Kadıneki Yazı,

Ele geçirilmeyen mekân, bitmeyen fetih arzusu; Kurdistan'da sömürgeciliğin yeni fragmanları


Derya Aydın-03 Eyl 2023

Çatışmaların her aşamasında kadın bedeninin şiddet sahnesine dönüştürülmesi kadınlara yönelik suçların en sert biçimi olarak yaşanıyorsa da Kurdistan’da bu şiddeti bütünleyen çok fazla pratik mevcut. Kolluk gücünün Kurdistanlı genç kadınlara yönelik işlediği suçlar son yıllarda özellikle Gülistan Doku ve İpek Er vakasıyla kamusal alana taştı

Gündelik hayatın tarihine bakacak bir göz, salt geçmişin deneyimi ile bugüne bakmayı başarabilen bir tarihçi titizliğine muhtaç değil aynı zamanda toplumsal alana ait her örüntüye içerden ve inceden bakmayı beceren bir antropolojik bakışa da ihtiyaç duyar. Ancak böylesi keskin bir göz toplumların başına gelmiş ve gelmekte olan felaketi kavrama kapasitesine sahip olabilir. Bunu yapmak kolay değil. Zorluk her şeyi yutma ve hatta yok etme kapasitesini taşıyan, sonsuz sarmalla görünür ve görünmez bağlantıları olan Leviathan'ın kudretinden ileri gelmez. Tehlikeye karşı kimyasında taşıdığı kadim var olma dürtüsü ve uyum sağlama kapasitesiyle varlıklar, canavarın her an yutabileceği göz mesafesine gönüllüce konumlanır. Bu nedenledir ki Kurdistan'ı hiçbir zaman ele geçirme kudretine erişemese de Türk devletinin fetih arzusu hiç bitmemekte, sömürmenin yeni biçimleriyle sürmektedir.

Kurdistan'daki sömürgeciliğin yeni biçimlerine bazı örnekler özelinde yer verecek bu yazı, gündelik hayata daha içeriden bakmayı önermekte ve söz konusu süreçlerin her biri üzerine derinlemesine incelemelere kapı aralayarak Kurdistan'da yürürlükte olan sömürgeci şiddetin yeni bir okumaya tabi tutulması ihtiyacına dikkat çekmek istemektedir.

Ressam: Sevinç Altan

İnkâr edilen sömürgeciliğin yeni biçimleri

Türk devletinin Kuzey Kurdistan'da[1] yüz yıldır yürürlükte olan politikaları sömürgecilik olarak tanımlanmıyor. Bu hakikat sadece Türk devleti tarafından değil uluslararası güçlerce de "inkâr ediliyor."[2]  Devasa dünya sömürgecilik literatürüne rağmen devletin Kürdistan'da kullandığı şiddet akademik literatürde uzun süre ne yerleşimci sömürgecilik (settler colonialism) ne de iç sömürgecilik (internal colonialism) olarak okundu. Bu rejimin sömürgecilik literatürüyle ele alınmamasının nedeni bu formların bağlamı karşılamıyor olmasından değil, bu hakikatin tamamıyla yok sayılmasından ileri geliyor. Kurdistan'daki devlet şiddetini ve devletin çok yönlü politikalarını sömürgecilik literatürü ile okuyan akademik yazım hâlâ çok yetersiz.

Öte taraftan, 1970’lerde “Kurdistan sömürgedir” belirlemesi ile ortaya çıkan, 80'ler ve 90'lar boyunca örgütlenme ve eylem çizgisinde bu tezin etkili olduğu[3] Kürt Özgürlük Hareketi özellikle 2000'ler itibarıyla bu tespitten uzaklaştı. Oysa Öcalan'ın 80'lerin ilk yarısında kaleme aldığı "Kürdistan'da Zorun Rolü"[4] ve "Kürdistan'da Kişilik Sorunu"[5] hem Kurdistan'daki sömürgecilik pratiklerine hem de sömürge şiddetinin birey ve toplum üzerindeki etkilerini derinlemesine kritik etmekte. Yine mücadelesinin merkezine eleştiri ve özeleştiriyi alan bu hareketin kişilik çözümlerinde gündelik yaşamdan politikaya kadar sömürgecilik eksenli okumalar oldukça merkezi role sahip. Her ne kadar Kürt Siyasal Hareketi son yıllarda devleti sömürgeci ifadesiyle tanımlıyor olsa da ne örgütlü mücadelesinin her aşamasında ne de diplomatik faaliyetlerinde sömürgecilik belirlemesine merkezi rol atfediyor. Devletin Kurdistan'daki varlığı, hegemonyası, kullandığı çok yönlü şiddet pratikleri hareket tarafından sömürgecilik okuması ile yeterince ele alınmıyor. Kayyum yoluyla Kurdistan belediyelerine “sömürge valisi” atayan devlet, Kürtlerin ve Kürdistanlıların da yer bulduğu mecliste irade gaspı ve inkârı pekiştiriyor.

