30 Temmuz 1971'in yağmurlu sabahında özgürlük zamanı gelmişti artık. Kadınlar üç grup halinde tünellerden geçtiler…
2011 yılında, kültür dergisi Orsai'nin editörü Arjantinli gazeteci ve yazar Josefina Licitra, dönemin Uruguaylı senatörü Lucía Topolansky ile eşi, yani o zamanki cumhurbaşkanı José "Pepe" Mujica ile ilgili bir röportaj yaparken, her şey biraz tesadüfle oldu. Kendisi de Tupamaros’un yönetici kadrolarından olduğu halde çoğu kez haksız yere sadece “Mujica’nın eşi” olarak anılan Topolansky, şehir gerillası dönemiyle ilgili anektodlar anlatırken, 38 devrimci kadının aynı anda hapisten firar ettiği “Operacion Estrella”dan da (“Yıldız Operasyonu”) söz etmişti. Licitra, daha sonra bu ayrıntının peşine düştüğünde, olayın tarihte hakikaten de ne kadar ‘ayrıntı’ olarak kaldığını ve haksızlığa uğradığını fark etti. Bulabildiği tek ipucu, kaçışın kahramanlarından biri olan Graciela Jorge tarafından yazılan ve 1994'te yayınlandığında çok da satmayan "13 Güvercin ve 38 Yıldızın Tarihi" adlı bir kitapta anlatılanlardı. Ama sonra Licitra oturdu, çalıştı, tek tek kadınlara ulaştı ve ortaya yeni bir kitap çıkardı.
Tabii ki, olayın bu kadar kıyıda köşede kalmış olmasında erkek yaklaşımın rolü vardı. Licitra’ya göre, bu firar, yaklaşık bir ay sonra gerçekleşen ve 111 gerillanın Punta Carretas cezaevinden özgürleştiği (rekorlar kitabına bile giren) büyük firarın gölgesinde kalmıştı.
Varşova'dan Uruguay'a
Üstelik Operacion Estrella olarak anılan Cabildo firarı, aslında çifte firardı. Bir yıl önce, 13 kadın devrimci aynı cezaevinden kaçmış ama kısa sürede yakalanmışlardı. Cristina Cabrera, Elida Valdomir, Emilia Carlevano, Gladys Bruno, Jessie Macchi, Julia Armand Ugon, Lilia Castro, María Elia Topolansky (Lucia’nın ikizi), Martha Abella, Miriam Fernández, Miriam Montero, Nibia González ve Olga Barrios isimli bu 13 mahkûmun yakalanmasından sonra cezaevi koşulları sertleştirilmiş ve ordu tarafından yönetilmeye başlanmıştı. İlk firarcıların yanı sıra Uruguay’ın başka cezaevlerindeki bütün kadın devrimciler de ‘güvenli’ olduğu için Cabildo’ya getiriliyordu.
Bu arada, dışarıdaki Tupamaros militanları da cezaevlerinde yoldaşlarını kurtarmak üzerine kafa yorarlarken, Havana’da sorunu tartıştıkları Fidel’in armağan ettiği ‘Mila 18’ isimli bir kitap zihinlerini açmıştı. Leon Uris’in Varşova Gettosu’ndaki ayaklanmayı anlatan bu romanındaki kanalizasyon şebekeleri üzerine kafa yoran Mauricio Rosencof ve arkadaşları, işi iyice ciddiye alıp Montevideo Belediye Binası'ndan şehrin kanalizasyonlarının orijinal planlarını çalmışlardı. Böylece, Cabildo hapishanesi bölgesindeki sıhhi şebekenin eski olduğu anlaşılmıştı ki, bu lağımların geniş ve uzun olduğu anlamına geliyordu.
Mühendislik başlıyor
Sonunda, iki tünel inşa etmeye karar verdiler: biri hapishaneden kanalizasyona, diğeri oradan da planın bir parçası olarak hazırlanan eve. Tünellerin (18 metre uzunluğunda, 1.20 metre yüksekliğinde ve 80 cm genişliğinde) kazılması yaklaşık beş ay sürdü ve sadece konumları nedeniyle değil, aynı zamanda gürültü çıkarmaları ve oyalama taktikleri kullanmaları gerektiğinden de çok hassas bir koordinasyon gerektirdi.
Daha sonra ise cezaevine yakın bir sokaktan ev satın aldılar ve bir yandan ‘mimar nezaretinde’ oradan kanalizasyonlara ulaşmak için çalışmalara başlarken, diğer yandan mahkûmlara yaptıkları ziyaretlerde bilgi alışverişinde bulunuyorlardı. El sıkışmalarda, öpüşmelerde küçük notlar, ilaç tabletleri haline getirilmiş planlar bir yandan öteki yana geçiyor ve planlar şekilleniyordu.
İçeride ise rahibelerin sözde “teröristleri topluma kazandırmak” için verdikleri örgü ve oya ipleriyle ölçümler yapılıyor, kazılacak nokta belirlenmeye çalışılıyordu. Kazı yaklaşık beş ay sürdü ve hapishaneden cezaevinin kanalizasyonlarına ve oradan da yakındaki bir eve giden bir tünel içeriyordu. O günlerde hiçbiri 25 yaşın üzerinde olmayan kadınlar, her gün bir ‘doğum günü’ kutluyor; şarkılı eğlenceler düzenliyor, tünel gürültülerini bastırıyorlardı. Bu arada, cezaevine getirilen Lucia Topolansky de süreci yönetmekte kusursuz bir beceri gösteriyordu.
38 yıldız parlarken
30 Temmuz 1971'in yağmurlu sabahında özgürlük zamanı gelmişti artık. Kadınlar üç grup halinde tünellerden geçtiler. Başlarına atkı veya şapka sarmışlardı, arkalarında olanlara yol gösteren beyaz eşarpların asılı olduğu deri kemerleri vardı ve hepsi pantolonluydu ama bellerinde çıkıştan sonra kullanılmak üzere kıvrılmış etekleri vardı. Ayakkabılar, yürüyüş sırasında kaybolmaması için bağcıklı ve dışarıdan bağlamalıydı. Kaçıştan günler önce, Tupamaros, bir gözetimin tüm planı mahvetmesini önlemek için rögar kapaklarını telle sabitlemişti. Ayrıca, polisi yanıltmak için, kaçışın lağım ağzının denize doğru sona erdiğine dair yanlış bir iz de bıraktılar. Böylece 38 kadın, önce eve çıktılar, sonra da kentte önceden belirlenmiş saklanma yerlerine ulaştılar. Gerçi kaçanların birçoğu sonraki süreçlerdeki baskınlarda ve eylemlerde yakalandılar, bazıları 1985’e kadar Uruguay zindanlarında kaldı ama eylem o günlerde büyük etki yaratmıştı.
Örgütün kurucularından Eleuterio Fernández Huidobro, 1980'lerde "MLN'nin resmi bir tarihi yok" diye yazmıştı. Ama yine de Topolansky ve 38 yıldızın hikâyesinin bu kadar geride kalmış olması, kadınların başardığı bu büyük eyleme haksızlık gibi görünüyor. Kitabının önsözünde Licitra, "Hepimiz birden fazla şeyden kurtulduk ve hepimiz birden fazla yerden kaçtık" diyor ve “Bedenin ve düşüncenin özgürlüğünün yıldızının peşinden kaçma olasılığı, bu kitabın bize anlattığı şeydir ve feminist hafızanın iyi hatıraları arasında kalacaktır” diye ekliyor.