da günümüzün çeşitli mücadele alanlarında doğayla kadınları bir araya getiriyor. Hem doğamızı hem yaşam hakkımızı savunurken aynı kötülüğe karşı mücadele ediyoruz"
Ekosistem son yıllarda ciddi boyutlara evrilen saldırılar altında. Bunun temel nedeni ise iktidar ve sermayenin işbirliği. Küresel krizi derinleştiren doğa talanı, Türkiye’de geliştirilen savaş politikalarıyla daha da büyüdü. Sermaye, karakteri gereği en kısa zamanda en az maliyetle en fazla kârı elde etme hedefini gerçekleştirirken, insan ve doğayı “kaynak” olarak ele alıyor.
Bu kâr hırsı, maden, mermer, taş ocaklarından yakılan ormanlara, kurutulan derelerden, kurulan HES ve JES’lere kadar doğada geri dönülmez tahribatlar yarattı. Üstelik kâr hırsı ile yapılan ekolojik talan coğrafya da dinlemiyor. Talan'ın hedefi bazen Batman’da Hasankeyf, bazen Çanakkale’de Kaz Dağları, bazen Rize'de İkizdere, bazen de Van’da Gürpınar oluyor.
Doğayı talan eden neoliberal politikalara karşı dünyanın her yerinde doğayı ve yaşamı savunan ekoloji hareketleri de gelişti. Doğayı savunmaya dönük gerçekleşen direnişlerin en önünde çoğunlukla kadınların yer alması hiç de tesadüf değil. Kadınlar, doğaya yapılan her müdahalenin kendi hayatlarına yapıldığını deneyimledi. Yaşam alanlarını korumak için verdikleri mücadeleye, gösterilen kararlılığa Kaz Dağları, Hasankeyf, İkizdere, Munzur, Gürpınar direnişleri başta olmak üzere onlarca örnek verilebilir.
Bu örneklerden biri de, Karadeniz’in incisi olarak tanınan Artvin’in doğa ve tarih kenti Arhavi’de yapılmak istenen HES’lere karşı dur demek için kurulan Atmaca Kadın Grubu. Grubun kuruluş hikayesini, verdikleri mücadele ve devam eden doğa talanını, Atmaca Kadın Grubu üyesi, ekoloji aktivisti Nazlı Demet Uyanık ile konuştuk.
*Atmaca Kadın Grubu nasıl bir araya geldi?
Arhavili Atmacalar, MNG Holding’in sahibi Mehmet Nazif Günal’ın, kendi memleketi Artvin Arhavi’de inşa etmek istediği KAVAK HES Projesi’yle beraber 2012’de bir araya geldi. Arhavi şehir merkezine 5 kilometre uzaklıktaki köylerin tam ortasına inşa edilmesi planlandığı için kamuoyunda ‘Çılgın HES’ olarak tanınan projeye karşı 2012-2016 yılları arasında mücadele ettik. Arhavi’yi tehdit eden diğer katliam projelerine karşı mücadelemiz sürüyor.
*Atmaca ismi nereden geliyor?
Atmacalar, Arhavi kültüründe önemli bir yer tutuyor. Tarihte atmacalar, Arhavi’nin vahşi doğasında var olma mücadelesi verirken, bölge insanına yoldaşlık etmiş. Her ne kadar atmacaların özgürlüğüne gölge düşürmesi sebebiyle eleştirsek de, günümüzde atmacacılık kimi Arhavililer tarafından bir Laz geleneği olarak sürdürülüyor. Bizler de bölgedeki talan projelerine karşı yürüttüğümüz mücadelemizi, atmaca figürüyle sembolleştirmek istedik. Hem Arhavililerin hem atmacaların hem de bölgede yaşayan nice canlının yaşam alanını korumaya çalışırken, atmacanın güzelliğinden, vahşiliğinden ve özgür ruhundan esinlendik. Atmacalar Grubu da işte bu şekilde doğmuş oldu.