Geldiğimiz aşamada yalnızca direnişe ve direnenlere değil, Kurdistan'da her türden varlığa ve varoluşa gaddar bir savaşın açılmış olması yeniden ama yeni bir sömürgecilik okumasını zorunlu kılıyor. Bu okuma benzer süreçleri yaşayan dünya deneyimlerini göz önünde bulundurmak zorunda, ancak Kurdistan'da neoliberalizm, erkeklik, ev kadınlaştırılmış emek[6] rejimi, nekro-politika[7], ekolojik kırım, insansızlaştırma[8] ve “özel savaş politikaları”yla yeniden üretilen sömürgeciliğin buradaki biçimini odağa almak zorunda. Bu deneyim Batı’nın tarihselcilik ve zamansallığı[9] ile kavram dayatmasına kapılmadan yerinden ve yerelden ele alınmaya, okunmaya, kavramsallaştırılmaya ve yazılmaya muhtaç. Tıpkı yarım asırlık deneyimden süzülerek Kürt Özgürlük Hareketi'nin, eylemini ve yaşam tahayyülünü tarif etmek için oluşturduğu kavramsallaştırma çabası gibi.[10]

Yasın yasaklanması ya da nekro-politika

Hâlihazırda Kurdistan’da sürmekte olan yönetimsellik ve devlet şiddeti pratikleri sömürgeciliğin yeniden üretilme biçimlerini açık biçimde ortaya koyarken bunu kaydetmek, yazmak ve bırakın kavramsallaştırmayı kavramak dahi çok güç. Cenazelerin morglarda bekletilmesi, mezarların ve mezarlıkların tahrip edilmesi, ölülerin kimsesizler mezarlıklarına defnedilmesi, mezarsız bırakılması ve hatta ölülerin yerinden edilmesi gibi ölülere yönelik şiddet pratikleri yaygın biçimde yıllardır yaşanmakta; ölümlü varlıkların ölümü dahi elinden alınmak istenmektedir. Ülkenin en onurlu adalet mücadelesi olan Cumartesi Anneleri ile kayıp yakınlarının adalet taleplerinin engellenmesi ile kamusal alanda yaslarının yasaklanması çetin bir biçimde sürüyor. Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray’daki eylemleri her cumartesi şiddete maruz kalıyor. Yıllardır barış mücadelesi sürdüren Barış Anneleri üyesi kadınlar 15 Ağustos’ta yapılan ev baskınlarıyla gözaltına alındı. Soruşturmayla ilgili ifade vermek üzere Hakkâri’ye giden iki barış annesi geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerden biri Perişan Akçelik’ti. Aynı kazada oğlu Cihan da hayatını kaybetti. Akçelik’in 2015’te yaşanan kent çatışmalarında iki çocuğunu kaybettiğini, eşinin ise bu acıya dayamayarak kalp krizinden öldüğünü, böylece bir ailenin tamamımın hayatını kaybettiğini aynı gün öğrendik. Yıllar önce tez araştırmam kapsamında 2016’da görüştüğüm Mebya-Der çalışanı bir görüşmecime “Bu kadar acı var, nasıl üstesinden geliyorsunuz?” diye sorduğumda, “Üstesinden geldiğimizi mi düşünüyorsun! Kürdistan’da kaç anne, baba genç yaşta hayatını kaybetti, kaçı hayatta… Bunu bile bilmiyoruz.” demişti. Kurdistan’da süren sömürgeci pratiklerin sonuçları bir yana bizzat pratiklerin dahi kaydı yok.

