Hemşireler, 21 Nisan 2020'de Washington DC'deki Beyaz Saray önünde Covid-19 salgını sırasında kişisel koruyucu ekipman eksikliğini protesto ediyor. (Nicholas Kamm / AFP)
Hemşirelerin Big Pharma’ya* karşı mücadeleleri feminist bir duruştu. İşlerinin devalüasyonu, tarihi boyunca kapitalist toplumun yapısal bir unsuru olan kadınların yeniden üretim işinin devalüasyonu ile doğrudan ilişkilidir
Covid-19 pandemisinin kalıcı resmi nedir? Benim için hastalık korkusunu yenerek bu küresel acil durumun ön saflarında bulunan, hastaları iyileştirmek için yatak ucunda bekleyen hemşirelerdir. Hemşireler bunu ölüm tehlikesiyle yüz yüzeyken yapıyorlar. Salgına karşı aşılamanın düşük oranda devam ettiği ülkelerde milyonlarca hemşire için yatak ucundaki fotoğraflar günlük hayatın kendisi. Ancak, hastalığın en kötüsünün ortadan kalktığı ülkelerde bile, bu işin – günden güne – hemşirelerin hayatlarına ne kadar zarar verdiğini anlamaya başlıyoruz.
Onlara borçluyuz ve bu yüzden de onların gittiği yolu takip etmek zorundayız. Şimdi, yaşamlarını savunmak ve hastalarını korumak için seslerini yükselten 28 ülkeden hemşirelere ait sendikaların, dünyanın en güçlü hükümetlerinden basit bir talepleri var: Covid-19 aşısının patentinden vazgeçin ve pandemiyi bitirin. Feminist hareketin bu sendikaları sadece yasal mücadeleleri içinde desteklemelerini değil, aynı zamanda mücadelelerini önümüzdeki aylarda örgütlenmemizin temel unsuru haline getirmenin de elzem olduğuna inanıyorum.
Bu yılın nisan ayında, İngiltere başbakanı Boris Johnson, Covid-19'dan kurtulmak için hastanede geçirdiği bir haftanın ardından kamuoyuna yaptığı açıklamalarda, hastalığı sırasında “yatağının yanında duran iki hemşireye” saygılarını sunmuştu. Yaklaşık bir ay sonra, ona yardımcı olan hemşerilerden Jenny McGee hükümetin sağlık emekçilerine yaklaşımından bıktığı gerekçesiyle görevinden istifa etmişti. McGee istifa ederken şunları söylemişti: Başbakan Ulusal Sağlık Sistemi’nin (NHS) hayatını kurtardığını açıkladı. Çok haklı! Şimdi ise NHS emekçileri maaşlarının ve emeklilik maaşlarının kayıplarıyla karşı karşıyalar.
ABD’de ise hemşireler bize, fiziksel tükenmişliklerini, gerekli olan ekipman sıkıntısını ve iyileştirmek için büyük mücadele verdikleri, hastalarını kaybetmenin acısını anlatıyorlar. Tüm bunlar olurken, on binlerce hemşire de yaşamını yitirdi. Dünya Sağlık Organizasyonu’na göre en az 115 bin hemşeri Pandemi enfeksiyonu nedeniyle hayatını kaybetti. Eğer aşılama adaletli bir şekilde yapılsa ve dağıtılsaydı, binlercesinin hayatı kurtarılabilirdi. Tüm bu zorluklara rağmen, hemşireler örgütlenmeye devam ettiler. Hastanelerin yetersizliğini, temizlik sistemindeki başarısızlığı ve yerel-ulusal yöneticilerin beceriksizliğini eleştirdiler. Ve hemşireler herkesin katıldığı küresel bir hareket başlattılar: tüm dünya pencerelerinden ve balkonlarından onları alkışladı. Ve insanlar, ilk kez, sağlık emekçilerinin oynadıkları rollerle ne kadar önemli olduklarının farkına vardılar.
