Kuruluş kodları Kürt korkusu ve yayılmacı Musul-Kerkük hayalleriyle belirlenmiş bir devletin bu sorunu demokratik bir şekilde çözmesi ne kadar zorsa Kürt halkının o özlemlerden vazgeçmesi de o kadar imkansızdır. Binlerce Berivan halen o günü bekliyor, beklemekten onun için mücadele etmekten vazgeçmemecesine…
“Koşun, Berivan* kendini yakıyor!” Hepimiz aşağıya koştuk.
15 Şubat’ı izleyen günlerdi. Ümraniye Hapishanesi’nin iki kadın koğuşundan birindeydik. PKK davasından kadın tutsaklarla birlikte kalıyorduk.
9 Ekim 1998 komplosunun üzerinden henüz 4 ay geçmiş, Sayın Abdullah Öcalan’ın bir tezgahla yakalanması hepimizi derinden etkilemişti. Ama en fazla Kürt kadın hevalleri sarsmış, adeta deprem yaşamışlar gibi yere çarpmıştı. Öyle öfkeli ve hüzünlüydüler ki, bu eli kolu bağlı çaresizlik ortamında kendilerine zarar vereceklerinden endişeleniyorduk. Nöbet tutmaya başlamıştık, yatakhanede gözlerini bakıyor, mimiklerinde, beden dillerinde bir şeyler yakalamaya çalışıyorduk.
Berivan nöbetçileri atlatmayı başarmış, alt kattaki banyo bölümüne inip bedenine naylonları sarmış sonra da ateşe vermişti; diğer hapishanelerden ve dışardan da benzer haberler geldi sonra.
17 Ağustos depremi sırasında havalandırma kapılarını patlattığımız için Berivan’ı hemen koğuş dışına çıkarmayı başardık, bağırış çığırış reviri açtırdık ve ilk müdahaleyi yaptırdık. Bacakları ve kolları ciddi şekilde yanmıştı. Ranzalarımız bitişikti ve iyileşmesi için uygulanması gereken tedaviyi yoldaşlarının yanı sıra arada ben de yapıyordum. Gelişmeleri merak ediyordu sadece, hüznünü hafifletmek, yanında olduğumuzu hissettirmek için usulca dokunduğum elini dahi sıkamıyor, onu bakışlarımla kucaklıyordum…
Kürt halkını öncüsüz bırakma, kolunu kanadını kırma, dört parça Kürdistan’ın özgürlük mücadelesini ezme, filizleri tasfiye etme saldırıları emperyalistlerin Ortadoğu’da uzun süredir giriştikleri bir planın sonucuydu. Önce 9 Ekim komplosu geldi, ardından ele geçirdiler Öcalan’ı, Türkiye’ye teslim ettiler. Türkiye de gardiyanlık görevini layıkıyla yerine getirerek 26 yıldır onu katı bir tecrit altında tutuyor.
9 Ekim komplosu
Başını ABD ve İngiltere emperyalistlerinin çektikleri komplonun temelinde Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme stratejik amacı yatıyordu. PKK ve onun önderinin hedef seçilmesi bu stratejik planı uygulayabilmenin olmazsa olmazlarından biriydi. Çünkü PKK, feodal gericiliğin hüküm sürdüğü bu coğrafyada ezilen emekçi sınıflara dayanan devrimci militan bir çizgi ve amacı temsil ediyordu. Batılı emperyalist güçler ve Ortadoğu’daki uzantıları, siyonizmin “başağrısı” olarak gördükleri gerici diktatörlüklerden farkı buydu. Bu anlamda sadece Batılı emperyalistlerin değil Rusya’nın ve bölge gericiliklerinin de ortak düşmanı konumundaydı.
Yüz yıl öncesinde sahneye konan Sykes-Picot tezgahıyla kimliksiz bırakılmakla kalmayıp dört burjuva gerici devlet arasında paylaştırılmış parçalarında yaşayan dinamik bir kitle tabanına sahipti. Bu parçalardaki Kürtlerin özgürlük özlemlerinin sınıfsal doğasında işbirlikçilik yatan feodal aşiretçi önderliklerden de koparak PKK’nin ardına takılmaları Ortadoğu’yla sınırlı kalmayacak bir depremler zincirini tetiklemek riski taşıyordu. Dolayısıyla, “Yeni Ortadoğu Düzeni”ni kurabilmek için önce bu ‘en tehlikeli düşman’ devreden çıkarılmalı, etkisiz hale getirilmeli, kendisine yabancılaştırılmalıydı. “Uygar Batı Dünyası”nın o güne dek savunup temsil ediyormuş gibi göründüğü bütün insani ve demokratik değerleri pervasızca ayakları altına alıp Öcalan’ı ülkeden ülkeye dolaşmak mecburiyetinde bırakmalarının temelinde bu korku vardı.
Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra ABD’nin yönlendirmesiyle Almanya, İtalya, Yunanistan, Hollanda -ikili ve üçlü temaslar sonucu- onu kabul etmeyeceklerini beyan ettiler. Stratejileri daha sonraki aylarda, yıllarda ortaya döküldü. Bunlardan en bilineni İtalya ile Rusya arasındaki görüşmedir.
O tarihlerde İtalya Dışişleri Bakanı Dini ve meslektaşı İgor İvanov Öcalan konusunu görüşmek için Moskova’da bir araya geldiler. Bu görüşmede Dini, Öcalan’ı kabul etmeleri halinde, Rusya’nın İtalya’ya olan 8 milyar dolarlık borcunu silmeyi vaat ediyordu. Rusya bir taraftan Türkiye ile “Mavi Akım” diye bilinen doğalgaz projesi ortaklığı görüşmeleri yapıyor, diğer yandan ABD’nin yoğun baskısı altındaydı… O günkü Rusya’nın pozisyonu, “Kim daha çok para verirse onunla olurum” düzeyindeydi.
“Öcalan’a Avrupa’da yer yok!”
27 Kasım 1998’de İtalya ve Almanya başbakanları Bonn’da bir araya geldiler. D’Allema ve Schröder, Kürt sorununun barışçıl çözümü için Avrupa’nın harekete geçeceğini belirttiler. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Sandy Berger ise ertesi gün bir açıklama yaparak, Öcalan’ın uluslararası hukuk çerçevesinde yargılanamayacağını, Türkiye’ye teslim edilmesi gerektiğini belirtti.
Emperyalist Batı’nın alçaklığı ve ikiyüzlülüğü sadece bu konudaki dalaveralarıyla, “kibar” açgözlülüğü, pervasız saldırganlığıyla sınırlı değildir. Sayısız örneği vardır tarihte.
Almanya ve İtalya’nın, Kürt meselesinde Avrupa adına inisiyatif alma kararı on gün sonra “aniden” değişiverdi. ABD daha evvel Yunanistan üzerinde oluşturduğu baskının aynısını İtalya üzerinde de kurmuş, Rusya’ya da bu konuda işbirliği çağrısı yapmıştı. ABD ve İngiltere Öcalan’ın Türkiye’ye iade edilmesi gerektiğini vurguluyorlardı. Bu konuyu görüşmek üzere toplanan Avrupa Konseyi Temsilciler Komitesi bir karar alamadan dağıldı.
Öcalan, Almanya Karlsruhe Federal Mahkemesi’nin 12 Ocak 1990’da verdiği karar gereği tutukluydu. Öcalan’ın İtalya makamlarına yaptığı iltica başvurusuna ise yanıt verilmedi. Avrupa’nın emperyalist devletleri birer birer ABD’ye teslim oldu.
Gidecek hiçbir yer kalmayınca Yunanistan’ın -bunu salt Yunanistan olarak okumamak gerekiyor elbette- gösterdiği adres olarak Kenya… Sonrasını biliyoruz: 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye teslim edildi ve yarım asırı aşan katı bir tecrit altında tutuldu.
Kürt halkı kadim özlemlerinin peşinde
Şimdi burada “9 Ekim komplosu başarıya ulaştı mı?” diye indirgemeci bir soru sorulabilir. Şöyle bir soruyla yanıtlamak isteriz: Kürt halkının özgürlük mücadelesini engelleyebildiler mi, durdurabildiler mi?
Bu saldırı başlarda Kürt halkının mücadelesinde bir duraksama yaratmış olsa da özgürlük tutkusu, haklarının tanınması için aralıksız savaşım…
Bu gerçek bugün de hükmünü yürütmüyor mu? Sayısız tuzaktan, tezgahtan geçerek sınanan Kürt halkı kadim özlemlerini gerçekleştirmeden durdurulabilir mi?
Kuruluş kodları Kürt korkusu ve yayılmacı Musul-Kerkük hayalleriyle belirlenmiş bir devletin bu sorunu demokratik bir şekilde çözmesi ne kadar zorsa Kürt halkının o özlemlerden vazgeçmesi de o kadar imkansızdır. Binlerce Berivan halen o günü bekliyor, beklemekten onun için mücadele etmekten vazgeçmemecesine…
O günün gelmesinin Türkiye cephesinden yükselecek güçlü bir demokratik mücadeleyle mümkün olacağını bilerek, bunun sorumluluğunu duyarak bütün Berivanlar’ı bir kez daha kucaklıyorum.
(*) Kadın hevalin adı tarafımdan değiştirilmiştir.