*Doğanın talan edilmesi ve bir rant haline dönüştürülmesi tüm insanlık için büyük bir sorun ve bu sorun özellikle son yıllarda çok daha fazla baş göstermeye başladı. Fakat doğa savunuculuğunda genelde kadınların ön plana çıktığını görüyoruz, bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Tarih boyunca, hem doğa hem kadınlar türlü acımasızlıklara maruz kalmış. Ezen-ezilen ilişkisini göz önünde bulundurduğumuzda, doğanın ve kadınların aynı düzlemde, yani ezilen tarafta yer aldığını görüyoruz. Şimdi de çok farklı değil ne yazık ki. Doğa da kadınlar da patriyarkadan nasibini almaya devam ediyor. Bu da günümüzün çeşitli mücadele alanlarında doğayla kadınları bir araya getiriyor. Hem doğamızı hem kendi yaşam hakkımızı savunurken aynı kötülüğe karşı mücadele ediyoruz.
*Doğaya yapılan her müdahalenin daha çok kadınların yaşam alanlarına yapılan bir müdahale olduğu kadın örgütlerinin sıkça vurguladığı başlıklardan. Burada bir patriyarka ve kapitalizm işbirliğinden söz edilebilir mi?
Doğaya yapılan müdahaleler daha çok kadınların yaşam alanlarına müdahale etmiyor. Kadınıyla, erkeğiyle, atmacasıyla, yılanıyla, vadisiyle, deresiyle her şeye müdahale ediyor. Bunu yaparken, patriyarka kapitalizmden, kapitalizm patriyarkadan güç alıyor elbette. Zaten ikisi birbirini bütünleyen olgular.
*Karadeniz'de yapılan HES'ler, en son İkizdere'de yapılmak istenen taş ocağı, yine Munzur, Hasankeyf ve Kazdağları… Özellikle son yıllarda doğaya karşı büyük bir rant ve talan politikaları yürütülüyor. Bu talan politikalarına karşı ortak bir duruş sergilenebiliyor mu ya da neden ortak bir duruş sergilenmeli?
Büyük küçük her karşı duruş, her mücadele çok kıymetlidir. Talan ülkenin dört bir yanını sardığı için pek çok yerde direnişler filizleniyor. Gezi örneğinde gördüğümüz gibi en küçük bir kıvılcım bile bir anda büyüyüp pek çok insanı içine katabiliyor, dönüştürebiliyor. Ama bu karşı duruşların büyük bir bölümü ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlanıyor. Çünkü genele yayılamıyor, gerçek anlamda kolektif bir boyut kazanamıyor. Mesela Arhavi’de, ‘Kavak HES yapılsın, Kamilet Vadisi’ne dokunulmasın’ diyenler vardı. Arhavi bile vadiler arasında, dereler arasında bölünmüştü yani. Bazı Arhavililer, Kamilet Vadisi’ne dokunulmaması karşılığında Kavak HES projesinin yapılmasına razı oldu. Sonuçta MNG, Kavak HES’i inşa ettikten sonra, Kamilet Vadisi’nin de canına okudu. Aynı durum ülke genelindeki diğer mücadeleler için de geçerli. Sosyal medyada İkizdere’de taş ocağına karşı mücadele edenlere, ‘Oh olsun!’ diyenleri görüyoruz. Oysa karşımızdaki güç aynı anda İstanbul’un Kuzey Ormanları’nı da yok ediyor, Hasankeyf’i betonluyor, Salda Gölü’ne kıyıyor. Şimdi Kuzey Ormanları için, Hasankeyf için, Salda için mücadele edenlere, ‘Oh olsun!’ mu diyeceğiz? Doğa bizim algıladığımız gibi işlemiyor; doğada sınırlar yok, ırklar yok, siyasi partiler yok. Dere hepimizin deresi, vadi hepimizin vadisi, ormanlar hepimize oksijen sağlıyor. Doğa yalnızca orada yaşayanlara değil, ülkenin hatta dünyanın bütün insanlarına, canlılarına yaşam veriyor. Arhavi’deki HES projesinden, İkizdere’deki taş ocağından İstanbul’daki, Ankara’daki, Uganda’daki, New York’taki insanlar da canlılar da etkileniyor. Haliyle doğayı bir sömürü aracı olarak gören anlayışın kökünden değişmesi gerekiyor. Ancak ve ancak bu anlayışı yerle bir etmeyi başarırsak, yerine daha doğa ve yaşam odaklı bir anlayış yerleştirmeyi başarabilirsek, arzuladığımız ortak duruşu sergileyebiliriz.
