Sisters Uncut'tan kadınların Londra'daki eylemlerinden. Foto: Tolga Akme /AFP
Özgürlük siyaseti içindeki ‘ayrıcalık’ söylemleri, özgür olmanın ne kadar uzağında olduğumuzu gösteriyor. Birlikte cinsiyetçi şiddetten arınmış bir dünya için mücadele etmek yerine, katledilen kadınların hangisinin daha değerli olduğunu tartıyoruz
Katledilen herhangi bir kadının öldürülen diğer kadınlardan daha değerli olduğu tartışmaları bizi Twitter argümanları dışında başka bir yere ulaştırmaz.
Bu hafta, 28 yaşındaki ilkokul öğretmeni Sabina Nessa'nın Cumartesi günü güney Londra'da evine dönerken öldürüldüğüne dair haberler çıktı. Medyanın gecikmeli ve yetersiz ilgisi, bazı cinayetlerin neden diğerlerinden daha fazla ilgi gördüğü konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirdi. Sarah Everard'ın cinayetine verilen yanıt, beyaz ayrıcalıklı bir vaka çalışması olarak konuşlandırılıyor ve birçok kişi, öldürülen kız kardeşler Nicole Smallman ve Bibaa Henry veya Blessing Olusegun için neden benzer şekilde yüksek seviyeli tepkinin gösterilmediğini sorguluyor.
Tüm bu tartışmalar içerisinde kaybolmuş gibi görünen şey, neden Sarah Everard için protesto nöbetlerinin tutulduğu ve olayın tüm gazetelerde yer alması. Her ikisinin de cevabı polisin cinsiyetçiliği ve şiddeti.
Everard’ın katledilmesine dönük medyanın ilgisi kesinlikle ırkıyla ilgiliyken, protesto çağrıları Everard beyaz olduğu için yapılmadı. Kadınlar, Everard'ın kaybolmasından sorumlu kişi hâlâ serbestken, polisin geceleri evde kalmalarını tavsiye etmesine kızmıştı. Sokakları Geri Al (RTS) hareketi, polis dahil tüm saldırganlara karşı direnişin bir göstergesi olarak gece nöbeti çağrısında bulunmuştu. Soruşturmacılar gece sokağa çıkmanın sorumluluğunu kadınların üzerine yıkmaya çalışırken, Lambeth polisinin Everard cinayetinden sonra bulunduğu tavsiyeler Batı Yorkshire polisinin tavsiyelerini yansıtıyordu. RTS, 1970’li yıllarda Birleşik Krallık’ta polis tavsiyelerini reddederek kurulan Geceyi Geri Al hareketinden esinlenerek kuruldu. Şimdi de olduğu gibi kadınlar toplumsal hayata tüm yönleriyle katılmak için çalışma ve sosyalleşme haklarını değerlendiriyorlar.
Salgın nedeniyle kapanma zamanı dışındaki protesto eylemleri daha fazla dikkat çekebilirdi ama olmadı. Fakat RTS, yüksek mahkemenin ret kararından sonra bile nöbet eylemi için izin arayışındaydı. RTS’nin gece nöbetini bırakmasıyla, Sisters Uncut'tan siyah kadınlar, polise meydan okuyarak Clapham Common'a inen bin kişiye öncülük ettiler. Bu sırada Metropolitan polisinde görevli Wayne Couzen tutuklandı, Everard’ın ölümündeki sorumluluğunu itiraf etti. Polisin nöbeti engellemeye yönelik sürekli girişimleri ve kendilerinden birinin tutuklandığı haberi nöbette bulunanlar arasında öfkeye neden oldu. Ardından polis gece nöbetlerine saldırarak onlarca kadını şiddet uygulayarak gözaltına aldı. Polis vahşetinin medyada yer alması, Metropolitan Polisi için siyasi bir kriz yarattı ve güvenlik güçlerine yönelik yetkilerin kaldırılması tartışmaları Kill the Bill hareketini ateşledi.
Bazı eleştirmeler gece nöbetlerinin ve ardından gelen medya haberlerinin gerçekte Sarah Everard’la ilgili olmadığını iddia ettiler. Bir bakıma haklıydılar. Bu durum Sarah’tan çok daha büyüktü. Ortaya çıkan şey, bir grup kadın ile bizi susturmak isteyen bir polis gücü arasındaki güç mücadelesiydi.
