Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Kapitalist Erkek Egemen Düzenin Çöküşü; İklim Krizi

Menekşe Kızıldere Menekşe Kızıldere
28 Eylül 2025
Yazı
0
Kapitalist Erkek Egemen Düzenin Çöküşü; İklim Krizi
0
SHARES
42
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Komünal ekonomi, halkların kendi üretim ve tüketim kararlarını almasını sağlayarak doğaya zarar vermeyen ve dayanışmacı üretim biçimlerini güçlendirir. Yerel gıda sistemleri, kolektif mülkiyet biçimleri, su ve enerji ortaklıkları ve mikro-ölçekli yenilenebilir enerji projeleri, iklim değişikliğine karşı toplulukların direncini artırır. Kâr, artık birincil amaç olarak görülmez; ekolojik ve toplumsal ihtiyaçlar önceliklidir

İklim krizi, yalnızca atmosferdeki karbon oranının yükselmesinden ibaret değildir. Bu kriz, insanlık tarihinin belirli bir üretim ve iktidar biçiminin—kapitalist modernitenin—sonuçlarından birisidir. Erkek egemen, kolonyal ve sınırsız büyüme odaklı bu sistem, doğayı bir “kaynak”, toplumu ise sömürülebilir bir nesneye indirgemiştir. Vandana Shiva’nın ifade ettiği gibi, iklim krizi kapitalist erkek egemenliğin yaşamı sömürgeleştirme biçiminin doğal sonucudur (Shiva, 2016).

Erkek egemen kapitalist düzen, sermaye birikimini merkeze alarak doğayı ve toplumu metalaştıran; kadın emeğini görünmez kılan; militarizm, ulus-devlet ve bilimsel pozitivizm üzerinden kendini yeniden üreten bir iktidar sistemidir. Abdullah Öcalan, bu düzeni kapitalist moderniteolarak tanımlar. Öcalan’a göre kapitalist modernite üç sacayağı üzerinde yükselir: ulus-devlet, endüstriyalizm ve kapitalizm. İklim krizinin kökeninde de tam olarak bu üçlü yer alır. Dolayısıyla, ekolojik yıkımı anlamak ve çözmek için, kapitalist moderniteyi çözümlemek ve onun ötesine geçen alternatifler geliştirmek gerekir.

Öcalan’ın buna karşı geliştirdiği demokratik modernite paradigması, ekoloji, kadın özgürlüğü ve demokratik toplum sacayakları üzerine kurulur. Bu paradigma, merkeziyetçi iktidar yerine yerel demokrasiyi, doğanın tahakküm altına alınması yerine onunla uyumlu yaşamı, erkek egemen zihniyet yerine toplumsal cinsiyet özgürlüğünü esas alır. Bu yazı, demokratik modernitenin sunduğu ekoloji ve barış perspektifini iklim krizine gerçek bir çözüm yolu olarak tartışmayı amaçlamaktadır.

İklim Krizi Nedir? Karbonun Ötesinde Bir Yıkım

İklim krizi, yalnızca atmosferdeki karbondioksit seviyesinin artması veya sıcaklık değişimleriyle sınırlı bir olgu değildir. Bu kriz, doğa, toplum ve ekonomi arasındaki ilişkilerin, kapitalist modernite tarafından yeniden düzenlenmesinin sonucudur. Yani iklim krizini anlamak, sadece iklim bilimini değil, aynı zamanda toplumsal ve politik güç ilişkilerini de analiz etmeyi gerektirir.

Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC, 2023) sanayi devriminden bu yana dünyanın ortalama sıcaklığının 1,2 °C yükseldiğini rapor etmektedir. Bu küçük gibi görünen artış, gezegenin iklim sisteminde geri dönüşü zor kırılma noktalarına yaklaşıldığını göstermektedir. Küresel ısınma ve sera gazı birikimi, okyanus ısısının artması, deniz seviyesindeki yükseliş ve buzulların erimesi, bu krizin fiziksel göstergeleridir (WMO, 2023; IPCC AR6). Atmosferik CO₂ konsantrasyonu 21. yüzyılda 400 ppm’in üzerine çıkarak kalıcı hale gelmiş ve insan kaynaklı sera gazı emisyonları gözlemlenen ısınmanın temel belirleyeni olmuştur.

Bu fiziksel çerçeve, aşırı hava olayları ve toplumsal etkilerle somutlaşır. 2022’de Pakistan’daki sel felaketinde 30 milyondan fazla insan evsiz kaldı; 2023’te Kanada’daki orman yangınlarında 18 milyon hektar alan yok oldu. Avrupa’da aynı dönemdeki sıcak hava dalgaları yüz binlerce erken ölüme yol açtı. Dünya Sağlık Örgütü, iklim krizinin 2030-2050 yılları arasında yılda 250.000 ek ölüme neden olabileceğini öngörmektedir (WHO, 2021).

