Toplumu korku ve şiddet yoluyla sindiren Hizbullah, hiçbir eylemini üstlenmemesine rağmen, cinayetleri işleme yöntemiyle imzasını bırakıyordu. Enseden vurma, domuz bağı, satır ve kadınların yüzüne kezzap atma örgütün kanlı imza bırakma yöntemleri arasındaydı. Kafaya naylon veya bidon geçirerek elektrik şoku verme, tırnak çekme, vücuda naylon damlatma ve asit kullanma gibi işkence yöntemlerini de kullandılar. İtirafçıların ve tanıkların beyanlarıyla, Hizbullah’ın öldürdüklerini gizlediği birçok toplu mezar bulunduğu gibi, kaçırdığı, domuz bağıyla bağlayarak işkenceyle öldürdüğü birçok ismi bazı evlerin (mezar evler) altına gömerek üzerlerine beton döktüğü ortaya çıktı
90’lı yıllarda insan kaçırma, işkence, satırlı saldırılar, domuz bağı, enseden vurma gibi yöntemleri ve mezar evlerle adını duyuran Hizbullah’ın kökleri 1970’lerin sonlarına dayanıyor. Kendilerine İhvan’cı Müslüman Kardeşleri model alan Hizbullah, 79’da gerçekleşen İran İslam Devrimi’nden de ilham alarak (İran tipi eğitim ve ayaklanma), Hüseyin Velioğlu liderliğinde Diyarbakır ve Batman’daki İlim-Vahdet Kitapevleri etrafında şekillenir. Velioğlu’nun, anti komünist Milli Türk Talebe Birliği ve Milli Selamet Partisi’nin gençlik kolu olan Akıncılar Derneği içerisinde faaliyet yürüttüğü bilinmektedir. Diyarbakır ve Batman‘da şeklini alan, temel ilkesi gizlilik olan, görsel-işitsel ve yazılı materyal kullanmayan “yapı” ilk başlarda kendini “cemaat” ya da “Cemaata Ulemayên İslâmi (İslam Âlimleri Cemaati)” olarak tanımlar.
“İsimsiz” bir yapı olarak varlığını sürdürdüğü 10 yıl içinde pek duyulan bir eyleminin olmadığı, sadece üst düzey yöneticilerinin İran’da eğitim aldığı biliniyor. 89-90’ların başında Hizbullah ismini kullanmaya başlayan örgüt, Kürdistan’daki şiddet eylemleriyle adını duyurmaya başlıyor. Halk arasında Hizbul-Kontra ve Hizbul-Wahşet olarak da anılan bu örgütün adını duyurduğu ilk eylemse, yaşadıkları “yaklaşım farklılıkları” sebebiyle, Menzil grubuyla yaşadığı çatışma ve kaçırdığı lideri Fidan Güngör’ü öldürmesidir. Bu eylemle birlikte güç kazanan Hizbullah, camilerde örgütlenmeye başlar, buna izin vermeyip onlara katılmayan cami imamlarını öldürmüş ya da kaçırmış, muhalif gördüğü kişilerin ailelerini ve yakınlarını tehdit ve şantajla sindirmeye çalışmıştır. Tüm bunların yanı sıra infak adını verdikleri zorla bağışlarla, topladıkları zekatlarla, köylüden gasp ettikleri toprak ve mahsullerle gelir sağlamıştır. Hizbullah’ın kadın örgütlenmesi de gerek camilerde gerekse evlerde kadınlar arasında güçlü bir ilişki ağı kurarak, kuryelik yaparak örgüte bağış adı altında para kazandırmıştır.
Toplumu korku ve şiddet yoluyla sindiren Hizbullah, hiçbir eylemini üstlenmemesine rağmen, cinayetleri işleme yöntemiyle imzasını bırakıyordu. Enseden vurma, domuz bağı, satır ve kadınların yüzüne kezzap atma örgütün kanlı imza bırakma yöntemleri arasındaydı. Kafaya naylon veya bidon geçirerek elektrik şoku verme, tırnak çekme, vücuda naylon damlatma ve asit kullanma gibi işkence yöntemlerini de kullandılar.
