Bir avuç penceresi olan rutubetli evlere, yaşayabilmek için köle gibi çalışmaya, bizi mutlu eden zevklerin sorgulanışına karşı bir hikâye Microhabitat. Miso, her şeye rağmen sessiz bir direnişle egemenlerin yarattığı yıkıma başkaldırıyor
*Yazı filmle ilgili detaylar içermektedir
Şimdilerde her gün yeni bir zamla uyanıyoruz. Zamların oranını değil; bunlarla nasıl başa çıkabileceğimizi, nasıl geçineceğimizi ve bununla birlikte nasıl yaşayacağımızı uzun uzun düşündüğümüz bir süreç bu. Artık herkes bir tanıdığından çok sık duyuyor bu ülkede yaşanmayacağını ya da birçok tanıdığımızın bu ülkeden gitmek için hayaller kurduğunu.
Dünyada da durum hiç farklı değil. Sadece ekonomistlerden değil filmlerden, dizilerden ve sosyal medyadan dünyanın birçok yerinde egemenlerin yarattığı yıkımın insanlar üzerindeki etkisini görmek hiç zor değil. Yazıya konu olan filmde de tam olarak böylesi bir yıkımın bir birey üzerinde yarattığı tahribat en yalın haliyle anlatılıyor.
***
Bu sefer insanların arı gibi çalıştığı, çok zeki olduğu, uyumadığı ama İNANILMAZ MUTLU oldukları söylenen uzak doğu ülkesi Güney Kore'ye uzatıyoruz penceremizi.
Karakterimizin adı Miso. Sevimli, oldukça güzel ve samimi bir kadın. Yaşadığı yer ise küçük, ısıtması olmayan, duvarlarında böcekler gezen bir ev. Çünkü Miso, temizlik işleri yaparak hayatını idame ettiren bir kadın; ancak kazandığı ne iyi ve sıcak bir evde kalmasına yetiyor ne de normal bir hayat sürmesine.
Üniversite yıllarında, annesi ve babası henüz hayattayken Miso, kimilerine göre daha normal ve mutlu bir hayat sürüyor. Rock müzik yaptıkları bir grubun da solistliğini yapıyor bu dönemlerde. Ancak annesi ve babası yaşamını yitirince Miso, hem okulu bırakmak zorunda kalıyor hem de büyük bir yaşama çabası içerisine giriyor.
Yönetmenliğini Jeon Go-woon'un yaptığı 2017 yapımlı film, izleyiciyi günlük yaşamın içerisine götürüyor. Konuyu anlamak için acele etmiyoruz, Miso'yu izleyerek yaşadığı şeyi anlamaya çalışıyoruz. Ancak film tüm bu yoksulluğu trajik bir biçimde tipik ajitasyonlara başvurarak yapmıyor. Yoksulluğun bu kadar gerçek olduğunu ancak yönetenlerin sadece yanından geçip gittiği bir dünyayı tasvir ediyor.
Yemek yemek için kan bağışı
Filmde trajik bir anlatım dili olmasa da Miso'nun içine sürüklendiği bu yoksulluk bazı sahnelerde yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Miso'nun bir sevgilisi var, sigara ve viski gibi o da hayatının vazgeçilmezi. Onların, Miso'nun evinde mont, eldiven, kat kat giyinilmiş elbiselerle oturduğunu görüyoruz. Dışarıda bir şeyler yapmanın maliyeti ise çok fazla. Bir kafede oturmak, bir restoranda alkol eşliğinde yemek yemek, sinemaya ve tiyatroya gitmek oldukça zor. Bunları yapabilmek için başvurdukları yöntem belirli zamanlarda kan bağışı yaparak aldıkları parayla yemek yiyebilmek, sinema bileti alabilmek…
Miso, direngen ve güçlü bir kadın karakter. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen gardını düşürmüyor. İsyan etmesini beklesek de Miso sessiz bir direnişle karşı duruyor bu adaletsizliğe.
Kira mı, viski mi?
Miso, kira, elektrik, ilaç ve gıda gibi temel ihtiyaçlarını giderdikten sonra hayattan küçük de olsa zevk almak için iki şeyden vazgeçemiyor; sigara ve viski. Hatta kazandığı paranın artık kiraya yetmediği bir noktada viski ve sigaradan vazgeçmek yerine kaldığı evi boşaltarak yollara düşüyor.
Müzik grubunda yer alan ve hâlâ dost olduğunu düşündüğü kişilerin evlerinde kısa süreli misafir olmaya başlıyor. Bu esnada temizlik işlerine devam ederek para biriktirecek ve yeni bir ev kiralayacak. Ancak Miso'nun bu koca kentte yapayalnız olduğunu anlaması çok geç olmuyor. Aynı grupta müzik yaptığı ve maddi durumu oldukça iyi olan kadın arkadaşının evinde kaldığı süreçte hayatta en çok zevk aldığı viski ve sigaranın yadırgandığını ve aşağılandığını görüyor. Çünkü bir insanın kalacak yeri ve parası yokken böyle küçük zevklerinin olmasının kabul edilemez olduğu söyleniyor yüzüne karşı. Bu sorgulayış karşısında naif kadın karakterimiz oldukça olgun bir tavırla hayatta kalmak için mücadele etmeye devam edeceğini ama onu mutlu eden küçük detaylardan da vazgeçmeyeceğini söylüyor.
Miso'nun hikâyesi, kapitalist düzenin hayatın her alanında bize nüfus ettiği gerçeğini anlatıyor. Yani ya bu çemberin içindeyiz ya da dışında. Miso yarattığı bu mikro habitatta özgür mü, esir mi bilmiyoruz. Mutlu veya umutsuz mu kestiremiyoruz. Bu sessiz direnişin yarattığı hissin tarifi ise zor. Bir avuç kadar penceresi olan, rutubetli evlere; iki kuruş para için yaşayamamaya, buna rağmen küçük zevklerin ve mutlulukların sorgulanışına öfke duyuyoruz. Küçük mutluluklarımız ve insanca yaşama hakkımız bir lüks değil, ihtiyaç. Epikür'ün de dediği gibi "Zevk mutlu bir yaşamın başlangıcı ve amacıdır."