Ev içerisindeki eşitsiz ilişki, ev dışında yani pazar koşullarında da bu şekilde varlığını korumaya devam ediyor
Kadınlarla erkekler arasındaki cinsiyete dayalı iş bölümü, kadınların ücretsiz ev içi emeğinde belirleyici bir rol oynuyor. Bakım emeği veya görünmeyen emek olarak da tarif edilen bu emek türü hem erkeğin iş gücünün yenilenmesi hem de ev içerisinde çocukların, yaşlıların ve engelli kişilerin bakımını kapsıyor. Diğer emek türlerinden farklı olarak bakım emeğinin sunumu duygusal emekle birlikte talep ediliyor. Ev içi emek ve bakım emeği; birçok toplumda kadınlara ahlaki, vicdani ve doğal bir sorumluluk gibi yükleniyor. Bunları yapmayan, yapmayı reddeden kadınlar yeterince iyi kadın, anne, eş ve iyi insan olmamakla eleştiriliyor, yargılanıyor, damgalanıyor. Bu eleştiri, yargılama ve damgalama mekanizması bir yandan kadınların bu sorumlulukları sürdürmesi için sahip olmaları gereken içsel motivasyonu, diğer yandan sunulan hizmetin kalitesini ve sürekliliğini güvence altına alıyor.
Feminist hareket uzun yıllardır kadınların görünmeyen emeklerinin görünür kılınması, bu yollarla kadınların sömürülmesinin önüne geçmek için ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasının mücadelesini yürütüyor. Ancak geliştirilen her öneri bir noktada tıkanıyor ve dönüp dolaşıp bu işlerin yapımı yine kadınlar tarafından üstleniliyor. Bu durum elbette geleneksel rollerin yeniden üretilmesini de garanti altına alıyor.
Bununla beraber hem bu alanlarda kadınların çoğunlukla istihdam ediliyor olması hem de sözü edilen alanlarda ücretlerin düşüklüğü yeni bir eşitsizlik üretiyor. Ev içerisindeki eşitsiz ilişki ev dışında yani pazar koşullarında da bu şekilde varlığını korumaya devam ediyor. Sözgelimi bu alanlarda ücretler o kadar düşük ki bu işleri yapanlar, kendi yaptıkları işleri kendileri için satın alacak güçte bile olamıyorlar.
Diğer yandan kadınlar, evde ürettikleri emeğin serbest piyasadaki karşılığını tespit edebilmek için bu hizmetleri kalemlere bölerek bu hizmetin dışarıdan temin edilmesi neticesinde oluşabilecek maliyet üzerinden kendi emeklerine bir değer biçmeye çalışıyorlar. Bu durum kurumsallaşmalarının yanı sıra evde üretilen işin görünür kılınmasına ve onun değerinin belirlenmesine katkıda bulunuyor. Örneğin tam zamanlı bir ev işçisinin aylık kazancının hesaplanması ev içi emeğin piyasa değeri konusunda bir fikir verebiliyor. Bununla beraber ev içi emeğin gerçek piyasa değerini bulmak oldukça zor ve aslında bu hesaplamaların gerçek değeri yansıtması neredeyse imkansız. Buradaki zorluk sadece evdeki bakıma muhtaç kişilerin sayısı ve işin zorluğu ile ilgili değil zaten pas koşullarında da emeğin gerçek değerinin çok altında olmasından kaynaklanıyor.
Buradaki bir başka zorluk ise duygusal emek boyutunda ortaya çıkıyor. Duygusal ya da duygulanımsal emeğin aslında bir kalite standardı ve bir motivasyon aracı olarak kullanıldığından bahsetmiştim. Ancak bu boyut aynı zamanda kadınlara bir kalıp biçiyor ve o kalıbın içinde kalmalarını sağlıyor. Kadınlar, duygusal olarak biçimlendiriliyor ve köleliğin içselleştirilmesi sağlanıyor. Yapılan işe bağlı olarak kadınlardan beklenen duygusal ve düşünsel şekillenme kadınların kişiliklerini işin bir uzantısı olarak nesneleştirme ve metalaştırma olarak; bir başka deyişle toplumsal cinsiyetin üretilmesi ve yeniden üretilmesi gerçekleştiriliyor. Peki duygusal ya da duygulanımsal emek ücretlendirilmeli mi ücretlendirilebilir mi?
