Plazo De Mayo Anneleri ile hafıza, hakikat ve adalet için verdikleri mücadeleleri üzerine konuştuk
Sizce devlet destekli zorla kaybetmelerin ele alınmasının önündeki en büyük engel nedir? Arjantin’de bu süreçte karşılaştığınız yapısal veya toplumsal zorluklardan bahsedebilir misiniz?
Zorla kaybetmelerden devletin sorumlu olması durumunda en büyük engel, kaçırılan kişinin hayatta mı yoksa ölü mü olduğunu, akıbetinin ne olduğunu bilmek için başvurulacak kimsenin olmamasıdır. Bu kalıcı bir belirsizliktir, bu yüzden bu durumu tüm toplum için sürekliliği olan bir suç olarak nitelendiriyoruz.
Arjantin’de, diktatörlük döneminde, zorla kaybetmeler nedeniyle gaiplik (yokluk) durumunda, kaybedilenlerin yakınlarının veraset, varlıkların yönetimi ve yasal konularla ilgili yasal ve idari prosedürleri yürütmesine izin veren “ölüm karinesi” mevzuatı kabul edildi. Bu durum, tazminat ya da “yas tutma” imkanı anlamına gelmiyordu, sadece militanlık tarafından sorgulanan yasal bir çözümdü.
Her halükarda, toplumsal olarak “kayıp” terimi toplumun bir gerçekliğine dönüştü ve topluma “bir şey yapmış olmalı” denilerek algı oluşturulmaya çalışıldı, çünkü diktatörlük bunun bir savaş olduğu ve savaşanların şiddet yanlısı olduğu yönünde bir söylemi hayata geçirmişti. Diktatörlüğün bu çabası, 1985 yılında ilk duruşmalar yapılana kadar devam etti ve aile üyelerinin ve hayatta kalanların ifadeleri yaşanan TERÖR ve KORKU’nun gün ışığına çıkmasını sağladı. Günümüzde ise aktüel olarak bu durum, teröristlerin yargılanmasıyla “tüm hikayenin” ortaya çıktığını iddia eden inkarcı hükümetler tarafından yeniden canlandırılmıştır.

Sizin için adalet mücadelesi sadece hukuki bir süreç mi yoksa aynı zamanda bir hafıza ve kimlik mücadelesi midir?
Adalet talebi sadece hukuki bir süreç olarak ele almamak gerekir, bu çok doğal olması gereken bir insan hakkıdır. Her şeyden önce toplumsal bir onarım gerektiren bir gerçekliktir. Devlet tarafından topluma karşı işlenen bu suçların, bir tecavüz suçu, insanlığa karşı işlenen suçları bir soykırım olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Plaza de Mayo Anneleri, 30.000 kişinin unutulmaması, hayat hikayelerinin geri kazanılması için Hafıza, Hakikat ve Adalet çağrısında bulunuyor. Aynı şekilde, onların isimlerini anmak ve yürüyüşlerde fotoğraflarını taşımak ve her perşembe günü yakınları, hayatta kalanlar, arkadaşları, mücadele yoldaşları, insan hakları örgütlerinin militanlarıyla birlikte geleneksel olarak devam eden bu tura eşlik etmek, direniş ve bağlılık anlamına gelmektedir. Beyaz fular ve Plaza de Mayo’daki yürüyüşün kalıcılığı bunu temsil etmektedir. Bu, hafıza oluşturma, onların kim olduklarını, siyasi ve sosyal militanlıklarını ve ne için mücadele ettiklerini tanıma mücadelesine anlam kazandıran bir semboldür. Onları unutmuyoruz.
Kayıp yakınları olarak bunca yıldır kamuoyunun dikkatini canlı tutmayı nasıl başardınız? Medya, sanat, sivil toplum gibi alanlarda ne tür bir desteğin belirleyici olduğunu düşünüyorsunuz?
Tüm bu yıllar boyunca hem burada Arjantin’de hem de uluslararası alanda aile üyelerinin ve insan hakları örgütlerinin bağlılığı ve direnci sayesinde, halkların dayanışması için mücadeleyi canlı tutmayı ve daha adil ve eşitlikçi bir toplum inşa etmek için insan haklarına saygıyı teşvik etmeyi başardık. Diğer örgütler ise (STK’lar) dayanışma ağları kurma imkanı, kolektif eylemler, uluslararası kampanyalar yürütmemize ve mücadeleyi görünür kılmamıza olanak tanıyarak belirleyici oldu. Buna ek olarak, uluslararası dilekçelerin yargı süreçlerinde, baskıcıların iadesi ya da diğer davalarda, diğer kurumlara başvurabilmemizi sağladı.