İtirafçıların ve tanıkların beyanlarıyla, Hizbullah’ın öldürdüklerini gizlediği birçok toplu mezar bulunduğu gibi, kaçırdığı, domuz bağıyla bağlayarak işkenceyle öldürdüğü birçok ismi bazı evlerin (mezar evler) altına gömerek üzerlerine beton döktüğü ortaya çıktı.
Sokaklarda 3kişilik ölüm timleri halinde gezerek bir korku ve şiddet ‘fenomeni’ haline gelen Hizbullah’ın hedefi; Kürdistan’daki diğer İslami hareketleri tasfiye ederek tek güç haline gelmek ve İslami bir devlet kurmaktı. Bu nihai hedef, Kürt Özgürlük Hareketi’yle mücadelede zorlanan Türk Devleti için de oldukça kullanışlıydı. Türk derin devleti ve istihbaratı ile kurulan aktif ilişkiyle Hizbul-Kontra, Türk Devleti’nin ihtiyacı olduğunda başvurduğu ve kullandığı bir güç haline gelmişti. 90’lı yıllar boyunca devlet kontrolünde cinayetler işleyen Hizbullah’ın, PKK’li olduğu iddiasıyla işlediği ilk cinayetse, Süryani Mihail Bayro cinayetiydi ve bu cinayet, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı devletle iş birliğinin ilk silahlı eylemiydi.
Hizbullah, PKK'nin, Türk Devleti tarafından “sünnetsiz”, Êzidî ve Ermeni örgütü olarak lanse edilmesi sonucu Süryani, Êzidî ve Ermenilere yönelik de faili meçhul cinayetler işledi. Ancak, İslami kanunlara göre yönetilen bir devlet arzulayan Hizbullah’ın hedefinde özellikle PKK vardı. İzlediği kadın özgürlükçü (kadınların gerillaya katılımı), sol- sosyalist ve seküler çizgisi ile PKK, Hizbullah’a göre “kafir” ve komünist bir örgüttü. Ayrıca bağımsız Kürdistancı çizgisi, Türk Devleti için nasıl bir tehdit oluşturuyorsa Hizbullah için de aynı tehdidi oluşturuyordu. Yani PKK hem Hizbullah hem de Türk Devleti için ortak bir düşmandı. Bu düşmanlığın ortaklığıyla çok sayıda Kürt gazeteci, siyasetçi, imam ve sayıları binleri bulan sivil, bu kontra örgütün hedefi haline geldi.
Hizbullah, PKK’li olduğu ya da sempati beslediği iddiasıyla; sivillere yönelik kaçırma, işkence ve silahlı saldırılarını bu dönemde arttırdı. 90’lı yıllar boyunca içinde Hizbullah ve Jitem’in de bulunduğu devlet destekli kontra yapıların saldırıları sonucu 17 bin 500 faili meçhul cinayet işlendi. Özellikle 92- 95 yılları arasında binlerce kişiyi katleden Hizbullah, bu süreçte devlet güçlerine yönelik herhangi bir eylem yapmadığı gibi devlet tarafından da hiçbir operasyona maruz kalmadı. Dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’a göre “Hizbullah, devlet aleyhine eylemlerden kaçınmaktaydı, bu yüzden örgüt üyelerini yakalamak fayda sağlamaz”dı. Dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan ise, “PKK çökertilmedikçe Hizbullah tipi ‘militan’ örgütleri çözmeye niyetleri olmadığını” açıklamıştı.
Bir MİT ajanının açıklamalarında geçen Hizbul-Kontra’nın,” Özellikle Batman, Nusaybin ve Silvan’da üs kurduğu, Kızıltepe’de de eğitim merkezlerinin olduğu, Diyarbakır Çevik Kuvvet Merkezinin, Kızıltepe Orduevinin, Batman MİT binasının da bu merkezler arasında olduğu”, aslında örgütün devlet tarafından kullanıldığı ve korunduğunu açık eden bir başka bilgiydi.