Ekosistemler de derin bir çöküş yaşamaktadır. Mercan resiflerinin %50’si kaybolmuş; Amazon ormanları karbon yutağı olmaktan çıkıp karbon kaynağı hâline gelmiştir. WWF Living Planet raporları, 1970–2018/2020 arası hayvan popülasyonlarında %69–73’lük dramatik düşüşler bildirmektedir. Bu durum, sadece türlerin kaybı değil, su döngüsü, toprak verimliliği ve yerel iklim düzenleme gibi ekosistem hizmetlerinin de bozulduğunu göstermektedir.

Bu kriz, doğa, toplum ve ekonomi arasındaki ilişkilerin kapitalist modernite tarafından yeniden düzenlenmesinin sonucudur. Bu bağlamda, 2023 yılında Ukrayna’da yaşanan Kakhovka Barajı felaketi, kapitalist modernitenin ekolojik yıkım üzerindeki etkisini somut bir örnek olarak ortaya koymaktadır.

Kakhovka Barajı’nın yıkılması, yalnızca bir altyapı felaketi değil, aynı zamanda kapitalist çıkarların doğa üzerindeki tahakkümünün bir yansımasıdır. Barajın yıkılmasıyla birlikte, baraj göletinde biriken 83.000 ton ağır metal serbest kaldı ve bu durum, çevre kirliliği ve ekosistem tahribatına yol açtı. Bu olay, kapitalist modernitenin doğa üzerindeki tahakkümünü ve ekolojik yıkımı nasıl derinleştirdiğini gösteren çarpıcı bir örnektir.

Bu felaketin ardında, kapitalist modernitenin doğa üzerindeki tahakkümü ve ekolojik yıkımı derinleştiren politikalar bulunmaktadır. Kapitalist sistem, kâr odaklı üretim ve tüketim ilişkileriyle doğayı metalaştırmakta ve ekosistemleri tahrip etmektedir. Bu durum, iklim krizinin yalnızca bir çevresel sorun değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik adaletsizliklerin bir sonucu olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak, Kakhovka Barajı felaketi, kapitalist modernitenin ekolojik yıkım üzerindeki etkisini somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu olay, iklim krizinin yalnızca bir çevresel sorun değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik adaletsizliklerin bir sonucu olduğunu ve kapitalist modernitenin bu kriz üzerindeki sorumluluğunu göstermektedir.

Bu örnekler, iklim krizinin salt bir çevresel olgu olmadığını, kapitalist modernitenin erkek egemen, sınırsız büyüme ve kâr odaklı üretim modeli tarafından şekillendirildiğini göstermektedir. Karbon emisyonları, sıcaklık artışları ve doğal afetler, bu sistemin birer sonucudur. Politik ekoloji perspektifine göre, ekolojik yıkım ekonomik ve politik güç ilişkilerinden bağımsız düşünülemez (Robbins, 2012). Murray Bookchin’in toplumsal ekoloji yaklaşımı da doğa üzerindeki tahakkümün, insanların birbirleri üzerindeki tahakkümünden beslendiğini vurgular (Bookchin, 1993).

Dolayısıyla, iklim krizi yalnızca bir “iklim sorunu” değil; kapitalist moderniteye dayalı üretim ve tahakküm ilişkilerinin doğa üzerindeki yansımasıdır. Bu perspektiften bakıldığında kriz, hem ekolojik hem de toplumsal bir acil durum olarak yeniden tanımlanabilir.

Ekofeminizm, iklim krizini kadınların ve doğanın eşzamanlı sömürüsü üzerinden açıklar. Vandana Shiva, sermayenin doğayı “hammadde deposu”, kadını ise “görünmeyen emek” olarak konumlandırdığını vurgular (Shiva, 2016). Bu sömürgeci bakış, hem kadınları hem de ekolojik varlıkları sistematik bir şiddetin hedefi haline getirir.

Bugün iklim krizinin en ağır sonuçlarını yine kadınlar yaşamaktadır: Afrika’da kuraklıkla mücadele eden çiftçi kadınlar, Bangladeş’te sel sonrası barınaksız kalan kadınlar, Kürdistan’da barajlarla tarım ve yaşam alanı yok edilen köylü kadınlar. Bu deneyimler, iklim krizinin yalnızca çevresel değil aynı zamanda toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir gerçeklik taşıdığını gösterir.

