Kadın futbolunun tarihi, yalnızca sahadaki gollerin değil; yasakların, yok saymaların ve sessiz direnişlerin de tarihidir. Shakespeare’in dizelerinde topun peşinde koşan kız çocuklarından, Dick, Kerr’s Ladies’in tribünleri coşturan maçlarına; Brezilya sahillerinde yasağa rağmen oynanan futboldan bugünün eşitlik davalarına uzanan bir çizgi bu
Futbolun tarihi yüzyıllara yayılır; çoğu insan kadınların bu oyuna yalnızca son nesilde dahil olduğunu sansa da, onların sahadaki varlığı çok daha eskidir. Shakespeare, Yanlışlıklar Komedyası’nda (1594) ve Kral Lear’da (1608) futboldan söz eder; Sir Philip Sidney, 1580’de yazdığı İki Çoban Arasında Bir Diyalog’da kızların eteğini toplayıp futbol oynadığını anlatır. İskoçya Kraliçesi Mary’nin, günümüze ulaşan en eski futbol topuna sahip olduğu söylenir.
Bu izler, futbolun hiçbir zaman yalnızca erkeklere ait olmadığını gösterir. Kadınların topun peşinde koştuğu ilk kayıtlardan biri, 1881’de Edinburgh’da İngiltere ile İskoçya kadın takımları arasındaki maçtır. İskoçya 3-0 kazanmış, Lily St. Clair tarihe geçen ilk gollerden birini atmıştır. O gol yalnızca fileleri değil, sessizliği de delmiştir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında erkekler cephedeyken, kadınlar fabrikalarda çalıştı; iş çıkışlarında sahaya indiler. İngiltere’de Dick, Kerr’s Ladies takımı, 1920’de Goodison Park’ta 53 bin seyircinin önünde sahaya çıktığında tribünler doldu, dışarıda binlerce kişi kapılara yığıldı. Bu yalnızca bir maç değildi; kadınların kamusal alanda yükselen sesinin çimlerde yankısıydı. O dönemde bu kadınların birçoğu, oy hakkı mücadelesi veren işçi kadınlarla aynı çevrelerde örgütleniyor, bazıları sendika faaliyetlerine ve dayanışma gösterilerine katılıyordu. Sahada attıkları her adım, hem futbolun hem özgürlüğün alanını genişletiyordu.
Aynı yıllarda Fransa’da kadınlar kendi takımlarını kurdu; Almanya’da savaş günlerinde toplanıp maçlar yaptılar. İrlanda ve İskoçya’da kadın futboluna dair kayıtlar tutuldu; Latin Amerika’da mahallelerde ve sahillerde kadınların maç yaptığına dair anlatılar yayıldı. Kadın futbolu, dünyanın farklı yerlerinde yalnızca bir oyun değil; savaşın yıkımına, yoksulluğa ve erkekliğin kurduğu sınırların ötesine geçen bir dayanışma biçimiydi. Kadınların sahadaki varlığı, izleyenler için yalnızca bir oyun değil, yeni bir dünyanın işaretiydi.
Fakat bu varlık uzun sürmedi. Kadınların sahada attığı her adım, erkekliğin kurduğu düzeni rahatsız etti. Uzun etekler, sıkı korseler, ağır ayakkabılar… Kadın futbolunun ilk yıllarında oyuncular bu kıyafetlerle sahaya çıkmak zorundaydı. Bu yalnızca bir giyim meselesi değil; hareketi sınırlayan, bedeni denetleyen bir siyasetti. Almanya ve Fransa’da spor kurumları, “zarafetini kaybeden” kadın bedeninden korkuyordu. İngiltere Futbol Federasyonu arşivlerinde, kadın futbolunun “kadınlara uygun olmayan hareketler” içerdiği ve kıyafetlerin mutlaka “kadınsı” kalması gerektiği kayıtlıydı. Şort giyen, hızla koşan kadın, toplumsal normlara meydan okuyordu.
Kıyafetler üzerinden başlayan bu denetim, kısa sürede kurumsal yasaklara dönüştü. 1921’de İngiltere Futbol Federasyonu, kadın futbolunun “kadınlara uygun olmadığı” gerekçesiyle kadınların federasyona bağlı sahalarda oynamasını yasakladı. Yasak 51 yıl sürdü. Erkek federasyonları, “kadın sağlığı” bahanesini öne sürse de, bu aslında beden üzerinde yeniden kurulan iktidarın ifadesiydi.
