Hak İnisiyatifi Genel Başkanı Fatma Bostan Ünsal ile, Meclis’te kurulan Komisyon’a sundukları rapor, bu raporun hazırlanma süreci ve Komisyonun genel yaklaşımı üzerine konuştuk.
Hak İnisiyatifi, uzun yıllardır insan hakları alanında yürüttüğü çalışmalarla Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkı sunan sivil toplum kuruluşlarından biri. Genel Başkan Fatma Bostan Ünsal ile yaptığımız bu söyleşide, hem Komisyon’a sundukları raporun içeriğini hem de Türkiye’de barış sürecine yönelik toplumsal ve siyasal tutumu değerlendirdik. Ünsal, özellikle geçmiş deneyimlerden yararlanmanın, toplumsal hafızayı güçlendirmenin ve barış sürecine kadınların etkin katılımını sağlamanın önemine dikkat çekti.
Hak İnisiyatifi olarak Barış Süreci Komisyonu’na sunduğunuz raporu hangi ihtiyaçlardan yola çıkarak hazırladınız? Süreçte nasıl bir yöntem izlediniz ve diğer raporlardan farkı neydi?
Hak İnisiyatifi ve öncülü olan MAZLUMDER’in öncelikli çalışma alanlarından biri Kürt meselesiydi. Hatta bir önceki çözüm sürecinin 2015 yılında bitmesinden sonra, Cizre, Sur gibi şehirlerde yoğun hak ihlallerinin yaşandığı dönemde güvenlik bürokrasisinin şimşeklerini üzerine çeken raporlar hazırlamıştı. Son süreç başlayınca, daha önce 1992 ve 2012’de yapılan Kürt Forumlarına ilave olarak Şubat 2025’te Kürt Forumu 3’ü ve 13 Temmuz 2025’te bir çalıştay yapmış ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmıştık. Meclis’te söz konusu Komisyon kurulunca kurumumuz pek çok parti tarafından önerilmiş, biz de bunun üzerine konu ile ilgili görüşlerimizi içeren raporumuzu hazırlamıştık. Yaptığımız Kürt Forumu 3 ve Çalıştay’dan hareket ederek ve güncel gelişmelere yönelik tavrımızı da yansıtan bu belgemize son şeklini vererek sunduk. Sunumumuza Kürtçe bir selamlama ile başlamayı tercih ettik, çünkü Barış Annelerinin Kürtçe konuşmasına izin verilmemesinin çok yanlış olduğunu ifade etme gereğini duyuyorduk. Gerçekten Kürt meselesinin kök nedenlerinden biri olan Kürtçenin yasaklanması ve bunun sebep olduğu travmaların bu süreçte tedavi edilmesi gerekiyordu.
Diğer rapor verenlerin hepsini değerlendirme fırsatımız olmadı ama İnsan Hakları Derneği ve MAZLUMDER gibi insan hakları kurumlarına benzer şekilde raporumuzda, insan haklarının teminat altına alındığı, hukuk devleti gereklerinin uygulandığı kapsayıcı bir yönetimin hayata geçmesini sağlamak üzere tavsiyelerde bulunduk. Bu çerçevede Türkiye’nin mer’i hukukunda yer alan ama uygulanmayan hususları hatırlattık: Hasta ve yaşlı tutsakların son günlerini ailesinin yanında geçirmelerinin sağlanması bunlardan biriydi. Siyasi mahkûmlara yönelik ayrımcı uygulamaların kaldırılması ikinci tavsiyemizdi. Terörle Mücadele Kanunu’nda, terör isnadı ile yargılanmak için şiddet ile ilişkinin koparılması dolayısıyla milyonlarca insanın terör isnadı ile yargılanmasının absürtlüğüne değinerek, ya bu kanunun tümüyle kaldırılması ya da gerekli değişikliklerin yapılması gerektiğini söyledik. Ayrıca 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’nden sonra hayatımıza giren, seçme ve seçilme hakkını ihlal eden, seçilmiş belediye başkanları ve meclis üyelerinin görevlerinden alınıp yerlerine kayyum atanmasına izin veren düzenlemenin kaldırılması ve seçilmiş belediye başkanları ile meclis üyelerinin görevlerine iade edilmeleri gerektiğini belirttik. Kürtçenin eğitim dili olması ile ilgili anayasal değişiklik ve anayasal vatandaşlık önerimizden de bahsedebilirim. Yine bölgesel barışı temin etmek için Suriye’deki Kürt varlığının tehdit olarak görülmesi yerine, iş birliği yapılacak önemli bir güç olarak görülmesi gerektiğini vurguladık.