Eko-Kırım: Kapitalist Modernitenin Sessiz Soykırımı, İklim Krizine Giden Yol

Eko-kırım, ekosistemlerin, türlerin ve doğal yaşamın sistematik biçimde yok edilmesi sürecidir. Bu kavram, iklim krizini yalnızca “hava olayları” veya “sıcaklık artışı” çerçevesinde anlamanın yetersizliğini ortaya koyar. Eko-kırım, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı, toprak ve su kaynaklarının tahribi gibi ekolojik yıkımların birbirine bağlı bir bütün olarak yaşandığını gösterir. Başka bir deyişle, iklim krizini eko-kırım perspektifiyle ele almak, kriz ile ekolojik yıkımın birbirinden ayrılamayacağını vurgular.

Bu yıkımın arkasında, kapitalist modernite olarak tanımlanan erkek egemen ve kâr odaklı bir uygarlık modeli vardır. Kapitalist modernite, doğayı bir “kaynak” ve toplumu metalaştırarak, sınırsız büyüme ve sermaye birikimi hedefiyle işler. Böylece ekosistemler, yerli halklar ve yaşam alanları, ekonomik ve politik tahakküm ilişkilerinin doğrudan nesneleri hâline gelir.

Somut örneklerle bunu görmek mümkündür. Amazon ormanları, tarım tekelleri tarafından yok edilmekte; soya ve palm yağı üretimi için milyonlarca hektar alan tahrip edilmekte ve bölgedeki yerli halkların yaşam alanları ve kültürel dokusu tehdit edilmektedir (RAISG, 2020). Cizre ve Hasankeyf’teki baraj projeleri, hem ekosistemleri hem de tarihi mirası birlikte yok etmektedir; Ilısu Barajı ile 12.000 yıllık Hasankeyf sular altında kalmış ve yerel topluluklar yerinden edilmiştir (Aydın, 2019). Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde maden çıkarımı, hem doğayı hem de yerel halkları doğrudan etkilemekte, kobalt ve koltan çıkarımı sırasında çocuk işçiliği, ormansızlaşma ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır (Amnesty International, 2017).

Bu örnekler, iklim krizinin salt bir çevresel sorun olmadığını; kapitalist modernitenin erkek egemen, sınırsız büyüme ve kâr odaklı üretim modeli tarafından şekillendirildiğini gösterir. Karbon emisyonları, sıcaklık artışları, doğal afetler ve ekosistemlerin yıkımı, bu sistemin doğa üzerindeki somut yansımalarıdır. Abdullah Öcalan’a göre, kapitalist modernite yalnızca ekonomiyi değil, toplumu, kültürü ve doğayı da metalaştırarak yaşanmaz hâle getirir (Öcalan, 2011). Bu bağlamda iklim krizi, kapitalist modernite uygarlığının vardığı en uç noktadır ve eko-kırım süreci ile iç içe geçmiştir.

Sahte Çözümler, Yeşil Maskeler ve Teknoloji Tuzağı

Devletler ve büyük şirketler, iklim krizini durdurmak yerine, sıklıkla kriz karşısında kendi çıkarlarını korumaya yönelmektedir. Bu yaklaşım, çeşitli sahte çözüm mekanizmalarıyla kendini gösterir.

Karbon ticareti, bu mekanizmalardan biridir. Şirketler, emisyonlarını doğrudan azaltmak yerine karbon kredisi satın alarak kirletmeye devam edebilir. Örneğin, bir enerji şirketi yüksek miktarda CO₂ salımı yaparken, başka bir bölgede orman veya yenilenebilir enerji projelerine yatırım yaparak kendi karbon borcunu “denkleştirebilir”. Bu sistem, emisyon azaltımını zorunlu kılmak yerine, sermayeye yeni bir kâr alanı yaratır ve ekolojik yıkımı durdurmak yerine sürdürür (Lohmann, 2006).

Yeşil yıkama (greenwashing) ise şirketlerin çevre dostuymuş gibi görünerek, yıkıcı faaliyetlerini gizlemesi biçiminde ortaya çıkar. Örneğin, petrol şirketlerinin “karbon nötr” kampanyaları, sahadaki petrol çıkarımı ve çevre tahribatını örtbas etmek için kullanılır. Benzer şekilde, moda ve teknoloji şirketleri, sürdürülebilir üretim sloganlarıyla, tedarik zincirinde ciddi çevresel tahribat yaratmaya devam edebilir. Bu yöntem, halkı yanıltır ve iklim krizinin gerçek çözümünü erteleyerek krizle mücadeleyi sabote eder.

