Fatma Tokmak, 300'ü ağır, bin 400'ün üstünde hasta tutsaktan sadece biri. Gün aşırı 32 ilaç alan ve her gün kan kaybeden Fatma Tokmak her şeye rağmen direniyor, ancak daralan zamana karşı duvarları yıkacak tek şey dayanışma
Merdiven çıkamıyor, güneş göremiyor, sürekli tatsız, tuzsuz yemekler yiyor, deli gibi kitap okuyor ve dünyaya daracık hücresinden görebildiği kadar gökyüzüne ulaşarak bakıyordu… Ayda bir iğne olmak zorunda, sürekli kanaması ve yoğun ağrıları oluyor. Hastane günü sabahtan hazır olmasına rağmen en az 3-4 saat bekletiliyor, dönüşte ise kimseyi göremezdi bir süre, çünkü bedeni bu yolculuktan ve yaşanan tartışmalardan bitkin düşerdi… Bu hem bir anı, hem bir borç hem de hakikat haberi. Anlatılan ise müebbet ve ağır hasta tutsak Fatma Tokmak'ın hikâyesi.
Aralık 1996'da İstanbul Bahçelievler'de o dönemde 1 buçuk yaşında olan oğlu Azad'la ve 3 kişi ile birlikte gözaltına alındıklarında ne onlar ne dünya henüz yaşanacakları bilmiyordu. Tokmak, gözaltına alındığında Türkçe bilmiyordu ve tercüman olmadığı için ifadesi alınmadı. 23 gün boyunca ağır işkencelerden geçirildi. Öyle ki konuşsun diye Azad'ın vücudunda sigaralar söndürüldü. Taciz edildi. Daha Azad çocuk esirgeme kurumuna verildi. Çok aranıyor Azad o süreçte İHD, Eren Keskin ve kim varsa bunu duyan. Sonunda Azad bulunuyor ve annesine veriliyor.
Mahkemede kanlar içinde
23 günlük işkenceden çıkarılıp mahkemeye götürüldüğünde üstü başı kan içindeydi ve yüzüne bakmayan yoldaşına "Sen değil onlar utansın. Ben utanmıyorum. Bak yüzüme dedim" diye yanıt verdi. Hiç ifade vermeden 3.5 yıl tutuklu kaldı ve 3,5 yıl sonra ilk ifadesi alındıktan sonra müebbet hapse mahkûm edildi.
4 kez ameliyat oldu
4 kalp damarı tıkalı olan ve 2 kalp kapakçığı iflas eden Tokmak cezaevinde yıllar geçtikçe ağırlaştı. Azad ise 7 annesiyle kaldıktan sonra anneannesine verildi. Fatma Tokmak ise yaklaşık 11 yıl sonra hastalığı da dikkate alınarak tutuksuz yargılanmak üzere 2006 yılında serbest bırakıldı. Tahliye olduktan sonra hastalığına rağmen geçimini sağlayabilmek için yaşlılara ve hastalara bakıcılık yapmaya başladı. Ancak mahkemenin verdiği müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından onanınca 2010'da tekrar Bakırköy Cezaevi’ne konuldu. Ve halen orada tutuklu bulunuyor.
'O Fatma bu Fatma mı?' şaşkınlığı
Cezaevine ilk girenlerin bir süre sonra "Aa o Fatma Tokmak, onun için eylem yapılan ve ağır işkenceden geçen bu Fatma Tokmak mı?" dedikleri bir süre sonra Fatma yade (anne) diyecekleri bu kadınla benim tanışmam ise iki yıl önce Bakırköy'de oldu. Henüz daha hikâyesini bilmediğimden herkes gibi herkes kadar Kürtlerin bütün yaşadıklarından nasibini almış bir tutsaktı benim için.
Kürt tarihi gibi
Bir süre sonra aynı hücreyi/odayı paylaşınca ve tanık da olunca yaşadıklarına, o artık benim için ağır işkencelerden geçmiş, konuşsun diye çocuğu gözlerinin önünde işkenceye uğramış ve sonrasında oğlu çocuk esirgemeye verilmiş, Kürtçe ifadede diretmiş, zamanla "ağır hasta" olmuş ve birçok rapora rağmen serbest bırakılmayan ama buna rağmen bir gün bile diğer tutsaklardan kendini ayrı görmemiş mütevazı, dürüst, adil, direnişçi, devrimci bir kadındı.
