Aşkın Divanesi
Aşkın divanesi Mecnunum amma
O dosttan bir haber verenim yoktur
Can ile canana vurgunum amma
Rahmedip hâlimi görenim yoktur
Cahil değil, hakikati bilirim
Ölü gider, sağ olarak gelirim
Anlayana doğru haber veririm
Lakin cevherimi bilen yoktur
İnsanlık yoluna kılmışım karar
Ali evladına vermişim ikrar
Vara yok deyip de edemem inkâr
Akarsu’yum, bunu bilenim yoktur
Halk Ozanı Muhlis Akarsu
2 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla düzenlenen Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsü Sivas’ta gerçekleştirilecekti. Her yıl yapılan bu kültürel etkinlik öncesinde, “şeriat isteriz” sloganlarıyla kentte toplanan gruplar, etkinliğe katılan yazar Aziz Nesin’i hedef gösteren bildiriler dağıtmıştı.
Aynı gün Madımak Oteli’nde 33 aydın, çıkarılan yangınla katledildi. Bu katliam, Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçti. Çünkü Sivas, Alevilere yönelik daha önce işlenmiş birçok cinayetin ardından, bu kez devletin gözleri önünde gerçekleşen toplu bir linçe sahne oldu. Öncesi de vardı, sonrası da geldi; failleri çoğu zaman bilinen ancak cezasız bırakılan katliamlar zincirine böylece bir yenisi daha eklendi.
Osmanlı döneminden günümüze katliamlara maruz bırakılan Aleviler, Cumhuriyet döneminde de şiddet, ayrımcılık ve ötekileştirme ile karşı karşıya kaldılar. Cumhuriyet’in ilanının ardından sadece Aleviler değil; Hristiyanlar, Museviler, Êzidîler gibi ezilen ve dışlanan tüm inanç ve kültür grupları üzerindeki baskılar da arttı.
Şimdi 2 Temmuz 1993’e geri dönecek olursak; o günden bu yana süren dava, 2012 yılında hukuki boyutuyla zaman aşımına uğratılarak kapatıldı. Tıpkı benzer diğer davalarda olduğu gibi… Olayda yer alan 15 bin kişilik bir saldırgan grubundan yalnızca 14’ü hakkında dava açıldı. “Olayda örgüt yok” denilerek, sanıklar hafif cezalarla kurtuldu. İdam cezası alan 8 kişi, 1997 yılında serbest bırakıldı. Bazıları ise hiç yakalanmadı. En sonunda, davada kalan son sanıklar da Cumhurbaşkanı tarafından “yaşlılık” gerekçesiyle affedilerek tahliye edildi.
Madımak Oteli, Alevi toplumunun yıllarca süren itirazlarına rağmen uzun süre kebapçı olarak işletilmeye devam etti. Daha sonra kamulaştırılan bina, Alevilerin talepleri ve görüşleri dikkate alınmadan “Bilim ve Kültür Merkezi”ne dönüştürüldü.
Halkların Katliam Hafızası: Madımak
Bu katliamla ilgili bugüne dek çok şey söylendi, yazıldı; belgeseller yapıldı. Her yıl 2 Temmuz’da acılar yeniden ve yeniden tazelendi, protestolar yapıldı, hâlâ da yapılıyor. Artık Türkiye’de 2 Temmuz ya da Madımak denince, demokrasi güçlerinin, kadınların, gençlerin ortak hafızasında derin bir iz canlanıyor. Benim kişisel hafızamda ise, televizyon ekranlarında otelin önünde toplanmış, kızgın, öfkeli, ne yapacağı belirsiz kalabalıklar ve merdivende oturan Aziz Nesin’in fotoğrafı var. O yangından benim de tanıdığım arkadaşlarım yaralı olarak kurtuldu. O gün orada, ülkenin yüz akı olan akademisyenler, yazarlar, sanatçılar ve entelektüeller; her yıl yapılan kültürel bir etkinlik için bir araya gelmişlerdi.
Hiç unutmuyorum, Ankara-Dikmen’den başlayan, Kızılay’a kadar uzanan protesto yürüyüşüne yüz binler katılmıştı ve bu son derece güçlü bir demokratik itirazdı. Ancak bu olay, Alevilerde başka, diğer toplumsal kesimlerde bambaşka bir şekilde karşılık buluyordu.