Birleşmiş Milletler’in COP zirvelerinde alınan kararlar da çoğunlukla sermaye dostudur. Zirvelerde önerilen önlemler, halkların temel ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade, büyük şirketlerin çıkarlarını koruma eğilimindedir. Örneğin, bazı karbon piyasası mekanizmaları ve ulusal emisyon hedefleri, gelişmekte olan ülkelerin krizden daha fazla etkilenmesini engellemek yerine, zengin ülkelerin işine yarayan esnek düzenlemeler sunar (Lohmann, 2006).

Bsahte çözümler krizle mücadele etmekten uzak, krizden kâr sağlayan bir sistemin parçası olarak işlev görmektedir. İklim krizinin gerçek çözümü, karbon ticareti ve yeşil yıkama gibi yüzeysel önlemlerle değil; toplumsal, ekonomik ve ekolojik adaleti esas alan derin dönüşümlerle mümkündür.

Son yıllarda iklim krizine çözüm arayışları genellikle teknolojiye yöneltilmektedir. Devletler ve şirketler, yapay zekâ, veri merkezleri, kripto madenciliği ve diğer ileri teknolojileri “iklim dostu” çözümler olarak sunmaktadır. Ancak bu yaklaşım hem krizle mücadelede yanılgıya düşülmesine hem de kapitalist modernitenin en uç örneklerinin meşrulaştırılmasına yol açmaktadır.

Tekno-oligarşi, güncel teknoloji ilerlemesinin tepesi olarak kapitalist modernitenin bir tezahürüdür. Bu yapı, teknolojiyi kâr ve güç odaklı bir araç olarak kullanır; ekolojik ve toplumsal maliyetleri göz ardı eder. Yapay zekâ ve kripto madenciliği için kurulan veri merkezleri, tek başına orta ölçekli devletlerin yıllık enerji ve su tüketimini aşmakta, bu durum hem iklim krizine doğrudan katkı yapmakta hem de doğal kaynakları hızla tüketmektedir (Greenpeace, 2022).

Yenilenebilir enerji yatırımları dahi çoğunlukla tekellerin kâr odaklı projelerine dönüşmekte; doğa, yerel topluluklar ve ekosistemler yeniden sömürülmektedir. “İlerleme” ve “çözüm” diye sunulan bu teknolojik hamleler, enerji ve su kaynakları üzerindeki yükü artırmakta, ekolojik dengenin bozulmasına yol açmaktadır.

Sonuç olarak, teknoloji çözümleri, iklim krizini durdurmak yerine yeni zenginlerin ve tekellerin topluma ve doğaya yükünü artırmaktadır. Tekno-oligarşinin en radikal teknolojik projeleri, sürdürülebilirlik maskesi altında iklim krizini derinleştiren ve kapitalist modernitenin ekolojik tahakkümünü güçlendiren birer örnektir.

İklim Krizine Çözüm Olarak Demokratik Modernite

Kapitalist erkek egemen sistemin çözümsüzlüğü ortadadır. Çözümü, merkeziyetçi, kâr odaklı ve hiyerarşik yapının tersine, halk merkezli, yerelden örgütlenmiş bir yaklaşımda aramalıyız. Abdullah Öcalan’ın demokratik modernite paradigması, doğa ve toplum arasındaki ilişkiyi tahakkümden çıkarıp özgürlük ve eşitlik temelinde yeniden kurmayı önerir (Öcalan, 2012). Bu yaklaşım, ekolojik varlıkları yaşamın öznesi kabul eder, komünal ekonomiyi temel alır ve yerel, yerinden yönetim mekanizmalarına dayanır.

Komünal ekonomi, halkların kendi üretim ve tüketim kararlarını almasını sağlayarak doğaya zarar vermeyen ve dayanışmacı üretim biçimlerini güçlendirir. Yerel gıda sistemleri, kolektif mülkiyet biçimleri, su ve enerji ortaklıkları ve mikro-ölçekli yenilenebilir enerji projeleri, iklim değişikliğine karşı toplulukların direncini artırır. Kâr, artık birincil amaç olarak görülmez; ekolojik ve toplumsal ihtiyaçlar önceliklidir.

