Diyarbakır'ın Sur ilçesi. Foto: AFP / İlyas Akengin
“90’larda köy boşaltmaları sırasında bomba attılar, evimizi yaktılar biz de korktuk ve Suriye’ye geçtik. Suriye’de de evimiz yakıldı ve tekrar Türkiye’ye döndük. Çok çok zordu. Burada da ev başımıza yıkıldı. Bizim gördüklerimizi kimse görmedi”
Mirjana Morokvasic, 1984 yılında yazdığı “Göçmen kuşlar aynı zamanda kadındır” başlıklı makalesinde göç alanında toplumsal cinsiyet çalışmalarının eksikliğine ve bu alanda yapılan çalışmalarda ana faktörün hep erkekler olduğuna vurgu yapar. Kadınların göçle bağlantılı somut deneyimlerine ilişkin araştırmalar o yıldan sonra baş göstermeye başlar ancak yine de kısıtlıdır.
Bu anlamda Göç İzleme Derneği'nin, (GÖÇİZDER) 2015-2016 yılları arasında Diyarbakır, Şırnak, Mardin, Hakkari il ve ilçelerinde sokağa çıkma yasakları sürecinde yaşanan göçe dair kadınlarla yaptığı çalışma, bir yandan kadınların göç deneyimine ışık tutarken diğer yandan da Kürtlerin göç ve savaş süreçleri ile ilgili hafızasını arşivleyen önemli bir çalışma.
Derneğin, "Sokağa çıkma yasakları ve zorunlu göç sürecinde kadınların yaşadıkları hak ihlalleri ve deneyimleri" başlığı ile yayınladığı rapor kapsamında, toplamda 480 kadın ile görüşme yapılmış. Ayrıca raporun dışında yine Sur, Cizre, Şırnak, Yüksekova, Nusaybin ve Van’da yapılan görüşmelerden 18’i 'Kadınların Göç Hikâyeleri' adıyla kitaplaştırılmış.
Rapora göre, 500 bin insanın yerinden edildiği, 1 milyon 809 bin kişinin dolaylı olarak etkilendiği bu süreçte, yaşam hakkı başta olmak üzere, birçok temel hak ve özgürlük ihlal edildi; barınma, sağlık, eğitim, güvenlik gibi hak ihlallerinden en fazla etkilenen kesimler de kadınlar ve çocuklar oldu. Raporun ortaya koyduğu bir diğer önemli gerçek ise kadınların göç olgusunu ilki 90'lı yıllarda köy boşaltmalar olmak üzere ikinci kez yaşıyor olmaları.
Raporda açıklanan veriler ve kadınların tanıklıklarından derlediğimiz bazı bölümler şöyle;
İlk göç 90'larda
Araştırmaya katılan kadınların yüzde 98’i anadilinin Kürtçe olduğunu belirtirken, yüzde 28’i Türkçe bilmediğini ifade etmiş.
Araştırmaya göre, sokağa çıkma yasakları ve abluka süreçlerini yaşayan ve göç etmek zorunda bırakılan nüfusun büyük bir bölümü, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren gerçekleşen köy boşaltma/yakma olaylarından kaynaklı yerinden edilen ve kentlere göç etmek zorunda bırakılanlardan oluşuyor.
Araştırmaya katılan kadınların yüzde 37’si 2015 öncesinde de zorunlu göç yaşamış ve bunların yüzde 84’ü, 1990’larda yaşanan köy yakma/boşaltma ve koruculuk dayatması sonucunda göç etmek zorunda kalmış.
“3 keredir evimiz yıkılıyor, 3 keredir kaçıyoruz, 92’de çıktık. Halimiz yoktu. Korkudan, evimizi bıraktık, eşyalarımızı bıraktık. Önce Silopi’ye sonra Cizre’ye sonra Kumçatı’ya gittik. 4-5 kere göç ettik.” (Şırnak-yaş 58)
“90’larda köy boşaltmaları sırasında, bomba attılar, evimizi yaktılar biz de korktuk ve Suriye’ye geçtik. Suriye’de de evimiz yakıldı ve tekrar Türkiye’ye döndük. Çok çok zordu. Burada da ev başımıza yıkıldı. Bizim gördüklerimizi kimse görmedi.” (Nusaybin-yaş 36)
'Ermeniler çıkın yoksa sizi yakarız'
Yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılan görüşmecilerin yüzde 31’i göç etme nedenini, yaşadıkları mahallenin boşaltılmasıyla birlikte ortaya çıkan can güvenliği tehdidi; yüzde 29’u sokağa çıkma yasakları; yüzde 19’u ise kolluk güçlerinin baskısı olarak ifade etmiş. Yine kadınların yüzde 36’sı yaşadıkları yerlerden ayrılmaları gerektiği bilgisinin anonsla yapıldığını; yüzde 23’ü ayrılmak zorunda olduğu bilgisinin kolluk kuvvetleri tarafından verildiğini; yüzde 30’u yaşadıkları kaygı nedeniyle göç ettiklerini söylemiş.