Borçlu ölmek; Reddi miras ya da toplumsal ilişkileri parçalama

Hayatını kaybeden PKK'lilere devlet borç çıkararak hayattayken “devletin mülkiyetine verdiği zarar” ile “öldürmüş olduğu kişiler”in yakınlarına ödenmesi amacıyla yüklü tazminatlar çıkarıyor. Devlet, hayatını kaybeden söz konusu kişilerin ailelerinin ya bu borcu tazmin etmesini ya da reddi miras yapmasını dayatıyor. Tanığın öldüğü ve tanıklığın imkânsız[11] olduğu bu süreçte, tazmin edilmesi istenen miktarı hesaplamanın yolu yok. Ancak devlet bu kişilerin yakınlarının önüne iki yol koyuyor: Borç ödemek ya da reddi miras. Rakamların oldukça yüklü olması ve ülkenin en yoksul kesiminin bu ailelerin olması dolayısıyla bu borcu ödemek aileler için imkânsız. Ya borçlu ölen reddi mirasa tabi tutulacak ya bunu yapmak istemeyen aile daha da yoksullaşacak ya da bu konuda hiçbir zaman hemfikir olamayan aileler parçalanacak.

Kutup yıldızı ya da panopticon; Köylerin yeni tanrısı

Son yıllarda daha sıkça karşımıza çıkan diğer pratikler kırsal mekânın militarize edilerek tekinsizleştirilmesi ve nihai olarak insansızlaştırılması girişimleri. Her sene operasyonlar gerekçe gösterilerek birçok Kürt öldürülüyor. Bunların büyük çoğunluğu kırsala, köylere, toprağa tutunan köylüler. Üstelik 90’lı yıllarda göç deneyimlerini yaşayan ancak buna rağmen yaşam alanlarından kopmayan Kürt köylüler bunlar. Şerali Dereli, Sürmi İnce, Servet Turgut bunlardan yalnızca üçü. Bu ölümler Silvia Federici’nin “yeni cadı avları” ifadesini hatırlatıyor. Federici Afrika, Hindistan, Nepal, Ppua Yeni Gine gibi bölgelerde genç erkeklerin cadı aramak ve cezalandırmak için kırsal bölgelerde dolaşıp topraklarını satmak istemeyen yaşlı kadınları öldürüp topraklarına el koyduğunu aktarıyor.[12] Öyle ya, artık dünyanın her yerinde militarizm ile neoliberal şiddet kol kola ilerliyor. Dünyanın her yerinde ordular paralı asker alıyor ve askerler şirketleri savunuyor.[13] Ve artık Kurdistan’da askerler para için de savaşıyor. Özellikle 2015’ten sonra Kurdistan kırsalının militarize edilmesi yeni bir eşiği aşmış düzeyde. Askeri üslerin, karakolların, kalekolların, kolluk gücü ve korucu sayısının gittikçe artması yetmiyor ki, Kurdistan’da tekniğin yeni biçimlerinin dâhil edildiği yeni bir mekân kuşatması söz konusu.

Geçtiğimiz Temmuz ve Ağustos boyunca önce Hizan sonra Tatvan’da yaşanan çatışmalar kuşatmanın bu yeni biçimini bir kez daha ama daha açık biçimde gösterdi. Hizan’da bir ay süren, birden fazla kez sokağa çıkma yasağının ilan edildiği, çıkan yangınlarda cevizlerin, fındıkların kül olduğu, köyde hayvancılık ve tarımın durma noktasına geldiği operasyonun nedenini devlet televizyonları ilan etti. Buna göre PKK’liler fotokapana yakalanmıştı ve hepsi “etkisiz hale getirilinceye kadar” operasyon devam edecekti. Bu nedenle bir ay boyunca köyün kuşatma altına alınması; yaşayan her varlığın yaşamının tahrip edilmesi, taşın, toprağın, ağacın, kurdun, kuşun heba edilmesi meşruydu. Hemen akabinde Tatvan’da köylülerin işkenceye uğramış olmasının meşruiyeti aynı yolla sağlanacaktı.