Bu önemli politik anı ‘beyazlığa’ indirgeyen açıklamalar mevcut sistematik problemleri yakalamakta başarısız kalıyor, devletin kancasını atmasına ve oluşan hareketin gündeminden çalınmasına izin veriyor. Birileri Everard’ın katledilmesinin ardından gelişen protestoları beyaz ayrıcalığına bağlamaya devam ediyor. Everard’ın büyük annesinin Windrush adlı gemi ile 1948 yılında Jameika’dan İngiltere’ye getirildiği gerçeğini kenara bırakırsak, katledilen kadınları ayrıcalık prizmasından geçirerek nasıl değerlendirdiğimiz hususunu gözden geçirebiliriz.
Öldürülen herhangi bir kişinin ayrıcalıklı olduğu fikri kendi içinde oldukça tuhaftır. Yine de, bazı cinayetlerin diğerlerinden daha az önemli olduğu doğru. Örneğin öldürülen kadınlar erkeklerden daha az önemli. Ya da katledilen bir siyah öldürülen bir beyazdan daha az önemli. Öldürülen bir trans ya da eşcinsel kişi toplumsal cinsiyeti ile biyolojik cinsiyeti aynı olan kişilerden daha az önemlidir.
Özgürlük siyaseti içerisindeki ‘ayrıcalık’ söylemleri, özgür olmanın ne kadar uzağında olduğumuz bize gösteriyor. Birlikte cinsiyetçi şiddetten arındırılmış bir dünya için mücadele etmek yerine, katledilen kadınların hangisinin diğerinden daha değerli olduğunu tartıyoruz. Devlet ve kurumları 40 yılda taban hareketlerini istihdam ve fonla ayartarak, dilimizi devrimden rekabete dönüştürdüler. Kapitalistler masalarındaki bir kırıntı için onlara yalvarmamıza kadar tüm hayal gücümüzü kısıtlayarak bizi kandırırken, onlara kâr sağlayan sisteme dokunulmadı.
Bu durum bizi gece nöbetleri konusunda cesaretlendiriyor. Doğrusu, katledilen kadınların, beyaz ya da siyah olsun, böyle platformları deneyimleme olanakları yoktu. Fakat aile içi şiddet hizmetleri, STK’lar ya da sosyal medya fenomenleri için bunlar amaçları için harcanabilecek şeylerdir. Temsil siyaset, adaletin her herkes için eşit şekilde uygulandığını iddia etse de bu iddia düzmece.
Sarah Everard'ın öldürülmesinin ardından yaşananlar, cinsiyetçi şiddetin köklerine dönük siyasi bir hareketi ateşleyen benzersiz politik koşulların bir araya gelmesiydi. Bu, herhangi bir trajik olayda yok denecek kadar az görülen bir sonuçtur ve bu kadar önemli bir siyasi anı görünürlük adına gözden kaçırmamalıyız.
Clapham Common'daki gece nöbetine katılan kadınlar kapitalizmi, beyaz üstünlüğünü ve heteropatriarka altında bizi baskılayan sistemin köklerini oluşturan devlet gücüne karşı çıkararak, yasaklarını tanımadılar. Sabina Nessa cinayetinin, Sarah Everard cinayeti kadar tepki çekmediği doğru. Fakat bu gerçeği protesto eden gazete makaleleri kesinlikle başka bir kadın cinayetini engelleyemeyecektir.
Kapitalizmin özgürlüğümüzün şartlarını dikte etmesine izin vermek yerine, bir daha asla bir kız kardeşimize veda etmek zorunda kalmamak için onların güçlerini boşa çıkarmalı ve her fırsatı değerlendirmeliyiz. Gözden kaçırmamamız gereken hedefimiz, cinsiyetçiliğe ve devlet şiddetine son vermektir. Ve Sarah Everard’ın katledilmesinin ardından ortaya çıkan Kill the Bill hareketi, bunu yapmak için elimizdeki en iyi şans.
*Çeviri: Mehmet İnanç