Judith Butler, Kırılgan Hayat adlı kitabında küresel şiddet bağlamında şu soruları sorar: “Kim insan sayılır? Kimin yaşamı yaşam sayılır? Bir yaşamı yası tutulabilir kılan şey nedir?” Bu soruları Sivas’ta yaşananlar için sormak sanırım hiç de yanlış olmaz. Çünkü koskoca bir kentin orta yerinde, herkesin gözleri önünde 33 can yakılarak katledildi. Ama bu olay, Türkiye toplumunun tümünde aynı etkiyi yaratmadı. Peki, nedir böyle olmasına sebep olan? Nedir bir acıyı paylaşılamaz, bir kaybı yası tutulamaz hâle getiren? Peki, gerçekten nedir bu kadar ayrıştıran, bölen, uzaklaştıran “yası tutulamayacak” olarak görülen şey? Alevilere komşuluk eden, aynı çeşmeden su içen, gündelik hayatı paylaşanlar ne oldu da böyle oldular? Bu soru sorulmalı bence…
Katliam Dönemin Yöneticilerinin Cümlelerinde Gizli
Madımak Katliamı, İslamcı çevrelerce görmezden gelindi. Dönemin Sivas Belediye Başkanı, yaşananlara “katliam” bile diyemedi. Olay, Aziz Nesin’in kışkırttığı bir provokasyon gibi sunulmaya çalışıldı. Oysa olayın planlı bir organizasyon olduğu, ilerleyen süreçte mahkeme kayıtlarından da anlaşılacaktı. Katliamın yaşandığı dönemde iktidarda SHP’nin de yer aldığı bir koalisyon vardı; hem de Kültür Bakanlığı da SHP’nin kontrolündeydi. 2011 yılında, Özel Harp Dairesi’nde görevli bir üsteğmen, Fırat Haber Ajansı’na verdiği röportajda, katliamın devlet eliyle, önceden planlanmış bir senaryo çerçevesinde gerçekleştirildiğini itiraf etmiştir.
1993’te yaşanan Sivas Madımak Katliamı’nın ardından, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, katilleri kastederek “Halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” ifadelerini kullandı. Başbakan Tansu Çiller ise, kamuoyunun tepkisini yatıştırmak amacıyla “Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır” diyerek saldırganları adeta akladı. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ise yaşanan vahşeti küçümseyerek, “Bu, bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır” açıklamasını yaptı.
Türkiye’yi yönetenlerin bu açıklamaları bile olayın nasıl örtbas edilmeye çalışıldığını açıkça ortaya koyuyor. Herkesin televizyonlardan canlı olarak izlediği, sekiz saat süren bir katliam, adeta bir film gibi seyredildi; müdahale edilmedi, durdurulmadı.
Peki, bu son mu? Hayır, değil; sonrası yine var. Bugün Suriye’de katledilen Aleviler… Her gün dünyanın bir yerinde gözümüzü katliama açıyoruz… Ama aynı zamanda bir direnişe de…
Unutmamak ve Unutturmamak İçin
Yüzyıllar boyunca Ortadoğu’da ve Türkiye’de ulus-devlet zihniyetinin bir sonucu olarak, farklı inançlar, halklar, kültürler ve topluluklar sistematik bir şekilde inkâr, imha ve asimilasyonla karşı karşıya kaldılar. Ve Cumhuriyetle birlikte, birbirine düşmanlaştırılmış, parçalanmış, ötekinin acısını görmeyen, empati kuramayan bir topluma dönüştürüldük. Bu tablonun temelinde “tekçilik” yatıyor. Ulus-devlet doğası gereği tekçiliği dayatıyor; bu koşullarda gerçek bir demokrasiye ulaşmak imkânsız.
Sivas Katliamı’ndan bu yana geçen 33 yılda, acı dinmedi. Hatıralar silinmedi. Her yıl yapılan anmalar; 33 canın geride kalan ailelerinin, adalet sağlanmadığını görerek çoğu zaman umutsuzluk içinde bu dünyadan göçmesi… Sevdiklerinin ardından her yıl yeniden yaşanan o derin acı… Ama Aleviler ve demokrasi güçleri, her Temmuz sıcağında yılmadan, usanmadan bu katliamı unutturmamak için mücadele etmeye devam ediyor. Bu unutulamaz; unutturulamaz. Peki, bu ülkede Sivas Madımak Katliamı gibi bir vahşeti unutmayacaksak, ne yapmalıyız? Verilebilecek tek cevap, güçlü bir demokrasi mücadelesi yürütmek ve örgütlü bir toplum inşa etmektir. Bu da ancak “barış ve demokratik bir toplum” yaratma hedefiyle; gerçeklerin gün yüzüne çıkması için çabalamakla, yüzleşmekten kaçınmadan hakikatin peşine düşmekle mümkündür. Çünkü Madımak, toplumun hafızasında hâlâ capcanlı duruyor ve öyle kalmaya da devam edecek. Eğer dayanışmazsak, bir araya gelip örgütlenmezsek, iktidarın yaptıklarına ya da yapacaklarına güçlü bir itiraz yükseltmezsek, işte asıl o zaman daha büyük felaketlerle karşı karşıya kalabiliriz.
33 özge canın anısına saygıyla, unutmamak ve unutturmamak için…