1955’te Almanya Futbol Federasyonu, kadın futbolunu “sağlığa zararlı” ilan etti. Karar defterinde şöyle yazıyordu: “Top için verilen mücadelede kadınsı zarafet kaybolur; beden ve ruh zarar görür, bedenin teşhiriyle edep zedelenir.” Brezilya’da 1941’de çıkarılan kararnameyle kadınların futbol oynaması yasaklandı; resmî gerekçe, futbolun “kadın doğasına aykırı” olmasıydı. Bu yasak 1979’a kadar sürdü. Fransa’da Vichy rejimi, İspanya’da Franco diktası kadın futbolunu bastırdı. Diller farklıydı ama özü aynıydı: erkekliğin kurduğu sınırlar, kadınların özgürleşmesinden korkuyordu.
Yine de kadınlar sahadan çekilmedi. Yasaklı yıllarda da topun peşinde koştular; kimi zaman gizli maçlarla, kimi zaman amatör kulüplerin arka bahçelerinde. Brezilya’da yasağa rağmen kadınlar sahillerde maçlar yaptı; Latin Amerika’da yasaklı futbol, kadınların kolektif hafızasında bir direniş biçimi olarak yer etti. İngiltere’de 1921–1971 arasında kadınlar kendi turnuvalarını düzenledi; Fransa’da yasak döneminde “müsamere” adı altında gösteri maçları oynandı. Bu “yasadışı” karşılaşmalar, futbolun kadınlar için yalnızca bir oyun değil, erkek düzenine meydan okuyan bir alan olduğunu gösteriyordu. Kadın futbolunun yasaklara rağmen sürdürülmesi, kadın mücadelesiyle aynı damardan besleniyordu: Sahayı da yaşamı da geri istiyoruz.
Bugün sahnede başka bir tablo var. Kadın futbolu tribünleri dolduruyor; ekran başında milyonlar izliyor. Lakin bütün bu başarıların ardında, kadın futbolu hâlâ erkek futbolunun gölgesine itilmiş durumda. Bu tesadüf değil; yasakların yarattığı boşluğu erkekler doldurdu, sermaye bu tek taraflı büyümeyi destekledi ve futbolun düzeni, erkekliğin iktidarına göre yeniden şekillendi. İstenen açıktı: sahalar da kurumlar da aynı düzenin denetiminde kalsın.
Ve eşitsizlik bugün de bitmiş değil. ABD kadın millî takımı, erkeklerle aynı başarıları elde etmesine rağmen yıllarca daha düşük ücret aldı. Açtıkları dava sonucunda 2022’de eşit ücret kararı çıktı; bu, mücadelenin hâlâ devam ettiğini gösterdi. İspanya’da ise 2023 Dünya Kupası zaferi sonrası federasyon başkanının Jenni Hermoso’yu zorla öpmesi, kadın futbolunun en büyük anında bile bedenin erkek tahakkümüne tabi kılınmak istendiğini açığa çıkardı. Futbolcuların kolektif direnişi ve “se acabó” (artık yeter) isyanı, kadın futbolunun yalnızca sahada değil, kurumlarda da eşitlik mücadelesi verdiğini tüm dünyaya gösterdi.
Kadın futbolunun tarihi yalnızca bir oyunun değil; erkek ayrıcalığını yeniden üreten bir düzenin tarihidir. Spor sosyoloğu Mari Haugaa Engh’in belirttiği gibi, futbol sahaları hâlâ heteroseksüel paradigmalarla kuşatılmıştır. Kadın futbolcular ötekileştirilmeye, medya tarafından önemsizleştirilmeye devam eder.
Kadın futbolunun tarihi, yalnızca sahadaki gollerin değil; yasakların, yok saymaların ve sessiz direnişlerin de tarihidir. Shakespeare’in dizelerinde topun peşinde koşan kız çocuklarından, Dick, Kerr’s Ladies’in tribünleri coşturan maçlarına; Brezilya sahillerinde yasağa rağmen oynanan futboldan bugünün eşitlik davalarına uzanan bir çizgi bu.
Bu mücadele yeni başlamıyor; hiçbir zaman da durmadı. Kadın futbolunun çimlere kazıdığı izler, sadece bir oyunun değil; eşitlik, özgürlük ve direnişin izidir. Ve belki de her maç, o ilk topa dokunan kadının yankısıdır hâlâ.