Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Hiçbir İktidarın Dize Getiremediği Kadınlar

Oya Açan Oya Açan
13 Temmuz 2025
Yazı
0
Hiçbir İktidarın Dize Getiremediği Kadınlar
0
SHARES
34
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Onlar hayatı çok yönlü ve dolu dolu yaşayan kadınlardır. Yaşamlarında aşka da sanata da edebiyata da şiire de müziğe de yer vardır. Tarihsel olarak öne fırlamalarının arka planını bu zenginlik oluşturur

İdeolojik-politik duruşumuzun çizdiği varoluş ve mücadele çizgisi asla sabit bir hat izlemez. Tutumumuz, gelişmelere verdiğimiz tepkiyle dile gelir. Ya bilincimizdeki açıklık mücadele uğraklarında daha da genişler -kendimizi daha ilerden ortaya koymaya başlarız- ya da hayatın üzerimize abandığını, mücadele koşullarının sertleştiğini derinden duyumsayarak kendimizi savunmaya alır geri çekiliriz. Tek bir nedene bağlanamayacak bu ileri atılma ya da geri çekilme halleri devrim davasının hemen hemen bütün bileşenlerini kesen adı konulmamış sınanma zamanlarıdır.

Tarihsel bir bilinç, insanlığın bütün hazinesini, -yüz yıllar boyunca nice bedel ödenerek oluşturulmuş bu devasa zenginlikten de beslenerek- derslerini kendisine katar bu yürüyüşte. Vazgeçişlerden öğrenenler de vardır bu uzun yolda; ona teslim olanlar, koşulları rasyonalize etmeye, kendi durumunu haklı çıkarmaya, şimdiye dek öğrendiği ve uygulamaya çalıştığı her şeyin “koca bir yalan” olduğuna inanmaya yönelik yaklaşımı her şey haline getirerek kendi durumunu realize etmeye meyledenler de kendilerini güya korumaya aldıklarını zannederler. Keskin dönemeçlerde bu tür sorgulamalar bazen de insanı bambaşka bir aydınlığa kavuşturur.

Tarihte öncüleşmiş bütün kişiliklerin pratiğinde çok sık karşımıza çıkar bu türden sıçramalar. Erkek egemen tarih anlatımlarında her ne kadar geri planda bırakılmış olsak da kadınlar olarak hiç de yoksul değilizdir bu bahiste de. Çok zengin bir mirasın sahibiyiz. Yaşamı boyunca mücadeleden taviz vermemiş kadın önderlerin ve isimsiz savaşçıların koydukları taşlar ve tuğlalarla örülmüştür bu miras. Herbirini kısacık temel çizgilerle gözümüzün önüne getirmek bile bize bambaşka bir dünyanın, geleceğin özgürlük dünyasının şarkısını fısıldar.

Emeğin tutsaklığını, özel mülkiyet dünyasının işleyişini, paranın hakimiyetini alaşağı etmedikçe de bu fısıltıyı duyacak duymak isteyenler. Duymak istemeyenler ise onun içten içe çürüyerek çatırdadığına, devrim alevleri şeklinde gümbür gümbür gelişine er ya da geç tanık olacaklar.

Çağlarının işaret fişekleri

Tarihsel hafıza, çağlar boyunca farklı coğrafyalardan kadın teorisyenler, militanlar, parti insanları çıkarır önümüze. Yaratıcılığın, kararlılığın, yürüdüğü yola sonuna kadar sadakatla sahip çıkan, hepimiz açısından esin kaynağı olmuş kadın önderlerin, çoğunlukla görmezden gelinmiş isimli-isimsiz kahramanların hayatları ve mücadeleleri son derece anlamlı ve ders alınacak kaynaklardır.

Onlar çağlarının ürünüdür, o tarihsel-toplumsal süreçlerin ortaya çıkardığı, koşullara teslim olmayarak onları değiştirme çabası sırasında kendileri de değişen, daha da büyüyen tarihsel kişiliklerden bahsediyoruz. Clara Zetkin, Rosa Luxemburg, Louise Michel, Aleksandr Kollontay, Emma Goldman, Olga Benário Prestes… böyle örneklerdendir.