“Biz evden çıkmadık. Annem babam ve ben, bizim evin bodrumunda kaldık, yanımıza komşumuz da geldi. Hemen hemen iki aya yakın öyle yaşadık psikolojimiz çok kötüydü. Su yemek sıkıntısı çekiyorduk. Hepimizin gözünde ateş, nefret fışkırıyordu. Hiç bir şekilde komşularımızla irtibata geçemedik, kim ölü kim sağ bilmiyorduk. Anonsları duyabiliyorduk: ‘Ermeniler çıkın evlerinizden yoksa sizi yakarız.’”
Sur
Taciz ve mahremiyetin ihlali
Sokağa çıkma yasaklarında kadınların maruz kaldığı hak ihlallerinden biri de taciz ve mahremiyetin ihlali. Ancak burada dikkati çeken önemli bir nokta kadınların önemli bir çoğunluğunun bu soruları suskunlukla karşılamış olmaları. Katılımcıların yüzde 51’i abluka sürecinde tacize maruz kaldığını ya da tanık olduğunu belirtirken, yüzde 14’ü taciz ile ilgili soru karşında suskun kalmış. Yine görüşmelerde kadınların yüzde 36’sı mahremiyetin ihlal edildiğini belirtirken, yüzde 25 gibi yüksek bir oran ise bu soruya cevap vermek istememiş.
“Duvar yazıları vardı. İç çamaşırlarını her yere atmışlardı. Kullanılmış prezervatifler vardı. Bir tencerenin içine sıçıp sanki kaynatmışlardı. Onu gördüğümde tencereyi pencereden fırlattım.” (Cizre-yaş 55)
“O günleri anlatacak gücüm yok, bende hiçbir şey kalmadı. Psikolojim darmadağın. Çocuğumun üç gün aç kaldığını gördüm, düşük yaptım, bunlar en basiti. Susuzluktan ağladığımızı hatırlıyorum. Zaten havan topları, mermiler yetmiyormuş gibi bir de dışarıda anonsla sözlü taciz yapmaları vicdan işi değildi.” (Cizre)
“Söylemek istemiyorum ama kızların iç çamaşırlarını sıraya koymuşlardı, çok çirkindi, yazılar yazmışlardı. Mesela, ‘şalvarlı Kürt kızları az kaldı geleceğiz’, yani aklımda kalanlar bunlar üç yıl geçti üstünden.” (Sur-yaş 43)
'Dalmıştım, Cizre’yi düşünüyordum; Saçlarımı kestim'
Kadınların birçoğu bu süreçte sağlık, hijyen ve beslenme gibi temel haklara erişememiş. Jinekolojik sorunlar, regl olmama, pede erişememe, istem dışı gebelik, korku ve kaygı nedeniyle düşük yapma gibi sorunlar da kadınların maruz kaldığı hak ihlalleri arasında.
Ayrıca katılımcıların yüzde 75’i abluka süreci ve sonrasında psikolojik rahatsızlıklar yaşadığını; yüzde 70’i uykuya dalmada güçlük yaşadığını; yüzde 66’sı uykuyu sürdürmekte güçlük çektiğini; yüzde 58’i uykudan sıçrayarak uyandığını ve aynı anı tekrar tekrar yaşama hissine kapıldığını belirtmiş.