Koğuşun 'özgür basını'
Öte yandan sanırım onunla en önemli özelliğimizse basın emekçisi olmamızdı. Fatma Tokmak diğer bir ifadeyle Fatma Yade özgür basın çalışanıydı. Yani öyle biliniyor ve öyle adlandırıyordu. Bir kuruma bir dilekçe -ki özellikle idareye- yazılacaksa mutlaka ona danışılırdı. Ki o kadın ilk tutuklandığında Türkçe bilmiyordu, fakat yaşadıkları onun kendine olan inancından bir şey eksiltmedi, yaşama daha inançla tutundu ve her geçen gün kendine bir şeyler kattı. Özgür basın olarak bilinmesinin bir diğer nedeni ise mizah gücü ve gözlemleriyle yakaladığı anları ölümsüzleştirmesiydi. Ola ki sizi bir şekilde yakalamışsa -ki o kişi olmak istemediniz- ilk skeç konusu siz olurdunuz. Tabi muhabirleri de vardı, ona haber yazan ve moral gecelerinde yazılanları okuyan. Yani hastalığı nüksetmese, daha doğrusu rahat bıraksa haftada en fazla 3 gün de olsa en moral vereniydi koğuşun.
Diş ağrısı bile ölüm demekti
Ama sık sık kanaması olur ve bazen de bu bir ayı bile geçerdi. Beyaz olan ten rengi kansızlıktan sarıya döner, gücü azaldıkça azalırdı. Uykuları bölünür, ağrılarından uyuyamaz olurdu. Aldığı ilaçlar ise yan etkisi yüksek ilaçlardı. Dişi ağrıdığında dahi bu uzun bir çileye dönerdi. Çünkü dişi çekilecekse ya da bir tedavisi olacaksa kalp ilacını almamalıydı ve bu da bir noktada ölüm demekti. Yani her günü böyle bir risk altında geçerdi. Heyecan yasak, üzüntü olmamamlaydı. Ama mümkün mü bu!
Koşun Yade mazgalda
Bütün bu ağrılara rağmen en çok okuyanlardandı. En çok ilgilenen, herkese yetişendi ama çoğu kişi hasta olmasından kıyamazdı. Çok güzel bir kadın, bir o kadar da zindan koşullarına rağmen şık. Dik yürürdü koridorda, asla boyun eğmez ve bir sorun varsa gardiyanları kırk defa da o kapıya getirir o sorunu çözdürürdü. Ve öyle ki yeni ya da tecrübesiz arkadaşlar bir sorun olduğunda ona giderdi. Koğuş kapısını vurması bile bir farklıydı. O mazgala gidince o an kim varsa izlemeye gelirdi. Sözleri ve duruşuyla hele karşısındaki yeni gardiyansa vay haline.
'Bize ses olun'
İşte bu güçlü ve direnişçi kadın, tutsak edildiği koşullarda günden güne kötüleşiyor. Salgından kaynaklı almadığı ilaçları ile aslında her gün biraz daha ölüme terk ediliyor. Kardeşine "Doktora götürmüyorlar. 'Götürürsek seni karantinaya alırız her gelişinde' diyorlar. Zaten kelepçeli tedaviyi de kabul etmediğim için boşuna götürüp getirecekler ama onu bile yapmıyorlar" dediğini son zamanlarda çok sık okuduk haberlerden. Her okuduğum haberde "Tüm tutsaklara ses olun" deyişi geliyor kulaklarıma.
Azad anlatıyor; Annem konuşamadıkça…
Azad'a sordum; dert ortağı, yoldaşı ve oğluna. Önce yaşadıklarını anlatıyor: "Ailemin yaşadığı Kürdistan tarihinde bütün ailelerin yaşadığı bir şeydi aslında. Özellikle 90’lı yıllarda kendi anadilini, kendi hakkını arayan bütün Kürt ailelerinin başına gelen bir olay. Bizi öne çıkaran tek şey; Annemin bir buçuk yaşında çocuğuyla beraber işkence görmesi ve bilmediği ve hiçbir zaman da öğrenmek istemediğimiz; çünkü bu bizim anadilimiz değil ve kendi anadilinde kendini savunamadığı için bir kadına, bir anneye yapılabilecek her türlü şiddete maruz kalması. Üstüne bir de küçük çocuğunun vücuduna, gözünün önünde sigara söndürülerek, her türlü taciz ve istismarda bulunulması. Acı gerçek de şu ki; Onların istediği dilde konuşamadığı için -ki bunu politik bir eylem olduğunu düşündüler- daha da fazla çocuğuna işkence yaptılar. Yani bütün bunlar için sanırım Azad Tokmak ve Fatma Tokmak’ın hikâyesi farklı geldi diğerlerinden."