Sakine Cansız öyledir sözgelimi, hem komutan hem savaşçıdır. Nilgün Gök, Lale Çolak keza öyledirler. Adlarını burada sayamadığımız nice öncü kadın, eylemleriyle tarihe şerh düşmüşlerdir. Bunu sağlayan, onları büyük yapan nedir? Pekçok neden devreye girer bu bahiste fakat herhalde en belirleyici olan tarihsel akışta sürüklenen konumundan çıkmakta sergiledikleri iradedir. Verili üretim tarzı, toplumsal üretim sürecinde kişilerin hem bu süreçle hem birbirleriyle kurdukları ilişkiler, çelişki ve çatışkıların yeni bir bütünlükle filizlenme zamanına hazırlanma süreçleridir belki ve onlar bunu hem hazırlayan hem buna hazırlanan kuvvetlerdir.

Dolayısıyla onları özel kılan “özel türden bir yeteneğe” sahip olmaları değil dönemin anaforuna kapılmadan tarihin akış yönünü -sezgisel düzeyden başlayarak- derinlemesine görmüş ve kendilerini bu ihtiyaçlara göre konumlandırmış olmalarıdır. Bir eylemi, bir hareketin gelişimini, bir mücadelenin hedefe doğru zorlanmasını, bir devrimin gerçekleşmesini en çok isteyenlerden biri olmaları, kişisel ve toplumsal özgürlüğü bunda aramalarıdır. Ancak böylesine ikirciksiz inananlar, sakınmaksızın kendini ortaya koyarak tarihte iz bırakabilirler.

Hiçbir iktidarın dize getiremediği kadınlar

Hiçbir iktidarın dize getiremediği kadınlardır onlar. Bunu egemenler de bilmektedir, fakat asıl önemlisi sözünü ettiğimiz kişilikler bundan emindir; o yüzden hiçbir tehdit ya da risk onları yollarından çeviremez.

Kahramanlık ve cüret ancak zorunluluğun bilincine varan özgür insan eylemi şeklinde dile gelir. Özgürlüğün bilinci, -sonucu ne olursa olun- öne atılmayı koşullayan kamçı gibidir. “Haksızlığın olduğu yerde öfkeyi örgütleyenler” sadece kendilerinin aydınlanmış olmasıyla yetinmeyen, bulundukları her yerde bunu çevrelerine taşıyan kadınlardır. Gerek “Dans edemediğim devrim (benim) devrimim değildir” diyerek özgürlüğün ve özlemlerin buluşma noktası için mücadele ettiğini söyleyen Rus anarşisti Emma Goldman, Olga Benário Prestes ya da Louise Michel örneklerinde olduğu gibi baştan ayağı eylemci oluşlarıyla tarihe geçen bu profiller emin olun ki sadece bundan ibaret değillerdir. Daha doğrusu, teori-pratik diyalektiğini doğru kur(a)mayan kimse ölümüne eylemlere adım atamaz -atsa da bunun tek bir seferle sınırlı kalması muhtemeldir.

Pratiğin dağlarına tırmanmak için güçlü bir ideolojik-politik donanıma sahip olmak gerekir. Hem komutan hem nefer hem de öncü olan bu kadınlar bu yolları izledikleri için tarihe “büyük kişilikler” olarak geçmişlerdir. Onlar hayatı çok yönlü ve dolu dolu yaşayan kadınlardır. Yaşamlarında aşka da sanata da edebiyata da şiire de müziğe de yer vardır. Tarihsel olarak öne fırlamalarının arka planını bu zenginlik oluşturur.

Yine onlar sadece militan sadece eylemci değildirler, hep sanıldığının aksine hemen hepsinde aşk ve tutku elle tutulacak kadar somuttur. Tutkusuz devrimcilik zaten yapılmaz, ama onlarda ütopyalarında yer alan başka bir dünyanın özgür insanlarının aşklarına tanıklık ederiz.

