Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Doğa Kırımına Karşı Ekolojik Yaşamı Savunmak

Derya Ren Derya Ren
29 Haziran 2025
Yazı
0
Doğa Kırımına Karşı Ekolojik Yaşamı Savunmak
0
SHARES
140
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Endüstriyalizm, militarizm ve savaşa peşkeş çekilen doğayla birlikte aslında kadın da hedef alınmaktadır. Doğanın en büyük temsilcisi olan kadının bedeni de aynı şekilde rant alanı hâline getirilerek özel savaş politikalarının bir argümanı yapılmaya çalışılmaktadır. Çünkü kadın ve doğa, birbirinden ayrılmaz iki kavram olup, bunu sadece doğurganlığı ile tanımlamak eksik kalır

Ekolojik kırım ya da doğaya yönelik tecavüzü ele alırken, bu sorunların temelinde yatan endüstriyalizmi açmamak, yaşanan soruna eksik ve kusurlu bir yaklaşım göstermek demektir. 18. yüzyılda ortaya çıkan endüstriyalizm, modernitenin üç saç ayağından (kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm) biri olup moderniteyi ayakta tutan en temel ve etkin araçtır. Endüstriyalizm, topluma yararlı görünmeye ve yaşam koşullarını daha kolay ve hızlı erişilebilir göstermeye çalışsa da toplumu ve doğayı sömürgeleştiren modernitenin temel ayaklarından bir tanesidir.

Endüstri ile endüstriyalizmi birbirine karıştırmamak, sorunun çözümü noktasında iyi bir başlangıç olacaktır. Endüstri, insanlığın alet kullanma süreciyle ortaya çıkmıştır; en basit bir iğne bile endüstriye girer. İlk insanımsı varlıkların taşları keskin bir hale getirmesi ya da bir değnekle doğrulmaya ve yürümeye çalışması da bu sürece dâhildir. Bundan kaynaklı olarak endüstri, yaşamı kolaylaştırmayı amaçlar ve buna göre ihtiyaç duyduğu şeyleri üretir. Endüstriyalizm ise kâr-para amaçlı endüstrinin ideolojikleşmiş hâlidir ve tehlikelidir. İnsan yararına olan ve yaşamı kolaylaştıran endüstri devriminin ideolojikleşerek sisteme hizmet etmesi, aynı zamanda doğal yaşama da bir müdahale olarak tanımlanabilir. Çıkışı itibariyle (18. yy.) basit makineler (buharlı) ile yaşam alanlarına giren endüstriyalizm, 19. yüzyılda büyük bir sıçrama gösterdi. 20. yüzyılda ise ulus-devletlerin yaygınlık kazanmasıyla endüstriyalizm daha da hortlatıldı.

Endüstriyalizmin, günümüzde devasa kentlerin oluşum aşamasında kendi payına büyük bir rol üstlendiği sanılırken, aksine endüstriyalizm yoluyla toplum ahlaki-politik değer yargılarından uzaklaştırılmaya, asosyal toplumlar yaratılmaya ve doğa kâr hırsına peşkeş çekilmeye çalışılmaktadır. Günümüzde devasa kentlerin kurulduğu yerlerden tutalım; kutup noktaları, çöller, sarp ormanlık alanlara kadar endüstriyalizmin yaygınlık kazanmaya çalışarak kâr elde etmeye çalıştığı görülebiliyor. Binlerin hıncahınç doldurulduğu fabrikalar, ekosistemin bozulmasına neden olan barajlar, HES’ler, maden ocaklarıyla kâr elde edilmeye çalışılırken, insan yaşamı rakamlardan ibaret görülerek, insan yaşamı başta olmak üzere tüm doğa kâr elde etmenin bir aracı hâline getiriliyor. Tam da burada Sayın Abdullah Öcalan’ın:

“Endüstriyalizm bir kâr yönetim harekâtıdır. Yatırım veya kalkınma kavramları asıl amacı gizleyen örtülerdir. Kâr varsa yatırım ve kalkınma olur. Yoksa kendi başına yatırım ve kalkınmanın hiçbir anlamı yoktur. Endüstriyalizm, mülkiyetten binlerce kez daha bir hırsızlıktır.”

“Endüstriyalizmin toplum üzerindeki ilk büyük baskısı, üretimi temel ihtiyaçlar üzerinden değil, azami kâr getiren ürünler üzerinde yoğunlaştırılmasıyla ortaya çıkar.” sözleri tüm hakikatiyle ortada duruyor.

Ulus-Devletlerin Doğa Kırımındaki Payı

Kapitalist modernite ile birlikte toplumsal doğa yok edilirken, endüstriyalizm bu yok edilmenin bir aracı ve ideolojik argümanı oluyor. Öte yandan 20. yüzyılda hortlayan militarizm, şiddet ve kâr-sermaye araçlarıyla birlikte doğa bütünüyle rant alanlarına peşkeş çekilmekte. Dünyanın en ücra köşesine baktığımızda bile endüstriyalizm, militarizm, kâr-sermaye için doğa talan edilirken; iktidarlar zaman zaman kendi kâr hırsları için hükümranlık kurduğu toprakları farklı devletlere kiralamakta, satmaktadır. Örneğin Riha’nın Kanîya Xezalan (Ceylanpınar) ilçesinde 1 milyon 600 bin dekar arazi Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) bünyesinde Katar’a kiralandığı iddia edilmekte. Araziler TİGEM tarafından kullanıldığından dolayı birçok köy boşaltılmak zorunda bırakılırken, orada yaşayan yurttaşlar köy yaşamından vazgeçmek zorunda bırakılarak kent yaşamına mahkûm edildi.