'Biz onunla anne çocuk olamadık'
Ve o işkencelerden Azad'a rüyalarında bir kadının ve bir çocuğun çığlıkları kalmış. Çok şey var anlattığı ama ben yine annesine dönmek istiyorum, Fatma Tokmak nasıl bir anne: "Biz annemle anne çocuk olamadık. Yani bu bağı kurmaya çok çalıştık her seferinde. Ama olmadı, özellikle annesi ya da babası politik olanlar da belki böyle düşünüyordur. Bir insanın annesi örgütlüyse ve o doğumuyla beraber aynı şeyleri yaşadılarsa, beraber aynı işkence haneyi paylaşmışlarsa, aynı hücreye girdilerse, aynı sayıma girip, aynı eylemleri yaptılarsa artık anne çocuk olmuyorsunuz. Benim annemle ilişkim aslında en azından iki yıl öncesine kadar yoldaşlıktı. Son iki buçuk yıldır annemle anne-çocuk ilişkisi yaşıyorum. Bu da bazen gerilimler yaratıyor. Çünkü biz annemle arkadaşken daha samimi olabiliyorduk ama anne-çocuk olunca olmuyor, çünkü benim kafamdaki anne bambaşka bir şey ama karşımda gördüğüm kadın bambaşka. Bunu da kötü anlamda değil annem çok iyi bir yoldaş olabiliyor, annem çok iyi bir sırdaş olabiliyor aslında anne de olabiliyor ama onun anne olmasına hiç bir zaman izin verilmedi."
'Annem benim her şeyim'
Fatma Tokmak’ın yaşadıkları Kürdistan tarihi aslında ve Azad da bunun farkında; "Belki cezaevine girmeseydi farklı olabilirdi her şey ya da ne kadar olabilirdi ki, sonuçta kimliğimiz bu. Buna üzülmeseydi belki üzerimize atılan bir bombaya üzülecekti, o zaman kaybettiği için üzülecekti çocuğunu. Dönemin jitemcileri tarafından tecavüze uğrayacaktı, belki sırf onlarla işbirliği yapmadığı için, ya da işkence görmeyecektik ama belki bir bodrumda yakılarak öldürülecektik. O yüzden onu o kadar iyi anlıyorum ki. Annem benim için her şey; baba, anne demek. Baba duygusu ben de çok fazla yok yani erilleşmeye gerek yok. Annem aynı zamanda duygusal olarak bütün ihtiyaçlarımı karşılayabiliyor. Her şeyi beraber yaşayabiliyoruz, yeri geliyor çok sert eleştiriyor. Bazen küsüyoruz ve genelde ben küsüyorum. Ama o benim her şeyim ve hayat merkezi noktam sanırım. Annem olmazsa sanırım yaşayamam."
'İnatçı ve dik başlı bir kadın'
Peki anneliğinin ötesinde nasıl bir kişi diye sorularıma devam ediyorum: "Annem dik başlı bir kadın. Hiç bir zaman boyun eğmeyen bir kadın. Mahkemeye ilk çıktığı zaman idamla yargılanmasına rağmen çok güçlüydü. Dosyasında 27 erkek içinde tek kadındı. Ve kimsenin yapamadığı bir şekilde, bir çocuğu olmasına rağmen ve onunla işkencede kalmasına rağmen, sonu her ne olursa olsun dik duruşu ve siyasi ifadesindeki ısrarı ile mücadele ile idamı göze alarak ifade vermiş biri. Hiçbir zaman boyun eğmemeyi ondan aldım sanırım. Annem sayesinde gururlu, şerefli yaşamayı öğrendim. Yani kim olduğumu bilerek kimliğimle yaşamayı öğrendim. En sevdiğim ve iyi ki de edindiğim dediğim bir huyu da; inadı annemden aldım."
"Benim için çok mücadele etti" diyor ve ekliyor; "Şuan bile günlük 32 tane ilaç kullanıyor. Bir insanın bu kadar ilaç kullanması akıl alır değil ama annenim o sistematik işkenceye, cezaevine yani her şeye sadece benim için katlandığını ben de biliyorum. Çünkü annem beni kendinden mahrum bırakmak istemiyor ve 'ben olmazsam Azad ne olacak' diye düşünüyor."
'İşkencecilerin eseri hastalığı'
Annen için ne düşünüyorsun ve ağır hasta da diyorum o da anlatıyor; "Annem evet ağır hasta mahpus. Bir tek annem için demiyorum aslında. Siz hasta insanlara tutsaklık hayatı yaşatıyorsunuz. Onların mahpusluğunu daha da zorlaştırıyorsunuz. Elektrik veriyordu eskiden bugün hasta mahpuslara bakalım; İHD verilerine göre ağır hasta olanların çoğu 90'lı yıllarda işkence görenler ve o hastalıklar oradan. Benim annemin de öncesinden bir hastalığı yoktu. Ektikleri tohumların meyvelerini görüyorlar şuan işkenceciler."
Günde 32 ilaç kullanıyor
Fatma Tokmak, 300'ü ağır olmak üzere bin 400'ün üstünde hasta tutsaktan sadece biri. Gün aşırı 32 ilaç alan, her gün kan kaybeden Fatma Tokmak, her şeye rağmen direniyor ancak daralan zamana karşı duvarları yıkacak tek şey dayanışma, çok seslilik. Anlatılan ağır hasta Fatma Tokmak'ın hikâyesine ses verin; duvarlar yıkılsın, tutsaklar özgür olsun, tecrit kırılsın.