*Kadınlar birçok konuda daha fazla yan yana gelebiliyor ve ortak bir duruş sergilenebiliyor. Bunu özellikle kadın cinayetleri ve kadın haklarının gasp edilmesi meselelerinde gördük. Doğa talanına karşı yan yana gelebilmek için neler yapılabilir veya böyle girişimleriniz oldu mu?
Ülke genelinde doğa talanına karşı mücadele edenleri bir araya getirmek adına pek çok değerli girişim oldu. Ne yazık ki tam anlamıyla meyve verdikleri söylenemez. Başa çıkılması gereken o kadar fazla katliam, buna karşı mücadele etmeye çalışan o kadar az insan var ki, her yere yetişmekte yetersiz kalıyoruz. Çoğu zaman kendi içimizde tartışıp durmanın ötesine geçemiyoruz. Ekoloji mücadelesi içinde olanlarla halkın geneli arasında ciddi bir kopukluk olduğu bir gerçek. Doğayı korumanın yolu, insanı dönüştürebilmekten geçiyorsa eğer, toplumun geneline bir şekilde dokunabilmenin yollarını aramaktan başka çaremiz yok. Sadece ‘HAYIR’ diyerek bir yere varılamıyor. Sorun odaklı hareket etmek, insanların da gözünü korkutuyor. Eylemlerimizi edilgenlikten kurtarıp kendi ‘EVET’lerimizi ortaya koyabilmek adına mücadele etmek de bir o kadar hayati. Ne kadar zor görünse de yapılabilecek çok şey var. İnsanların hayatlarına dokunarak, sorunlarını, ihtiyaçlarını anlamaya çalışarak, alternatif çözümler bulmak için çabalayarak, insanları sadece protestolarda değil daha yapıcı eylemlerde buluşturarak… Eminim pek çok insan çok daha yaratıcı çözümler düşünecektir. Belki de yine yerelden başlamak gerekiyor işe. Doğu Karadeniz’in, Ege’nin ya da Doğu’nun küçücük bir köyünde ya da mahallesinde başlayan bir dönüşüm hareketi bile tüm ülkeye örnek olabilir.
*Son olarak grubunuz hala faal mi ve ne türlü çalışmalar yürütüyorsunuz?
Pek çok yerde olduğu gibi Arhavi de çeşitli talan projelerinden nasibini alıyor. Yaklaşık 20 yıldır Kamilet ve Mençuna Şelalesi'ne ulaşan Çifteköprüler Vadisi taş ocaklarıyla paramparça ediliyor. Son dönemde artan beton ihtiyacı bu bölgedeki taş ocağı işletmelerinin büyüyüp bir kanser gibi yayılmasına neden oldu. Bir başka noktada, Kutunit/Kestanealan köyünde üç yıl önce yeni bir taş ocağı işletmesi açıldı. Durguna Vadisi’nde iki ayrı HES projesi birkaç yıl önce tamamlandı. Pilarget köyünde yapılması planlanan HES projesi, halkın tepki ve direnişi sonucu durduruldu. Ama talan bunlarla sınırlı değil. Arhavi'nin cennet doğasını tehdit eden sayısız proje var ve her geçen gün ne yazık ki yenileri ekleniyor. Kadın Atmacalar olarak Arhavi'nin çeşitli bölgelerindeki bu talan projelerine karşı hem hukuki hem sosyal boyutta mücadele etmeye devam ediyoruz. Sadece mücadele anlamında değil, kültürel ve sosyoekonomik alanlarda da halkın genelini içine alan, çok daha kolektif bir yapının kurulabilmesi adına çeşitli çalışmalar yürütüyoruz.