Eko-barış ise yalnızca insan-insan çatışmasının durması değil, insan-doğa ilişkilerinin barışa dönüştürülmesidir. Savaş ve militarizm ekolojik yıkımın güçlü tetikleyicileridir; barış, ekolojik restorasyonu ve yerel özyönetimi mümkün kılar. Demokratik modernite çerçevesinde eko-barış, adalet, kadın özgürlüğü ve ekolojik koruma ile iç içe bir hedef olarak konumlanır. Bu anlayış, yalnızca Kürt hareketi için değil, dünya için de ilham vericidir. Zapatistalardan Chiapas’a, Hindistan’daki kadın tarım kooperatiflerine ve Kuzey-Doğu Suriye’de kurulan ekolojik köylere kadar, halkların kendi yerel çözümleri iklim krizine karşı gerçek direnci göstermektedir.

Öcalan’a göre ekoloji ve ekonomi birbirinden ayrılamaz; doğa üzerinde sürdürülebilir bir yaşam ancak toplumun ekonomik ilişkilerinin demokratik ve komünal temelde yeniden örgütlenmesi ile mümkündür (Öcalan, 2012). Komünal ekonomi, ekolojik dengeyi korurken toplulukların kendi üretim ve tüketim kararlarını almasını sağlar; kâr odaklı kapitalist üretim anlayışını dönüştürür ve doğaya zarar vermeyen, dayanışmacı, yerel üretim biçimlerini güçlendirir. Bu anlayış, ekolojik sürdürülebilirliği ekonomik örgütlenme ile birleştirerek, iklim krizine karşı toplumsal ve ekolojik direnci artırır.

Eko ekonomi, komünal düzenin ekoloji temelli ve yerelden yapılanmasını ön görür. Karar alma mekanizmalarını yerel halka bırakır fakat şeffaflık ve hesap verilebilirlik tüm komünal düzen için ortaktır. Böylece yerelden çözümler hem iyi örnek, hem denetim aracına da dönüşebilir. Yerel demokratik yapıların güçlendirilmesi, kadın konseyleri ve ekolojik komünlerin resmileştirilmesi, merkezi devlet veya sermaye projelerine karşı koruma mekanizmaları oluşturulması gereklidir. Komünal ekonomi programları, gıda egemenliğini destekleyen kooperatifler, ortak su/enerji yönetimi ve mikro-yenilenebilir projelerle devlet ve uluslararası fonlamada öncelikli olmalıdır. Eko-kırım hukuku ve hesap verebilirlik mekanizmaları, büyük projelerde insan hakları ve ekosistem etki değerlendirmelerini zorunlu kılmalıdır. Karbon piyasaları tek çözüm olarak kullanılmamalı; karbon kredileri ancak Bu bütüncül yaklaşım, demokratik modernite, komünal ekonomi ve eko-barışı bir araya getirerek, iklim krizine karşı halkların yerelden yükselen gerçek çözümlerini ve direncini temsil etmektedir.

İklim krizi, kapitalist modernitenin erkek egemen, sınırsız kâr anlayışının bir sonucudur. Çözüm için teknoloji ya da piyasalar değil; halkların söz ve karar hakkı, komünal ekonomi ve demokratik modernite gereklidir.


Son Not:

Bookchin, M. (1993). The Philosophy of Social Ecology. Black Rose Books.

Foster, J. B. (2000). Marx’s Ecology: Materialism and Nature. Monthly Review Press.

Greenpeace (2022). The Cloud’s Dirty Secret: Data Centers and Climate Change.

IPCC (2023). AR6 Synthesis Report. Intergovernmental Panel on Climate Change.

Lohmann, L. (2006). Carbon Trading: A Critical Conversation on Climate Change, Privatisation and Power. Dag Hammarskjöld Foundation.

Öcalan, A. (2011). Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt II: Kapitalist Uygarlık. Aram Yayınları.

Öcalan, A. (2012). Demokratik Modernite Manifestosu, Cilt III: Özgürlük Sosyolojisi. Aram Yayınları.

Robbins, P. (2012). Political Ecology: A Critical Introduction. Wiley-Blackwell.

Shiva, V. (2016). Staying Alive: Women, Ecology and Development. North Atlantic Books.

WHO (2021). Climate Change and Health. World Health Organization.

WMO (2023). State of the Global Climate Report. World Meteorological Organization.

Etiketler: Demokratik moderniteDoğadoğa katliamıEkofeminizmekolojiFeminizmKadın Mücadelesikapitalist moderniteMücadele ve DirenişÖzel savaş politikalarıSayı 135
Önceki İçerik

Eğitim Politikaları İle Toplumsal İnşa

Sonraki İçerik

Doğanın Bedeni- Tanrıçaların Besta’da Dirilişi

Sonraki İçerik
Doğanın Bedeni- Tanrıçaların Besta’da Dirilişi

Doğanın Bedeni- Tanrıçaların Besta'da Dirilişi

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.