“Sokağa çıkma yasağında evden çıkmadık. Üç ay boyunca bodrum katında kaldık. Biz yedi aileydik, hepimiz aç ve susuzduk. Bir sürü hastamız vardı. Hastaneye gidemiyorduk, ilaç alamıyorduk, dışarı çıkamıyorduk.” (Cizre-yaş 35)
“Çocuklarımla birlikte Cizre’den çıkmak zorunda kaldığımızda top ve silahların hedefi olduk. Biz kaçıyorduk, gözümüzün önünde iki kişi yere düştü, öldüler mi bilmiyorum. Daha sonra göç ettiğimiz yerde o kişileri hafızamdan bir türlü çıkaramadım. Dalmıştım, Cizre’yi düşünüyordum. Saçlarımı tarayacaktım, tarağı saçlarımın arasında gezdirirken kendi kendime dedim ki, sen nasıl olur da onları orada bırakıp saçlarını tararsın! Aldığım gibi makasla saçlarımı en dibinden, gücümün yettiğince kestim.” (Cizre-yaş 35)
Cizre. Foto: AFP / İlyas Akengin
'Ne pedi su bile bulamıyorduk'
“Regli olamıyorduk korkudan. Ne pedi hiçbir şey yoktu, yirmi gün su bile görmedik. Evden çıkmayacaktık mecbur kaldık.” (Cizre)
“Ben yasaktan beri adet olmuyorum korkudan. Her şeyimizi kaybettik, solunum bozukluğu yaşıyorum, nefes almakta güçlük çekiyorum.” (Cizre-yaş 22)
“Göç ettikten sonra istem dışı gebelik yaşadım, çocuklarımla eski bağı kuramadığım için kürtaj yaptırdım.” (Sur-yaş 36)
“Sokağa çıkma yasağından önce hamileydim, O kadar zor günler oldu ki, yaşadıklarımdan dolayı düşük yaptım. Kış şartları da ağır geçiyordu. Bir yandan kanamam vardı diğer yandan kanamam olduğu için tir tir titriyordum soğuktan. Çaresizdim." (Cizre-yaş 30)
'Erkekler kadınları, kadınlar çocukları, çocuklar oyuncakları dövüyordu'
Yine abluka sürecinde kolluk güçlerinin şiddetinin yanı sıra aile içi şiddetin de artması araştırmanın ortaya koyduğu dikkat çekici verilerden. Katılımcılar abluka sürecinde yaşanan ya da tanık olunan şiddet türleri arasından en fazla yüzde 63 ile kolluk kuvvetlerinin fiziki ve sözlü şiddetine maruz kaldıklarını, yüzde 31’i ise aile içi şiddettin arttığını ya da ortaya çıktığını ifade etmiş.
“Günlerce, haftalarca evde bodrumda kapalı kalmıştık. Dışarıda sürekli bomba silah sesleri geliyordu. Hepimiz deliye dönmüştük. Öfkemizi nereye boşaltacağımızı bilemiyorduk. Amcam üst kattan aşağı koşup kadınları dövüyordu, kadınlar da çocukları dövüyordu, çocuklar ise oyuncaklarını kırıyordu. Duvarları yumrukluyordu. (Cizre-yaş 23)
'Mezardaki o mu değil mi bilmiyoruz'
Yasak sürecinde ihlal edilen en önemli haklardan biri de yas ve gömme hakkı. Bu süreç içerisinde birçok aile cenazelerini uzun bir süre defnedememiş veya cenazelerine dahi ulaşamamış.
“Cizre’ye geldik, bizim evin oradaki mezarlığa gömmek için ama izin vermediler. Silah üzerime doğrultup ‘Kımıldama, kımıldama!’ diyordu. Oğlumun cenazesine elimi süremedim. Öylece içim parçalana parçalana ağladım. Aradan zaman geçti, evdeyiz, telefon geldi diğer oğluma. Haberi alır almaz yere düştü oğlum. Önceki cenaze bizim değilmiş. Tekrar gittim kan vermeye. İki kere öldürdüler beni de oğlumu da. Tekrar gittik cenazeyi almaya. Mezarlığın etrafını çepeçevre sardılar, kuş uçurtmuyorlar. Kimsenin de cenazemize gelmesine izin vermediler. Ben hala diyorum oğlum şu kapıdan girecek. Bir kere yanlış oldu, belki yine yanlışlık olmuştur." (Cizre-yaş 60)
“Taziyemiz vardı, görmedik, direk Şırnak’a götürdüler, mezarına gidince o mu değil mi onu bile bilmiyoruz, ama diğer oğlumunkini biliyoruz.” (Cizre-yaş 49)
'Önceden kendi evimdi, şimdi kiracıyım'
Zorunlu göçün ardından yaşanan ekonomik sıkıntılar ve güvencesizlik ile ilgili sorulara verilen yanıtlar da katılımcıların ekonomik durumlarının büyük oranda kötüleştiğini ortaya koyuyor. Kadınların yüzde 71’i göç öncesi ve şu anki ekonomik durumları arasındaki değişimin geçmişle kıyaslandığında daha kötü veya çok daha kötü olduğunu, yalnızca yüzde 19’u temel ihtiyaçları karşılayacak yeterlilikte bir bütçeye sahip olduğunu, yüzde 95’i ise göç sonrası süreçte maddi olarak zorlandıklarını belirtmiş.
Yine katılımcıların büyük çoğunluğu, göç sonrası işsiz kaldığını, iş bulabilen yüzde 10'luk kesim ise güvencesiz çalıştığını belirtmiş. Katılımcılar arasında ayrıca okulu bırakıp mevsimlik işçi olarak çalışmaya gittiğini belirten genç kadınlar da bulunuyor.