Louise Michel

1871 Paris Komünü’ne doğru ilerleyen günlerde ve Komün sırasında aynı ideallerde buluştukları Theophile Ferre’ye büyük bir aşkla bağlanır Louise Michel, yine de ilk hedefi imparatorluğu devirmektir:

“Hayranlıkla gülümsüyordu adama. Önce İmparatorluğu devirmeli; bu açık, hemfikirler bu konuda. Geleceği alabildiğine açık bırakalım, özgür insanlar kendi yeni ölçütlerine uygun bir dünyayı keşfedeceklerdir. ‘Çehresi ne kadar solgun, ona rağmen başı nasıl da dik!’ diyordu hızla atan kalbi. Hiçbir şey, hiçbir zaman bu denli aklını çelmemişti, emindi bundan. Öyle hoşuna gitmişti ki bu durum, titriyordu. Louise’den en az on beş yaş küçüktü Théophile, hiç önemli değildi! Onun da kendisiyle aynı şaşmaz inanca, aynı yorulmaz coşkuya, aynı kan kırmızı yazgıya sahip olduğunu hissediyordu.

Komün yenilir, Louise tutsak düşer. Başkan Thiers’i öldürmek istediğini ve Theophile Ferre’nin onu durdurduğunu kabul etmiştir Louise… Generaller halkın üzerine ateş etmek istediğinde Montmartre’de olsaydı söylediği gibi, ‘böyle emirler veren insanları vurmaya çekinmeyecekti’ ama yine de tutsak alındıktan sonra vurulmamaları gerektiğine inanıyordu. Tutsakları vurmak ‘alçakça bir eylem’di. Kadın erkek neredeye herkesin tersine, hiçbir suçlama için masum olduğunu iddia etmemiş ya da hafifletici nedenler öne sürmemişti. Tam aksine mahkeme heyetine meydan okumuştu: “Yaşamama izin verirseniz intikam için haykırmaktan kendimi alıkoymayacağım ve erkek kardeşlerimimin intikamı için [Ferre ve diğer yirmi iki kişinin cezalarını hafifletmeyen] Af Komisyonu’ndaki katilleri ihbar edeceğim… Korkak değilseniz öldürün beni!” demişti bu kadın ihtilalci.1

Olga Benário

15 yaşından beri mücadele içinde yer alan ve Komintern’in en yetenekli devrimcilerinden biri olan Olga’ya çok kritik bir görev verilir. ‘Umudun Savaşçısı’ olarak nitelenen Luis Carlos Prestes’i kaçak yollarla ülkesi Brezilya’ya götürecek ve ona “göz kulak” olacaktır.

Nazilerle dostane ilişkileri olan Vargas yönetimi sayesinde Rio’da tutuklanır. Gestapo’nun Brezilyalı makamlarla ortaklaşa çalışması sonucunda Olga’nın Almanya’ya gönderilmesi istenir. Çünkü Naziler okyanus ötesine kadar ısrarla Olga’nın peşinden gitmişlerdir.

Hamiledir üstelik… Kızından zorla koparılan Olga, Ravensbrück Toplama Kampı’na atılır. Sonra sırasıyla nakledildiği bütün kamplarda yaşadığı onca acıya rağmen bir an olsun pes etmez. Kampta diğer kadın tutsaklara coğrafya ve savaş eğitimi verir. Hatta coğrafya eğitimi için hazırladığı detaylı atlasa bugün Ravensbrück arşivlerinde rastlayabilirsiniz. Kampta bir yeraltı gazetesi çıkarılmasında görev üstlenir.

