Abhanpur’da ‘cadı olduğu için’ bütün bir köy tarafından yakılan bir kadının haberini okuyordum… 3 oğul bütün bir köye annelerinin cadı olduğunu ve çeşitli büyüler hazırladıklarını söylemişlerdi. Fakat gerçek farklıydı…
Shashi Sail bir feminist aktivistti ve Dünya Kadın Yürüyüşü’nün kurucularından biriydi. Sail geçtiğimiz ay trajik bir şekilde aramızdan ayrıldı. Kendisi uluslararası anlamda Dünya Kadın Yürüyüşü için oldukça kritik öneme sahipti ve birçok önemli işe imza attı. Özellikle Sail’in çabaları sonucunda Güney Asya’da kadınlar erkek şiddetine karşı önemli başarılar elde ettiler.
Kadınların özgürlüğünü, bedenlerini, topraklarını ve elde ettikleri birikimi savunan Shashi Sail, bir sempozyumda gerçekleştirdiği konuşmada (30 Mayıs 2013) Hindistan’daki cadı avını anlatıyordu. Sesini ve sözlerini yeniden alevlendirerek, Shashi Sail'in kadın özgürlüğü için verdiği mücadeleyi ve anısını yaşatmak istiyoruz.
Sail: Size 1982 yılına kadar uzanan bir deneyimimi anlatmak istiyorum. Abhanpur’da ‘cadı olduğu için’ bütün bir köy tarafından yakılan bir kadının haberini okuyordum. Bu kadın feci şekilde dövüldü ve her türlü işkenceye maruz kaldı. Kadın hareketimize bir delegasyon bölgeye giderek incelemelerde bulundu ve katledilen kadının cansız bedenini görmek istedi. Eşini kaybetmiş 50’li yaşlardaki bu kadın 3 çocuğun annesiydi. Kadın öldürüldüğü bu köye bir ‘çocuk gelin’ olarak gelmişti. 3 oğul bütün bir köye annelerinin cadı olduğunu ve çeşitli büyüler hazırladıklarını söylemişlerdi. Fakat gerçek farklıydı. Oğulları annelerinin evini ve toprağını istiyorlardı.
Bölgede gerçeği öğrendikten sonra, köyün diğer kadınlarıyla da görüşmek istedik. Bütün günü köyde geçirdikten sonra oradaki her kapıyı çaldık ve kadınlardan bizimle buluşmalarını istedik. Akşamüzeri saat 5 sularına yaklaşmıştı ve biz de bir yere oturarak kadınları beklemeye başladık. Fakat kimse gelmemişti.
Biz beklemeye devam ederken havanın kararmasıyla, köyün önde gelenlerinin de aralarında bulunduğu bir grup erkek geldi. Erkeklerin arkasında başları bağlı, ağızları kapalı kadınlar vardı. Erkekler güvende olmadığımızı ve köyden ayrılmamızı istediler.
Ben ve ekibim köyde yeniydik ve kimseyi tanımıyorduk. Aklım karışmıştı. ‘Evet, köyden ayrılmaya hazırız. Fakat bir kadına soru sormak istiyorum’ dedim ve herkesin önünde bir kadına köye geliş amacımızı bilip bilmediğini sordum. Bir kelime bile söylemeyen bu kadın, köyün dışına kadar bizi takip etti. Bu kadın, hiç tanımadığı yabancılarla köyü terk ediyordu. Dürüst olmak gerekirse, şaşırmıştım. Bu kadını tanımıyorduk ve ne yapacağımızı bilmiyorduk. Yıllardır evim dediği yeri terk etmeye hazır bir kadın vardı. Bu benim ilk deneyimlerimden biriydi.
Tabii ki bize açık olan yasal işlem ve yasal yetkileri kullandık. Başta bir şeyler yapmayı reddeden polise başvuruda bulunduk. Polis kaydımızı aldı. Fakat daha sonra fark ettik ki 20 gün geçmesine rağmen polis hiçbir şey yapmamıştı. Onlara bir hatırlatma gönderdik. Telefon ettik. Fakat tüm girişimlere rağmen polisin tavrı bizi şaşırtıyordu. Polis bize, ‘Neden bunun gibi bir davayla uğraşıyorsunuz?’ diye soruyordu. Ve nihayet meseleyi kendimiz çözmeye karar verdik. Bölgedeki bütün polislerin karşısına çıkarak harekete geçmeleri ve yasal olarak gerekli soruşturmayı yürütmeleri için oturma eylemi başlattığımızı söyledik. Polis ancak 50-55 kadının bu eyleminden sonra harekete geçmişti.
