Savaş, kadın katliamları ve ekonomik krizin gölgesinde 1 Eylül Dünya Barış Günü önceki yıllardan farksız karşılanmıyor. HDP Milletvekili Züleyha Gülüm, ‘Evet, barış istiyoruz. Fakat bu barış ancak cinsiyet eşitsizliğinin ve her türlü ayrımcılığın yok edildiği bir zeminde mümkün olabilir’ dedi
Kapitalizmin, ataerkil düzenin dayattığı politikalarla savaşlar her geçen gün artıyor. Bu savaşlardan en başta ve en çok etkilenenler ise kadın ve çocuklar oluyor. Öyle ki savaşlar yalnızca toprakları üzerinden değil, kadınların ve kız çocuklarının bedeni üzerinden de yürütülüyor. Kadın bedeni üzerine tahakküm kurmak isteyen hem devlet hem de devlet kuvvetleri ve bağlantılı gruplar uzun zamandır savaşlarda özel savaş taktikleri uyguluyor. Savaşlarda kadınlar ve kız çocukları tecavüz, cinsel istismar, taciz ve şiddete maruz kalıyor, fuhuşa zorlanıyor. Savaşın parçaladığı toplumlarda cinsel şiddetin başlıca öznesi olan kadınlar istenmeyen gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve toplumdan dışlanma gibi kalıcı travmalara maruz kalıyor. Gerek barış döneminde gerekse barış görüşmelerinin yürütüldüğü savaş sonrası dönemde kadınların toplumda güçlendirilmeleri, sorumlu mevkilerde yer almaları ve barış görüşmelerinde aktif rol oynamaları oldukça önemli.
Hem yaşananları hem de yaşananlar karşısında kadınların rollerinin önemini HDP Milletvekili Züleyha Gülüm ile konuştuk.
Erkek egemenliğine ve savaşa karşı mücadele eden kadınlar barışın sağlanması için önemli rol oynadı. Bir süredir Barış İçin Kadın Girişimi aktif değil. Şu an hala devam eden bir savaş süreci var. Barış İçin Kadın Girişimi tekrar aktif edilip örgütlenmeli mi?
Elbette. Barışa kadın perspektifi ile bakan bağımsız bir örgütlenme Türkiye ve Ortadoğu’daki şiddet ve savaş ile mücadele konusunda ön açıcı ve önemli bir rol üstleniyor olacaktır… Biz kadınların kadın özgürlük mücadelesini, barışa dönük mücadelemizi; hayatlarımıza, yaşam alanlarımıza, sürüklendiğimiz yoksulluğa, erkek egemenliğinin ve sömürüsünün yarattığı yıkıma ve şiddete, erkek aklının dayattığı savaşa ve talana karşı yan yana durarak, itiraz ederek, karar alma mekanizmalarında var olarak tabii ki örgütlü bir duruşla ilerlememiz gerekiyor… Evet, barış istiyoruz. Fakat bu barış ancak erkek egemenliğinin kadınların çok boyutlu sömürüsünün, cinsiyet eşitsizliğinin ve her türlü ayrımcılığın yok edildiği bir zeminde mümkün olabilir. Dolayısıyla; toplumdaki her kesimden kadını, ortak çözüm arayışına yönlendiren; kadınların umut ve cesaretle bir araya geldiği Barış İçin Kadın Girişimi de bağımsız kadın örgütlülüğün bir parçası olarak tabii ki devam etmelidir.
Barış İçin Kadın Girişimi nasıl ve ne amaçla kuruldu? Kurulduktan sonra ne gibi faaliyetleriniz oldu?
Barış için, insan hakları için mücadele eden, erkek egemenliğiyle mücadele eden ve alanlarda olan kadınların 2009 yılı Mart ayında yerel seçimlerden sonra Kürt Kadınlara yönelik kitlesel tutuklamaların gerçekleşmesi üzerine, Kürt sorununda ‘Savaşa hayır barış hemen şimdi’ demek için oluşturuldu. Erkek egemenliğini büyüten, biz kadınların yaşamlarını yok eden savaşınızı kabul etmiyoruz, barış istiyoruz ve bu barışı kadın özgürlük perspektifimiz, feminist perspektifimiz ile kurmak istiyoruz ve bunun mücadelesini vereceğiz diyerek oluştu. Barış talebini tüm ülkede yükseltmeyi ve görünür kılmayı amaçladı. Savaşa ve çatışmaya karşı çıkan kadınların politik alandan sürülmeye çalışılmasına her kesimden kadınlar olarak karşı çıktık. Kürt kadınları savaşın ve şiddetin kıskacındayken, Türkiye’nin batısındaki kadınlar da şiddet, yoksulluk ve sömürüye maruz kalıyordu…
Savaş, yalnızca Kürtlerin ve Kürt kadınlarının problemi değil. Ülkede ve bölgede yaşayan herkes çözümsüzlükten, yaratılan çatışma ortamından, savaşa yapılan devasa yatırımlardan zarar görüyor. Barış İçin Kadın Girişimi tam da bu amaçla örgütlendi. Yaşanan hak ihlalleri ile yüzleşmenin sağlanması, barış talebinin toplumsallaşması için çalışmalar yürüttü.
Kadınlar savaş ortamından nasıl etkileniyor? Savaş ortamında, göç yollarında daha sonra mülteci olduğu ülkelerde yaşadıkları sorunlar nelerdir?