1942’de gaz odasında katledildiğinde henüz 34 yaşında olan Olga Benário, inandığı bir mücadelenin gereklerine göre yaşadığı ve öldüğü için devrimcilerin anılarında ve mücadelelerinde yaşatılmaktadır.2

Rosa Luxemburg

Hem yoldaşı hem partneri Leo Jogiches ile ilişkilerinde yaşadığı hayal kırıklığını “İnsan devrim yaparken sanattan, aşktan vazgeçerse, yıkmak istediği dünyadan daha zalim bir dünya inşa eder” diyerek dile getiren bu çok yönlü devrimci kadın, karşı devrim tarafından katledildiği gün devleşmedi, o zaten ürettikleri ve sergilediği örnekle daha yaşarken devleşmişti. Luxemburg’un ruhunda aşk, devrim için verilen kavga ve bireysel mücadele iç içeydi.

İşçi sınıfı hareketinin kararlı savunucusu, teorisyeni ve önderlerinden biri olarak burjuva iktidara korku salan ve 15 Ocak 1919’da karşı devrimci Wilmersdorfer çeteleri tarafından işkence edilerek katledilen, bedeni Landwehr Kanalı’na atılan Rosa Luxemburg’u Lenin bir “kartal”, Clara Zetkin ise “eşi görülmemiş enerjinin somutlaşmış hali” olarak tanımlıyorlardı.

Beş dil bilen, Varşova’da liseyi birincilikle bitiren bu minicik kadın militan henüz okul sıralarındayken Marksist ideolojiyle tanışır ve genç yaşta Polonya’da illegal örgütlenen genel grev çalışmasına bölgesinde liderlik ettiği için aranmaya başlar.

Felsefeden matematiğe, botanik ve zoolojiye yönelik merakı, ekonomi ve hukukta kendini aşması ama ille de hayatını adadığı sınıf mücadelesinde sivrilmesi onu Rosa yaptı. Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) katıldıktan bir süre sonra SPD’de hüküm süren reformist ve parlamentarist anlayışı mahkum etti. I. Dünya Savaşı yaklaşırken işçi sınıfı hareketinin asla taraf olmayacağını ilan etti: “Enternasyonal sınıf mücadelesini savunan bizler, işçi sınıfından savaşta milliyetçi duygularla birbirlerini boğazlamalarını mı isteyeceğiz!”

Erkekler dünyasında dişle tırnakla teorisyen sıfatını kazanmış olan Rosa düşündüğü gibi yaşadı, yaşadığı gibi düşündü ve eyledi. Onun deneyiminde teori-pratik diyalektiğinin mükemmel birliğini, bilinçli ve kararlı adımların bedeli vahşice katledilmek de olsa tehlikeleri göze almadan hiçbir somut başarı kazanılamayacağını görebiliriz.

Sürüyor o kavga

Onlar gibi, onların başardıklarından daha fazlasını yapmaya çalışarak özgür insan ilişkilerinin yeşereceği özgürlük ve eşitlik dünyasını kurma idealinin çizdiği yolumuzda ne devrim tutkumuzdan vazgeçeriz ne de aşklarımızdan! “Aşk demişti yaşamın bütün ustaları / aşk ile sevmek bir güzelliği / ve dövüşebilmek o güzellik uğruna” diye sesleniyor yoldaşımız Adnan Yücel.

Madem, “Bitmedi daha / Sürüyor o kavga / ve sürecek / Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” diyoruz. Madem kavgamız hayata içkindir, o halde hayata da mücadeleye de yabancılaşmak bize uzak olsun.

Son Not:

(1) Louise, Komün’ün Anarşist Kadını, Henri Gougaud, Fransızca’dan çeviren: Ayşen Uysal, Dipnot Yayınları

(2) Aynı Öfkenin Çocukları, Kavel Alpaslan, Sel Yayıncılık, 2022

Etiketler: FeminizmKadın DayanışmasıKadın haklarıKadın MücadelesiLouise MichelRosa LuxemburgSayı 124
Önceki İçerik

Madımak Hala Yanıyor!…

Sonraki İçerik

İstanbul Sözleşmesi’nde Biz Neredeyiz? 

Sonraki İçerik
İstanbul Sözleşmesi’nde Biz Neredeyiz? 

İstanbul Sözleşmesi’nde Biz Neredeyiz? 

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.