Sadece politik hayatta değil sosyal hayatta da söz kurmak isteyen Diyanet’in bu davaya müdahil olma talebi demokratik toplumsal tüm güçler için şeriat hükümlerince yargıya dahil olma tehlikesi olarak görülmelidir. Bugün buna en büyük tepkiyi kadın hareketleri vermek durumundadır
"Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için. Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için. Kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için. Savunma, özsavunma, inançlara özgürlük ve saygı için. Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.’"
Bu sözler Rojava kantonlarının imzaladığı toplumsal sözleşmenin başlangıç sözleri. Lozanı tartıştığımız bugünlerde ulus devletlerin sözde sınırlarının ardında kadim toprakların ve onun halklarının toplumsallığına denk düşen toplumsal sözleşme Kürt kadınlarının öncülük ettiği devrimle yeniden inşa oluyor. Sözleşmede ulus devlet, askeri güç, dini devlet, merkezi yönetim ve iktidarın kabul edilmediği de vurgulanıyor. Elbette Ortadoğu’da yapılan anlaşmalar ulus devletler arasında yapılmıyorsa yapılan anlaşmaların tahhaütü direnmek ve mücadele etmektir. Bu mücadeleye kadınların şahsında tanıklık ederken dünyanın dört bir yanında sağcılığın, cinsiyetçiliğin, milliyetçiliğin, dinciliğin yükseldiğini de görmekteyiz. Yükseltilmeye çalışılan bu anlayış farklı kültürel aktivasyonların birliğini değil, kültürel birlikteliği oluşturmak istemektedir. Kültürel birlikteliğin ortak kümesinde ataerkilliğin karakteristik özellikleri yer bulmaktadır. Hakim kılınmasını istedikleri bu kültürel birliktelik için çoklu araçlar devreye girer. Son zamanlarda skandal fetvalar ile gündeme gelen kadın düşmanı açıklamalarla tepki toplayan Diyanet bunlardan yalnızca biridir. Bu alanda tek resmi otorite olan Diyanet ekonomik olarak kendi dönüşümünü yaratmaya çalışırken AKP iktidarı ile birlikte toplumsal yaşamda da değişim, dönüşüm yaratmaya çalışılmaktadır.
Şeriyye ve Evkaf Vekaleti sürecinde dini hükümlerle sürdürülen eğitim kurumlarının Eğitim Bakanlığı’na, vakıflar yönetiminin Vakıflar Müdürlüğü’ne, sadece din işlerinin Diyanet’e devredilmesi sonrası bugün mevcut iktidar eliyle tekerrür ettirilmeye çalışılmaktadır. Diyanet bugün halkların inançlarına, kadınların ve çocukların yaşamına, ulus devletin savaş politikalarına müdahale ederek ve daha da ileri giderek iktidarın taht kavgasına dayanak oluşturacak duruma kendini getirerek kuruluş amacından şaşmış bulunmaktadır. Ayasofya’nın cami olarak kullanılması, kız çocuklarına ilişkin fetvaları, Diyanet Başkanlık Müşaviri’nin “Yanında oğlu ya da kocası olmayan kadınların” yalnız başına 90 kilometreden uzağa seyahat etmesinin uygun olmadığı gibi kadın düşmanı fetvaları ve en son Kobanê Davası’nda yargılanan siyasetçilerin ‘’dini değerleri temelden sarstığı’’ iddiasıyla müdahil olma talebi Türkiye toplumları ve kadınları için tavır alınması gerekilen bir durumdur. Bugün yargılanan siyasetçiler, kantonların toplumsal sözleşmesinin başlangıç sözlerini savundukları için yargılanmaktadırlar. Bugün yargılanan siyasetçiler, yeni yaşamın inşası için tarihsel sorumluluk alıp tüm halklara ve inançlara eşit ve özgür yaşam koşulları sağlansın diye söz kurmuş mücadele etmişlerdir. Dini kurumları tekeline alan iktidar çağın insanlık davalarından olan Kobanê Davası’na ideolojik yaklaşmakta Diyaneti de bu davanın bir tarafı haline getirmektedir. IŞİD gibi İslami fundemantalistlerin sözcülüğüne soyunan Diyanet kadın ve Kürt düşmanı bir karakterde ısrar edeceğini bir kez daha göstermiştir. Sadece politik hayatta değil sosyal hayatta da söz kurmak isteyen Diyanet’in bu davaya müdahil olma talebi demokratik toplumsal tüm güçler için şeriat hükümlerince yargıya dahil olma tehlikesi olarak görülmelidir. Bugün buna en büyük tepkiyi kadın hareketleri vermek durumundadır. Yaşam tarzlarımıza kültürlerimize ince bir tepki olarak ortaya çıkan bu dönem siyaseti, zamanla dinin gündelik yaşamı tamamen kuşatması gerektiği noktasına varacaktır.
Küreselleşme, iktidarın kan kaybetmesi, sermayenin büyümesi ile birlikte yaşama dahil olan yabancı değerler ile o ülkenin yerli ve milli kültürü arasında bir çatışma yaşandığını söyleyen siyasal İslam ve temsilcileri milli, dini ve siyasi ilkelerinin kabarmasını ve daha tutucu eğilimlerin yükselmesini örgütlemektedirler. Yerli ve milli kimlik propagandasının esası dini ideoloji ve milli kimliğin arasındaki çarpık bağın kuvvetlendirilmesi üzerinedir. Şüphesiz bu bağ tek bir inançla ifade edilemeyecek sınırlardadır. Fundamentalist bir çok dini eğilim kendisini konjoktürüne göre şekillendirmektedir; hardailer, kehane, evanjelistler yada ılımlı İslamın bugünkü temsilcileri gibi. Her biri çağında ve toplumunda kadın, toplum ve demokrasi karşıtı olarak şekil almıştır. Her birinde ‘’inançlarının menfaati için şiddet kötü değildir’’ ve yine her biri biz kadınlar için mücadele gerekçesidir. Bu geriliğin esaslarında somutlaşacağı kollektif kimliğin dışında kalanlar toplumda ötekileşenler olacaktır. Bahsettiğimiz mübah alanda şüphesiz tarihsel olarak buluşacak olanlar kadınlardır. Buluştuğu kollektivizmi direniş çemberine dönüştürecek olan kadınlar yine şüphesiz toplumu aydınlığa da götürecektir.