Militarizm, cinsiyet eşitsizliği ve savaş ideolojilerinin biçimlendirdiği erkeklik, kadınların yaşam alanlarını gasp etti. Savaştan doğrudan ve dolaylı olarak etkilendiler. Göç yollarında, tutsak edildikleri, kaçırıldıkları yerlerde cinsel şiddete ve saldırıya uğradılar. Êzidî kadınlara yapılanlar tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşti. Yalnızca bunlar da değil tabii ki. Göç etmek zorunda bırakılan kadınlar anadillerinde konuşamama, eğitim haklarından mahrum kalma, gittikleri yerlerde barınma ve güvende olmama, yeterli beslenememe ve ulaşım gibi birçok konuda problem yaşıyor. Göç olgusu kadınlara yönelik erkek şiddetini hem ev içinde hem de dışarıda daha fazla büyütüyor.
Kadın yoksulluğu daha da derinleşiyor. Patronların en kolay sömürdüğü kesim mülteciler ve onlar arasında da kadınlar. Ucuzun da ucuzu bir emek sömürüsüne, kayıtsız güvencesizliğe ve her türlü şiddete, tacize açık olarak çalışmak zorunda bırakılıyorlar. İkinci, üçüncü eş olmaya zorlanma, seks işçiliğine zorlanma sık yaşanan durumlar arasında.
Irkçılık, nefret saldırıları ise göç etmek zorunda kalanların sıkça maruz bırakıldığı diğer bir gerçeklik. Mültecilerin hayatları devletler arasında çıkar hesaplarının aracı haline geliyor.
Göç denince sadece sınırlar ötesi anlaşılsa da zorunlu iç göçte de benzer nedenlerden besleniyor ve sonuçları benzerlik taşıyor. 90’larda Kürt kadınları köy yakmalar, işkenceler, baskılar ve yoksullaştırma nedeniyle doğdukları yerleri terk etmek, başka şehirlere göç etmek zorunda kaldılar.
Kadınların barış istemesi neden önemlidir?
Barış süreçleri toplumun yeniden inşa edildiği ve yeni toplumsal sözleşmelerin ortaya çıktığı dönemlerdir. Bu dönemlerde kurulan yapıların tamamında kadınlar eşit temsil edilmezse bu sözleşmelerin paydaşı olmamış, rıza vermemiş olur. Çünkü; kadınlar savaş boyunca barış için mücadele ederler. Bu mücadele sırasında etnik ve sınıf ayrımlarını aşarak birliktelik geliştirir ve ortak diller üretirler. Yani barışma konusunda deneyimlidirler. Kadınlar savaş sırasında kayıpların bulunması, faili meçhul cinayetlerin faillerinin bulunması, halka yönelik saldırı ve katliamların araştırılarak hesap verilmesi, kadınlara yönelik işlenmiş suçların açığa çıkarılması, cezalandırılması ile ilgili mücadele içindedirler. Onların bu mücadelelerini hesaba katmayan ve kadınların taleplerini içermeyen bir barış güven vermez, kalıcı olmaz. Nitekim, kadınların yer almadığı barış süreçleri toplumsallaşamaz.
Savaşların bitirilmesi ve barış antlaşmalarının imzalanması neden çok önemlidir? Savaşlara karşı barışın ve yeni bir yaşamın kurulması için toplum neler yapmalı?
Kalıcı bir barışın sağlanması yalnızca savaşlar dursun barış olsun talebiyle değil bütüncül bir mücadele ile olmalı. Savaşların esas kaynağının patriyarkal kapitalizm ve emperyalizm olduğunu tespit ederek, erkek egemenliğinin kaynaklık ettiğini ve dolayısıyla bu krizlere karşı çözüm üretilmeden yapılacak barış anlaşmalarının kalıcı bir çözüm üretmeyeceğini görmek gerek. Barış mücadelesini tek bir gün değil, her gün hissederek bütün alanlara taşımak; tartışmak bir araya gelmek, politika üretmek hepimizin elinde. Savaş bugün yaşadığımız baskıcı ortamla, antidemokratik uygulamalarla, yoksullukla şiddet ortamıyla kadınlara yönelik özel savaş politikalarıyla, kadın kazanımlarımıza saldırı ile İstanbul Sözleşmesi'nden geri çekilmek ile doğrudan bağlantılı. Sadece yaşadığımız topraklarda değil tüm dünyada yeniden paylaşım sürecinin savaşları benzer sonuçları üretiyor. Savaşlar, operasyonlar ve sürekli çatışma hali yalnızca insan yaşamına değil, doğaya ve kentlerdeki tarihsel, kültürel mirasa da tamir edilemeyecek zararlar veriyor. Kentler savaşın koşullarına göre dizayn edilip, yakılıp yıkılıyor. İnsanlar kendi türüne açtığı savaşla aslında dünyayla, ekolojik sistemle, doğa ile de kavga haline giriyor. Örneğin on yıllardır güvenlik gerekçeleri ile Kürt illerindeki orman ekosistemi yakılıyor, asırlık ağaçlar kesilerek katlediliyor. Şırnak’ta iki yıldır sistematik ağaç kesimi yapılıyor. Bu katliam başlı başına bölgedeki savaşın çok ağır sonuçlarından biri.
Son olarak Dünya Barış Günü için bir mesajınız var mı?
Türkiye’de ve Ortadoğu’da savaş eksenli politikalara karşı, barış ve demokrasi zeminini güçlendirmek; eşit, özgür ve bir arada yaşamayı sağlayacak iradeyi hep birlikte göstermek gerekiyor. Barış içinde yaşama hakkı insanların en doğal, en temel hakkıdır. Biz kadınların barışı daha güçlü seslendirmemiz, “savaş politikalarını kabul etmiyoruz barışta ısrarcıyız” dememiz hayatlarımız için acil önemde.