Almanya örneğinden hareketle bu soruya yanıt bulmaya çalışalım. Almanya’da evde bakımı yapılan hastalar için belli bir ücret ödeniyor. Bakıma yardımcı olacak mekanizmalar da evde bakımın bir parçası olarak işliyor örneğin sabahları ve akşamları eve gelen kişiler pansuman yapabiliyor ya da hastanın çorabını giydirebiliyor. Bakım ücretinin yanı sıra küçük bir miktarda para da evde bakım yapan kişiye ayrıca ödenebiliyor. Bu durumu duygusal emeğin ücretlendirilmesi olarak tarif edebiliriz.
Bununla beraber duygusal emek sadece bununla sınırlı bir emek türü değil özellikle hizmet sektöründe giderek daha fazla talep edilen bir emek türü olarak karşımıza çıkıyor ve sömürünün derinleşmesinde görünmeyen kilit bir rol oynuyor. Arlie Russel Hochschıld’in 1983 yılında uçak hostesleriyle yaptığı -ki bu alanda yapılan ilk kayda değer araştırma niteliğindedir- gösteriyor ki işverenler sadece işçilerin emeklerini satın almıyor; aynı zamanda onların duygularını nasıl yöneteceklerine, düzenleyeceklerine dair de taleplerde bulunuyor ve bunu da satın almak istiyor. Bugün artık hemen hemen bütün iş ilanlarında mesleki donanımın yanı sıra kişilik özellikleri ya da duygusal hazır olma durumuyla ilgili mesela empati kurma, uyumlu olma gibi özellikler de işe alma kriterleri arasında karşımıza çıkıyor ve iş ortamında bu özelliklerin sergilenmesi bekleniyor.
Duygusal emeğin ücretlendirilmesi meselesine yeniden dönecek olursak; bu emeğin ücretlendirmesi oldukça zor ve aslında bunun ücretlendirilmeye çalışılması başka sorunlara neden oluyor. Bu noktada ilk sorun her şeyin piyasalandırılması, bir başka değişle kapitalistleştirilmesi olarak ifade edilebilir. Bundan başka hem kurumsallaşmalar hem de duygusal emeğin ücretlendirilmesi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin üretilmesinde yeni bir eşitsizlik alanı yaratıyor. Son olarak toplumda ve insan doğasında bulunan doğal dayanışma ve yardımlaşma duygularını ortadan kaldırıyor ve toplumu savunmasız bırakıyor.
Peki ücretsiz, erişilebilir kreş talebinden vaz mı geçelim? Ya da hastalar ve yaşlılar için profesyonel hizmetleri ve bunların ev içinde yapılması durumunda ücretlendirilmesini desteklemeyelim mi? Elbette hayır. Esas meseleyi duygusal emeğin ücretlendirilmesi veya ücretlendirilmemesi meselesinden çıkarıp toplumsal cinsiyet eşitliği boyutunda tartışmak, sorunun çözümünde yardımcı olabilir. Yine piyasalaştırılmaya ve satın alınmaya çalışılan duygusal emeğimizi toplumun doğasına uygun olarak dayanışma ve yardımlaşma temelinden yeniden ele almak da çözümün bir parçası olabilir. Peki bu nasıl gerçekleştirilecek, sorusu aslında bir başka yazının konusu. Sonuç olarak özgürlük eşitlik nasıl birer değerse yardımlaşma ve dayanışma da birer toplumsal değerdir. Her şeyin alınıp satılabilir olmadığı bir dünya özlemiyle.