Kurdistan’da köylerin, bağların, bahçelerin, dağların, yayların yeni tepe gözü fotokapanlar. Köylüler artık dağ yamaçlarına, ağaç başlarına ve kayalıklara mesafelenerek yaşamak zorunda. Birçok anlatıda çobanlar, devletin her şeyi görme kudretine sahip olmak isteyen bu yeni gözünü tesadüfen keşfettiklerini ve irkilerek geri çekildiklerini ifade ediyor. Yönetimselliğin yeni biçimi dağlara açılan yeni yollar, kelekollar, fotokapanlarla bitmiyor. Görüntüyü kaydeden bu göze, çipler, dronelar ve insansız hava araçları eşlik ediyor. Akşamüzeri köylerde gökyüzünde parlayan artık kutup yıldızı değil, heronlar.[14] Köylerin bu yeni tanrıları iktidarın görünmezliğiyle her an her yerde hazır ve nazır olduğunu ilan ediyor. Devletin oradalığıyla kudretini gösteren panopticon[15] sadece PKK’lileri veya köylüleri değil tüm coğrafyayı gözetim altında tutuyor. Köylüler artık bir yaz günü bahçede çalışırken kulağının dibinden görünmez seslerin yükseldiğini fark ediyor. Kırsalın ıssızlığını delen bu sesin sahibini görmeyen köylü devletin sonu gelmeyen fetih arzusuna temas ettiğini iyi biliyor.

Kadın bedeninin şiddet sahnesine dönüşmesi ya da duyguya rıza üretme

Kürt Özgürlük Hareketi devletin yeni savaş stratejisinin özellikle kadın bedenine, gençlerin hayatına ve gündelik yaşama etkilerini ifade etmek için “özel savaş politikaları” ifadesini kullanıyor. Bu ifade militarizmle erkekliğin kol kola yürümesi, halkın ajanlaştırılması, güven ilişkilerinin zedelenmesi gibi süreçleri odağa alsa da toplumsal alandan inanç alanına, güvenlikten siyasal alana kadar devletin incelikle tesis ettiği ve yürürlüğe koyduğu geniş bir pratikler dizisine nüfuz ediyor. Çatışmaların her aşamasında kadın bedeninin şiddet sahnesine dönüştürülmesi kadınlara yönelik suçların en sert biçimi olarak yaşanıyorsa da Kurdistan’da bu şiddeti bütünleyen çok fazla pratik mevcut. Kolluk gücünün Kurdistanlı genç kadınlara yönelik işlediği suçlar son yıllarda özellikle Gülistan Doku ve İpek Er vakasıyla kamusal alana taştı. İki örnekte de “rızanın olduğu” devletin ideolojik aparatları tarafından önemle vurgulandı. Nitekim Er vakasında hukuk bu argümana göre pozisyon aldı.

90’lı yıllar boyunca Kurdistan’da kadınlara yönelik cinsel suçlar başta olmak üzere birçok suçun yaşandığı bir hakikat. Ancak bugün kadınların rızası üretilerek, bu rıza sürece dahil edilerek bu şiddet yeniden üretiliyor. Yeterince niceliksel veri mevcut olmasa da[16] genç Kürt kadınların kolluk gücü ile yaşadığı duygusal/ikili ilişkilerin arttığı ifade ediliyor. Bu ilişkilerde rıza olmadığını da olduğunu da söylemek güç zira sömürge toplumlarda rızanın nasıl üretildiği sömürgecilikten azade değil. Hele ki bu duygusal bir süreç ise bunu yerip karşı çıkmak ya da reddetmek meseleyi kavramada bizi daha fazla uzaklaştırır. Bu ilişkilerin sonuçlarının ne olduğu, bu süreçlerin neye evirildiği sömürgeciliğin yeni biçimlerini kavramak açısından oldukça önemli bir alan olarak önümüzde duruyor.

Sonuç yerine bir başlangıç

Her geçen gün şiddetin, yoksulluğun, yıkımın artığı; her derenin üzerine bir barajın, her dağın yamacına bir kum veya  taş ocağının iliştirildiği; Kurdistan kentlerinde zırhlı araçlarla -özellikle çocuklara yönelik- ölümün saçıldığı; kırsalda toprağa tutunan yaşam çabasının yok edilerek coğrafyanın insansızlaştırılmak istendiği; mevsimlik emek göçünden Kurdistan kentlerinde kurulan yeni üretim atölyeleri ve kalkınma projeleriyle emeğin her geçen gün daha da ucuzlaştığı; geçmişe, üretime ve direnişe dair hafızanın kırımdan geçtiği bir eşikten geçiyoruz. Yaşama ve üretime dair kapasitemizin yok edilmek istendiği ve bütün sevdiklerimizin yeni bir başlangıç için göç etmenin bir yolunu bulmaya çalıştığı bu eşikte yaşmak kolay değil. Olup biteni görmek, içeriden bakmak, kaydetmek ve yazmak her zamankinden daha güç. Kurtuluşa dair bütün telkinlerin gittikçe bireyselleştiği bu tedirgin zeminde; hard kapitalin yeni sahası, ucuz üretimin yeni üssü Kurdistan’da hayata tutunmak, üretmek, kaydetmek umuda açılan biricik yol. Bu umuda kapı aralamanın kavramsallaşmış bir biçimi Jineoloji. Bu kapıdan ilerlemek her zamankinden daha zaruri.