Medyayla iletişime geçtik. Cinayetle ilgilenmeye başladılar ve bunun hakkında yazılar yazdılar. Fakat ben bu kadın cinayetinin ciddiyetle basında yer almadığını düşünüyordum. Durum sansasyon yaratmak için kullanılmış ve önemi azaltılmıştı. O zamanlar cadı avını cezalandıracak bir yasa bulunmuyordu. Ve şunu itiraf etmek zorundayım; 1982 yılına gittiğimizde o zamanlar ne yapmamız gerektiğini bilmiyorduk ve avukatlara müracaat ettik. Daha sonraki süreçte devam eden ‘cadı avı’ davalarında karşılaştığımız zorluk kadınların konuşmamasıydı. Kadınlar, büyü yapmakla suçlanan ve katledilen kişi hakkındaki düşüncelerini paylaşmaktan korkuyorlardı. Kadınlar korkuyorlardı çünkü kafalarının üzerinde Demokles'in kılıcı sallanıyormuş gibi hissediyorlardı. Bu tehditten sıyrılan bir kadın yoktu. Eğer kadınlar konuşursa, seslerini yükseltirlerse sıradaki cadı avının hedefi olabilirlerdi. Bu durum kadınları bizden uzak tuttu. Beden dillerinden bize sempati duyduklarını anlıyorduk ama açık bir şekilde iletişim kuramıyorlardı.
Elbette, erkekler biz şehirden gelen kadınların böyle davalarla ilgilendiğini ve bir şeyler yapmak istediğimize inanmayı reddettiler. Ve bize cinayetler konusunda yardımcı olmadılar. Ciddiyetimizin farkına vardıklarında da bizimle dalga geçmeye başladılar ve asla bir bilgi paylaşımında bulunmadılar.
Anlattığım kadın cinayetinde, kadının oğulları onu cadı olmakla suçluyorlardı. Konuşmaya çalıştığımız 3 kardeş bunu açgözlülüklerinden dolayı yaptıklarını reddettiler ve onlar da hiçbir sorumuzu cevaplamadılar.
Benzer bir olaya yakın zamanda şahitlik ettik. Yine eşini kaybetmiş bir kadın kendi oğullarının saldırısına uğramıştı. Saldıran erkekler annelerini bulunduğu evden atmak ve topraklarına sahip olmak istiyorlardı…
Bu tür vakalarla uğraşırken, sürekli kendimize ‘kadınları nasıl bize destek olmaya teşvik edebiliriz?’ diye soruyorduk. Gittiğimiz her köyde aynı şeylerle karşılaşıyorduk. ‘Cadı’ denilerek katledilen bir kadın ve bu cinayete karışan, karşımıza çıkan, bizden köyü terk etmemizi isteyen erkekler…
Lachkera köyündeki vaka bir dönüm noktasıydı. Elbette olay basında yer aldı ve biz birçok kadınla (köyden veya çevresinden) buluştuk. Ve onları organize ederek destek açıklamasında bulunduk.
‘Cadı avı’ davalarını araştırmak için gerçekleştirdiğimiz yolculuklar sırasında fark ettik ki kadınlar politik nedenler, kıskançlık ve sahip oldukları topraklar nedeniyle katlediliyorlar. Erkekler ilgilenmeleri gereken kadınları tehdit ediyor ya da katlediyorlardı.
…Kadına yönelik şiddetle ilgili bir bildiri hazırladım ve Brezilya'da düzenlenen Dünya Sosyal Forumu'nda sunmak üzere cadı avı ve büyücülük konularıyla ilgilendim. Uluslararası bir konferans olduğu için diğer ülkelerden de haber almak için bu makaleyi Dünya Kadın Yürüyüşü aracılığıyla Güney Asya, Latin Amerika ülkeleri ve Afrika kıtası gibi diğer ülkelerdeki örgütlerin kadın üyelerine erişebildim.
Kadınları hedef alma geleneğinin bu ülkelerde mevcut olmasına şaşırmıştım. Ayrıca öğrendim ki bu bölgelerde kadınlar ‘ruh yiyici’ oldukları için katlediliyorlar ve ağır işkencelerden geçiyorlar. Benden önceki konuşmacılar, bu saldırıları durdurmak ve kontrol altına almak için eğitimin, tesislerin, yolların ve erişebilirliğin önemini vurguladılar. Elbette ki uzak bölgelerde olması gereken bu ihtiyaçların hiçbirini küçümsemiyor ve inkar etmiyorum. Ancak ben toplumumuzda ve ailelerimizde var olan temel ataerkil değerlere meydan okumamız gerektiğini de belirtmek istiyorum. Kadına ve erkeğe eşit hak, statü ve paylaşım veren, kapsayıcı olan rollerin, bu ataerkil düzenle değiştirilmesi durumunda kadına yönelik şiddeti (cadı avı) kontrol altına alabiliriz.
*Çeviri: Mehmet İnanç