Fakat alkışlar yetersiz. Hemşirelerin daha iyi maaş ve daha güvenli çalışma taleplerine katılmalıyız. Mücadeleleri, sistematik olarak bizlerin, kadınların ve hemşirelerin yaşamını değersizleştirerek, ilaç şirketlerinin karlarını arttıran patentleri savunan küresel ekonomik rejimin yeniden yapılandırılmasını talep ediyor.
Hemşirelerin Big Pharma’ya karşı mücadeleleri feminist bir duruştu. İşlerinin devalüasyonu, tarihi boyunca kapitalist toplumun yapısal bir unsuru olan kadınların yeniden üretim işinin devalüasyonu ile doğrudan ilişkilidir. Tıpkı iyileştirmenin bir kadın işi olması gibi, tanınmasa ya da telafi edilmese de, hemşirelik de sosyal sistemimizin görünmez mimarisi olarak hizmet etti.
Bu mimari uluslararasıdır. ABD tarafından yaratılan uzun bir sömürgecilik tarihi, ısınan bir gezegen ve “yapısal uyum” gibi programların yarattığı yoksulluk koşulları nedeniyle kendi ülkelerinden göç etmeye zorlanmış olan ABD’deki hemşirelere bakmanız yeterli.
O halde hemşireleri destelemek için tek talep daha iyi bir sağlık sistemi olmamalı. Aynı zamanda toplumumuzun sömürgeci karakterini ve ekonomimizin kurumsal egemenliğine de meydan okumalıyız. Bu ikiz hastalık en az Covid-19 kadar tehlikelidir.
Hemşireler adına geniş bir feminist çaba için yapılan çağrıların zamanı çoktan geçmiş bulunuyor. Sağlık çalışanları sadece bu pandeminin ön saflarında yer almakla kalmayarak, her yerde sosyal adalet mücadelelerimizin ön saflarında yer aldılar. İşgal eylemlerinde ya da polisle yaşanan çatışmalarda, hemşirelerin nasıl yardıma koştuklarını oldukça iyi bir şekilde hatırlıyorum.
Sağlık çalışanlarının toplumsal eylemlere sivil katılım tarihi daha da uzundur. 1982'de Cassandra Radikal Hemşireler Ağı'nın kurulmasından 2000'deki Rebel Nursing girişimine kadar, hemşireler, yalnızca hastanelerde değil, aynı zamanda toplumumuzda ve evlerimizde bakım sağlanmasını talep eden ilk ve en gürültülü kişiler olmuşlardır.
Bu radikal gelenekle uyumlu olarak, bugün hemşireler, en basit ve en acil talebin önünde durmaya cüret eden hükümetler hakkında gerçeği söylemekten korkmuyorlar: Dünyayı aşılayın. BM’ye yapılan bir şikayette hemşirelere şöyle yazdılar: Avrupa Birliği’nde, İngiltere’de, Norveç’te, İsviçre’de ve Singapur’da güç ellerindeydi. Bu ülkeler haklarımızı ve hastalarımızın haklarını ihlal ettiler. Sayısız hayat kaybına neden oldular. Şimdi tanıklık ediyoruz.
Hemşireler bu krizden çıkışta ve kimsenin doğduğu ülkeye göre ölmediği ya da hayat kurtaran teknolojilerin sadece şirketlerin elinde olmadığı toplum odaklı bir bakım sistemi inşasında rehberimizdir.
Bu nedenle dünyanın, hemşirelerin yanında yer almak, kadınları uluslararası alanda birleştirebilecek ve sonunda hayatın merkeze alındığı bir dünyaya olan bağlılığımızı yerine getirebilecek birincil feminist bir görevdir.
*Çeviri: Mehmet İnanç
*Kaynak: https://www.thenation.com/article/world/nurses-covid-feminism/
*Big Pharma teorisi, çok uluslu ilaç şirketlerinin etkili tedavi yöntemlerini kendi karları için gizledikleri teorisidir. Teoriye göre, bu yaklaşım geniş kitlelerde hastalıklara neden olsa dahi, küresel ölçekteki şirketler daha fazla kar amaçlarından vaz geçmiyorlar.