Komisyonun bugüne kadar izlediği yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu tutum, toplumda güven mi yaratıyor yoksa barış sürecine dair mesafe mi oluşturuyor?
Komisyonun bugüne kadar, yukarıda bahsettiğim Kürtçe konuşmanın engellenmesinde gördüğümüz iletişim kazası hariç, dinleme faaliyeti yaptığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin bir türlü çözemediği Kürt meselesinin sebeplerini görmek/göstermek ve bu çerçevede bu zamana kadar Türkiye nüfusunun çoğunun tek taraflı propagandaya maruz kalmasını bir ölçüde de izale edecek bir tutum içinde görmek isterdim. Türkiye’de sürece son derece farklı yaklaşan kesimler var. Bu zamana kadar hâkim olan, Kürt varlığını inkâr eden, güvenlikçi politikaları tek doğru yöntem olarak kabul eden görüşlerin yanı sıra sorunun sebeplerini analiz eden, çözüme yönelik görüşlerin ifade edildiği nötr bir zemin olmuştur. Bir sürece girdiğimiz için farklı kesimlerin görüşlerini yaklaştıracak, farklı grupların birbirini anlamasına hizmet edecek şekilde Meclis’in inisiyatif almasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Meclis’in bu tutumu toplumun sürece güven duymasını engellemektedir. Yapılan kamuoyu araştırmaları, sürece desteğin çok yüksek olmasına rağmen başarıya ulaşacağına yönelik umutların çok düşük olduğunu göstermektedir.
Türkiye’de yeni bir çözüm süreci başlatılırken geçmişte yaşanan deneyimlerden, birikimlerden ve toplumsal travmalardan nasıl yararlanılmalı; bu süreçte toplumsal hafızanın ve kamusal meşruiyetin güçlendirilmesi için hangi adımlar atılmalıdır?
Türkiye bir sürece başladığında bu konudaki biriktirmiş olduğu bilgi ve tecrübesini değerlendirmesi gerekirdi. Sadece önceki çözüm süreci döneminde Güneydoğu Bölgesi’yle sorumlu Akil İnsanların hazırladığı raporun kamuoyunda işlenmesi, paylaşılması bile çok önemli bir adım olurdu. Madem bu süreç başladı, bu birikimin yetkililer tarafından hatırlatılmasıyla 60.000’den fazla canımızı kaybettiğimizi, bu sorun nedeniyle hukuk dışına çıkıldığını; Beyaz Toroslar, Diyarbakır Cezaevi, 4.000’den fazla köy yakılması gibi travmatik olaylar yaşadığımızı tüm Türkiye olarak duymakla başlamak önemli bir adım olacaktı. Bu görüşler, bu zamana kadar ancak çok küçük bir grup tarafından dile getirildiği ve sürecin başarısı için hayati önemde olduğu için, bu hususların dile getirilmesi denge sağlayabilirdi. Gerçekten bu görüşlerin yaygınlık kazanması, travmaların paylaşılması, bu görüşlerin kamusal meşruiyete sahip bir ortamda dile getirilmesine yol açabilecek bir çerçeve çok hayati önemdedir.
Benzer süreçlerde kadınların ve kadın örgütlerinin daha aktif, eşit ve etkili biçimde yer alabilmesi için sizce nasıl bir yaklaşım benimsenmeli?
Kuzey İrlanda’nın barış sürecine kadın katılımının başarısından hemen sonra, 2000 yılında Birleşmiş Milletler, kadınların barış süreçlerine eşit katılımını öngören 1325 sayılı kararı almıştır. Yapılan çalışmalar, başarılı barış süreçlerinin ancak kadınların güçlü katılımı halinde olabildiğini göstermektedir. Komisyonda sunum yapan bütün katılımcıları detaylıca incelemiş değilim ama sunuşumuzun olduğu günün ilk bölümünde hiçbir kadın konuşmacının olmaması, bizim sunuşumuzun olduğu bölümde ise 8–9 kişiden sadece bir başka kadın arkadaşla birlikte iki kişinin kadın olması, kadın temsilinin düşüklüğü hakkında bir ipucu vermektedir. Çatışma çözümü konusunda çalışan dört kadın arkadaşımızın uzmanlık bilgisine başvurulması ve bildiğim kadarıyla daha sonraki safhalarda onların yol göstericiliklerine başvurulacağının bildirilmesi, bu konudaki olumsuz görünümü bir nebze dengeleme umudu barındırmaktadır. Kadınların süreçlere eşit sayıda katılmalarının, sürecin kapsayıcılığı ve başarısı için önemli bir ilk tedbir olacağını söyleyebilirim.
                                