 

[1] Yazı boyunca kullanılacak Kürdistan ifadesi Kuzey Kürdistan'ı gönderme yapacaktır.

[2] Gülistan Yarkın, "İnkâr Edilen Hakikat: Sömürge Kuzey Kürdistan", Kürd Araştırmaları Sayı: 1, Güz 2019.

[3] Ahmet Hamdi Akkaya. "Kürt Hareketinin Örgütlenme Süreci Olarak 1970’ler" https://core.ac.uk/download/pdf/55897194.pdf

[4] Abdullah Öcalan, Kürdistan'da Zorun Rolü, Weşanen Serxwebun, 1983.

[5] Abdullah Öcalan, Kürdistan'da Kişilik Sorunu, İstanbul: Melsa Yayınlar, 1992.

[6] Emeğin ev kadınlaştırılması günümüzde emeğin, güvencesiz, esnek ve ucuz hale gelmesini tarif eden ifade. Maria Mies, Veronika Bennholdt-Thomsen, Claudia Von Werlhof, Son Sömürge Kadınlar, İstanbul İletişim Yayınları, 2018.

[7] Türkçeye “ölüm siyaseti” şeklinde çevrilen, devletin yaşama ve ölüme yönelik politikalarını tanımlayan Achille Mbembe’ye ait kavram. 

[8] İnsansızlaştırma ve devletin Kürdistan'daki ekolojik kırımının ideolojik, siyasal ve tarihsel arka planı için bkz: Zozan Pehlivan, "Devletin ekolojik aygıtlar"  https://birartibir.org/devletin-ekolojik-aygitlari/

[9] Dipesh Chakrabarty, Avrupa'yı Taşralaştırmak, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2021.

[10] Jineoloji, özgür eşyaşam, xwebûn ve demokratik modernite bu kavramlardan birkaçıdır.

[11] Ermeni felaketi üzerine yazılmış edebiyatı, Türkiye'de Ermeni soykırıma ilişkin barışma ve özür kampanyalarının yapıldığı bir dönemde, 2009'da Sabancı Üniversitesinde yapılan seminerlerde uzun uzadıya kritik eden Marc Nichanian'ın bu seminerlerde vurguladığı temel meselelerden biri "tanığın ölümü"dür. Nichanian -birinci- tanığın öldüğünü bu nedenle tanıklığın imkânsız olduğunu ifade eder. Marc Nichanian, Edebiyat ve Felaket, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011.

[12] Federici, Silvia. Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar. İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2019.

[13] Akbelen bunun en yakın örneği.

[14] Geçtiğimiz haziran ayında, akşamüzeri gökte parlayan yıldızı işaret ederek anneme, “dadê ev sterka êvarê ye” diye sorduğumda “na ew quzilqurte, heron e çi ye navê wî, ew e” dediğinde şok olmuş, irkilmiştim. Meğer bu dağ köyü de 7/24 devletin gözetimine alınmıştı.

[15]Jeremy Bentham’a ait, hapishane modelini tanımlayan bu kavramı Foucault, iktidarın kitleleri gözetim altında tutma ve denetleme sürecine ilişkin kullanmıştır.

[16] Bu yönlü çalışmalar ve araştırmalar yapan kadın kurumlarının çoğunun KHK’ler ve kayyımlarca kapatılmış olması verilere ulaşmamızı daha da güçleştiriyor.


Etiketler : Musa Orhan, Kadın bedeni, İpek Er, Sömürge, Özel savaş politikaları, Gülistan Doku, Kurdistan'da polis şiddeti, Kurdistan'da kolluk şiddeti,


...

Derya Aydın