Kâr-sermayeye peşkeş çekilen alanların yanı sıra militarizme peşkeş çekilen doğa, güvenlik adı altında talan edilmeye devam ediyor. 1. Dünya Savaşı ile Ortadoğu’da inşa edilen ulus-devletlerle birlikte enerji savaşlarının derinleşmesi ve beraberinde gelen güvenlikçi, çıkarcı politikalarla doğa hiçe sayılmaya devam ediyor. Ulus-devletlerin doğayı rant alanına dönüştürmesi, bu amaçla komşu devletler başta olmak üzere diğer devletlerle paylaşım içinde olması, Sayın Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’da ulus-devleti “ajan kurum” olarak tanımlamasıyla birlikte, Ortadoğu’daki doğa kırımında ulus-devletlerin payını doğrular niteliktedir.

Kürdistan’daki Doğa Kırımı

Ayrıca son yüzyıla baktığımızda doğa kırımının halkı sindirmek ve asimilasyona maruz bırakmanın bir yolu olarak kullanıldığı en yalın şekliyle ortadadır. 1990’larda güvenlik adı altında Kürdistan’da yakılan yüzlerce köy, güvenlik bölgesi ilan edilen mera alanları, doğal su kaynakları, yakılan ormanlar bunun en büyük göstergesidir. Sistem doğa talanına farklı kılıflar bulmaya çalışırken, buna karşı çıkan halkı kimi zaman kentlerde ev ya da iş yeri verme karşılığında susturmaya çalışmakta, kimi zaman ise gerçekleştirdiği talana orada yaşayan halkı “koruculuk sistemi” adı altında dâhil etmektedir. Para karşılığında koruculaşan kişiler, kendi doğalarını para karşılığında satarken gerçekleşen kırımın bekçiliğini yapmaktadır. Son yıllarda Botan’da korucular eliyle ormanlık alanlar talan edilirken, nesli tükenen hayvanların yüzlercesi “av” adı altında katliama uğratılmakta. Talan edilen ormanlık alandan elde edilen odunlar ve keresteler, askeri kurumların ihtiyaçları için kullanıldığı iddia edilirken, kimi zaman korucular tarafından el altından civar kentlere getirilerek satılmakta. Yaşanan tüm bu doğa talanı, özel savaş politikalarının bir parçası olarak işletilmekte.

Endüstriyalizm, militarizm ve savaşa peşkeş çekilen doğayla birlikte aslında kadın da hedef alınmaktadır. Doğanın en büyük temsilcisi olan kadının bedeni de aynı şekilde rant alanı hâline getirilerek özel savaş politikalarının bir argümanı yapılmaya çalışılmaktadır. Çünkü kadın ve doğa, birbirinden ayrılmaz iki kavram olup, bunu sadece doğurganlığı ile tanımlamak eksik kalır. Kadının doğa ile ilişkisi salt simbiyotik bir ilişki değildir; aynı zamanda hayati değer taşıyan ve birbirini tamamlayan bir noktada durmaktadır. 2016 yılında FARC gerillalarıyla Kolombiya hükümeti arasında imzalanan barış antlaşmasından sonra kadınların mücadelesi sonucunda “kadın ve toprak” kavramını hukuki bir kavram olarak kabul ettirmeleri de bunun en büyük örneğidir.

Demokratik Modernite Sisteminde Ekolojik Yaşam

Hedef alınan doğaya sistematik bir şekilde saldırı olurken, tecavüze dönüştürülen bu politikalara karşı kadınlar başta olmak üzere toplumsal kesimler seslerini yükseltmeye devam ediyor. Doğaya yönelik gerçekleşen tecavüze karşı ekolojik örgütlerin vermiş olduğu mücadele, tecavüzün önüne geçse de bütünüyle son bulmasına engel olamamakta. Bundan kaynaklı olarak birlikte ve örgütlü mücadele bir kez daha tüm gerçekliğiyle somutlaşıyor.

Tam da bu temelde Sayın Öcalan’ın kapitalist modernite sistemine karşı geliştirdiği demokratik modernite sisteminde; demokratik, kadın özgürlükçü ve ekolojik paradigma bir kez daha hayati rolünü ortaya koyuyor.

“Geliştirilen demokratik modernite sisteminde ekolojik yaşam nasıl olmalı?” sorusunun cevabı; erkek egemen sistemin değişim ve dönüşüm yaşaması ve bu sistemin yaşamsallaştırılmasıdır. Rojava Kadın Devrimi’yle birlikte gelişen süreç, erkek egemen sistemi değişim ve dönüşüme tabi tutarken, aynı zamanda ekolojik bir toplumun da önünü açmış oluyor. Bugün Kuzey ve Doğu Suriye’de doğaya yönelik gerçekleşen politikalarda; talan yerine üretim, kâr-sermaye yerine ihtiyaca dayalı bir üretim, endüstriyalist bir müdahale yerine doğa ile ahenkli bir yaşam örülüyor.

Etiketler: DirenişDoğaDoğa talanıekolojiEkolojik yıkımHESMücadeleSayı 122
Önceki İçerik

Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Sonraki İçerik

Zilan’ın Eyleminin Kadın Özneleşmesindeki Dönüştürücü Rolü

Sonraki İçerik
Zilan’ın Eyleminin Kadın Özneleşmesindeki Dönüştürücü Rolü

Zilan’ın Eyleminin Kadın Özneleşmesindeki Dönüştürücü Rolü

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.