İnkâr, baskı ve bazen devlet şiddeti karşısında umudunuzu nasıl koruyabildiniz? Kayıplar için adalet arayışını sürdürmek sizin için ne anlama geliyor?
Partnerim Hernán Abriata’nın kaçırıldığı ve kaybolduğu ilk andan itibaren, akrabaları olarak onu aramaktan, özgürlüğünü talep etmekten, hakikat ve adalet arayışında tüm adli kurumlara başvurmaktan asla vazgeçmedik. İnsan hakları örgütleriyle bir araya gelme, mücadele etme ve bunun 30.000 kişinin tamamına karşı işlenmiş bir devlet suçu olduğunu kabul etme ve buna karşı mücadeleyi ortaklaştırma imkanı, bu olayların yargılanması ve diktatörlüğün “Bir Daha Asla” dönemine geri dönülmemesi için bizi güçlendirdi.
Onlarca yıldır sürdürdüğünüz bu mücadelenin toplum ve devlet üzerinde ne gibi yansımaları oldu? Sizce gerçek bir yüzleşme yaşandı mı?
Tüm bu yıllar boyunca, sadece 1985 yılında askeri cuntayı yargılayan “Tam Duruş ve Adil İtaat” yasaları ile cezasızlıktan, “Hakikat Yargılamaları”, zamanaşımı ve insanlığa karşı işlenen suçların cezalandırılamazlığına kadar farklı durumlardan geçtik. Mücadelenin sürekliliği sayesinde bu yasalar ancak 2003 yılında Ulusal Kongre tarafından hükümsüz ilan edilebildi. Böylece, 1984/85 yıllarında başlatılan yargı süreçlerinde ilerleme kaydedilmesi mümkün oldu ve Arjantin’de askeri diktatörlük döneminde meydana gelen kayıplarla ilgili olarak “Bir Daha Asla” adlı kitapta derlenen, Kişilerin Kaybedilmesi Ulusal Komisyonu’nun (CONADEP) nihai raporunda okunabilecek tanıklıklar görünür hale geldi. Toplum üzerinde büyük etkisi olan bu kitabın yanı sıra okul müfredatlarında ve ders programlarında önerilen döneme ait birçok belgesel film de bulunmaktadır. Şu anda, iktidarda olan bu inkârcı hükümetler insan haklarına yönelik kamu eğitim ve kültür politikalarını hem sansürlemekte hem de bütçelerini kesmektedir.
Kaybedilen bir yoldaşın yakını olmak sizin için ne ifade ediyor? Bu sizi nasıl etkiledi? İlk kez mücadeleyi başlattığınızda hissettiklerinizle bugün hissettikleriniz arasında ne fark var?
Tarih ve davalar bize zorla kaybetmelerin, Arjantin hükümeti tarafından darbe öncesinde “yıkıcı” veya “komünist” olarak görülen siyasi, sosyal, işçi, sendika, dini, öğrenci vb. grupları bastırmak için uygulanan sistematik bir baskı planının parçası olduğunu öğretti. DEVLET TERÖRİZMİ olarak adlandırılan bu terör, tek tek vakalara değil, toplumun tamamına yönelikti.
Bu yüzden diyoruz ki: “Bu bir SOYKIRIMDIR ve yaşandı”, …mücadele devam ediyor, kolektiftir ve yıllar geçtikçe insan hakları militanlığında bizi güçlendiriyor ve Annelerin dediği gibi “Vazgeçmiyoruz”. Sessiz değil aktif bir direniş olduğu için ve 30.000 kişi için “HER ZAMAN VAR OLDUĞU” için bundan korkuyorlar ve buna karşı savaşıyorlar. Çünkü bu mücadele uluslararası alanda tanınan bir mücadele ve bütün halkların dayanışmasına bağlılık sembolü olan Hafıza, Hakikat ve Adalet taleplerini susturmaya çalışıyorlar.

Sizce hem Arjantin hem de Türkiye’deki annelerin sessiz ama ısrarlı direnişi neden bu kadar güçlü bir sembol haline geldi? Bu ortak deneyim uluslararası bir dayanışma ağı yarattı mı?
Plaza de Mayo Anneleri ve Büyükanneleri, çocuklarını, torunlarını, çalınan bebeklerini ararken adaletsizliğe karşı verilen mücadelelere karşı koymak için barışçıl direnişin, yaşam için sevgi ve bağlılığın bir örneğidir. Hafıza, Hakikat ve Adalet arayışındaki diğer insan hakları örgütleri için bir sembol ve rol modeldir.
Ek bilgi; (Diktatörlük zamanında kaybedilen kadınlardan 500’ün üzerinde kadın hamileydi ve bu kadınların çoğunluğu çocuklarını kaçırıldıkları sırada doğurdu, o dönem diktatörler doğan bu bebekleri illegal bir biçimde evlatlık olarak verdiler. O yüzden bugün Plazo De Mayo Anneleri tarafından yürütülen eylemler büyük anneler olarak da tanımlanmaktadır, zira bu anneler aynı zamanda torunlarını da aramaktadırlar, şu ana kadar 100’ün üzerinde bebek bulundu)