“Göçten önce durumumuz daha iyiydi. Evimiz vardı, bahçemiz, hayvanımız vardı. Göçten önce çalışan kadın vardı, cezaevindeki kızım çalışıyordu. Önceden kendi evimdi şimdi kiradayım.” (İdil-yaş 36)
“Nusaybin’de en azından başımızı sokabilecek bir evimiz vardı onu da bize çok gördüler.” (İstanbul-yaş 29)
“Yardım yok, belediyemiz yok artık zaten belediyeye kayyum atandı kimse bize yardım etmedi. Şuan çok eksiğimiz var her anlamda. Evimizi düzeltsinler, belediyemizi istiyoruz. Eski mahalleme dönmek istiyorum. Artık güvenli olmalı mahallem.” (İdil-yaş 36)
Cizre. Foto: AFP / İlyas Akengin
Kadınlarda öz kıyım düşüncesi gelişti
GÖÇİZDER, raporun tespitler bölümünde, yaşanan sürecin ardından telafi edilemeyecek kadar ağır sonuçların ortaya çıktığına, özellikle psikolojik sorunların artması ile kadınlarda öz kıyım düşüncelerinin geliştiğine ve öz kıyımın yalnızca düşünce olarak kalmayıp gerçekleştirildiğinin aktarıldığına da vurgu yapmış.
Anne olan kadınlarda çocuklar ile bağ kuramama veya tam tersi fazla bağlanma, cinsel sorunlar, kendi başına bir faaliyet yürütememe, güven duygusunun azalması, iletişim kuramama gibi sorunlar da kadınlar ile yapılan görüşmeler sonrasında yapılan tespitler arasında.
“Ben bu dünyada bir karartıyım, ne bir ortama gidebiliyorum, ne bir insanın yanına. Sokağa çıktığım zaman her yerde onların izleri var; oturdukları yer, şakalaştıkları yer, düğün yaptıkları yer. Dünyada her şey karanlığım olmuş ha. Yani ben kendimden nefret ediyorum, ben hala niye sağım diyorum. Yani ölüm zaten benim bu halimden daha iyidir gerçekten. Psikolojik hastalıklarım olmuş, tedaviyi reddettim. Doktora götürdüler, ilaç yazdılar eve geldiğimde tüm ilaçları yaktım. Bilmiyorum şimdi ne yapayım. Dünyaya bakıyorum da sanki bazılarının feleğin bu çarkından haberi yok.” (Cizre-yaş 44)
“Abluka süreci boyunca evde kaldım. İnat ettim gitmeyeceğim, terk etmeyeceğim buraları dedim. Toprağım benim namusumdur sonuna kadar direneceğim dedim ve direnişimin zaferini kutlayacağım dedim. O kadar şiddetliydi ki saldırı bazen elimizi ısırıyorduk, kulaklarımıza pamuk koyuyorduk. Yüksek sesle şarkı söyleyip zılgıt çekiyorduk ki çocuklarımız etkilenmesin. Çektiğimiz sıkıntıları dile getirmek istemiyorum, o kadar özgürlük savaşçısına haksızlık yapmış olurum.” (Cizre-yaş 67)
“Benle eşim bodrum katına sığındık, sesler geliyordu. Eşim yatalak olduğu için hiçbir yere gidemedik. Orda öylece durduk birkaç gün. Daha sonra gıdamız tükendi. Artık suyumuz kalmadı. Su aramaya çıkacağım çıkamıyorum. Her yer karanlık ve bomba sesleri ile yankılanıyor. Eğildim yavaş yavaş su bulmak için. Komşumuzun evine gittim. Onların da suyu az kalmıştı yarısını bana verdiler. Getirdim. Eşim ağlıyordu. Ağzına peçeteyle su verdim. O an ölmek istedim.” (Cizre-yaş 52)
“Yasaktan sonra bir sürü insan kendini öldürdü. Komşumuzun gelini kendini öldürdü. Psikolojisi bozulmuştu, kaynanasına ‘ben aşağıya iniyorum’ diyor, inmiş kendini asmış.” (Yüksekova-yaş 80)
“Yasaktan dolayı oğlum ve gelinimin psikolojileri bozuldu. Şu an akıl ve ruh hastalıkları hastanesindeler.” (Cizre-67)
Ne olmuştu?
2015-2016 yılları arasında ilan edilen sokağa çıkma yasakları sürecinde yaklaşık 500 bin insan yerinden edildi, 1 milyon 809 bin kişi ise bu süreçten dolaylı olarak etkilendi. 16 Ağustos 2015’te Muş’un Varto ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağından başlayarak 1 Mart 2018 tarihine kadar geçen süre içerisinde toplam 11 il (Diyarbakır, Mardin, Hakkari, Şırnak, Bitlis, Muş, Bingöl, Dersim, Batman, Elazığ, Siirt) ve en az 49 ilçede resmi olarak tespit edilebilen en az 299 sokağa çıkma yasağı ilanı yapıldı. Bu süreçte tahmini rakamlara göre en az 3 bin 638 kişi yaşanan çatışmalar nedeniyle yaşamını yitirdi.