Kadın işçiler kendi adına konuşmak istiyor. Ücretli-ücretsiz çalışma yaşamında kadın işçileri önceleyerek özerk çalışmalar yürütülmesini istiyor. Tüm emek örgütlerinde tabandan tavana söz ve karar hakkının korunmasını istiyor, kendi temsil hakkını istiyor. Bunun için bay başkanların elinin/dilinin uzanamayacağı komisyonlar ve örgütlenmeler yaratılmasını istiyor. Sendikaların program ve tüzüklerine dahil edilmesini istiyor… Ve bu örgütlenmelerin -karma örgütlülükler de dahil olmak üzere- feminizmi referans almasını istiyor
İşçi sınıfının birlik beraberlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs tüm dünyada haftalar öncesinde yapılan hazırlıklar ve çalışmalarla oldukça coşkulu kutlandı. Başta işçiler olmak üzere gençler, köylüler, kadınlar, lubunyalar, engelliler, azınlıklar, çocuklar vd. 1 Mayıs’ın kutlandığı alanlarda her renkten bayrakla yürüdüler. Ülkemizdeki 1 Mayıs kutlamaları da aynı coşku ve direngenlikle kutlandı. Her yıl olduğu gibi önce kutlama alanı belirlenirken tarihsel önemi olan mekanlar üzerinden tartışmalar yürütüldü. Kavganın şehri İstanbul bu tartışmalarda öne çıktı. Kadıköy ve Kartal olarak iki ilçede ‘engelsiz’ kutlanırken 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen gruplar polis şiddetiyle gözaltına alındı. 19 Mart ve devam eden eylemlilik sürecinde 1 Mayıs için bu yıl Taksim talebi öne çıkmışken CHP ve ekseninde konumlanan kurumların, anlayışların halk kitlelerinin isteminden uzak tutumlar sergilemesi başka bir yazının konusu olsun. Sınıfın kadın işçileri 1 Mayıs’larda ne kadar temsil ediliyor, alanlarda dövizlere yazılan ve sloganların konusu olan talepleri, işyerlerinde 364 gün boyunca karşılık buluyor mu, buna odaklanalım. Ya da kadın işçilerin çalışma yaşamında karşılaştıkları eşitsizlikler nesnel ve öznel gerçeklikler göz ardı edilmeden tanımlanıp bunun üzerinden mi talepler oluşturuluyor? Kadın işçilerin son yıllarda en çok dile getirdiği sorunlar üzerinden yazmaya çalışayım.
Emperyalist-kapitalist sistemin aşırı kâr hırsıyla şekillenen çalışma alanlarında ücretli kölelik koşullarının dahi uzun süreli ekonomik krizlerle daha da kötüye gittiği ve hemen her gün işçi cinayetlerine uyanır olduğumuz Türkiye’de kadın işçi olmak, görünmeyen emek demek. Kayıt dışı, güvencesiz, esnek çalışma biçimleri içerisinde asgari ücretin de altında -hatta ücretsiz- çalışmaya devam ediyorlar. İstihdamda kayıtlı çalışan kadınlar ise erkekler ile aynı işi yapmaya, aynı ücreti almaya -çoğu işyerinde kâğıt üstünde eşit ücret alındığı görünüyor- mecbur bırakılıyorlar. Yıllarca mücadelesini verdiğimiz ‘eşit işe eşit ücret’ talebinin karşılık bulması sevindirici olsa da eksik kalan bu talep, erkeklerle eşit olmadığımız, eşit çalışmadığımız gerçeğini görünmezleştiriyor. Evde, işyerinde, tarlada, yaşamsal ihtiyaçların temin edildiği hayatın her alanında erkeklerle aynı işi yapmıyoruz, daha fazlasını yapıyoruz.
“Eşdeğerde İşe Eşit Ücret”
Evdeki bakım emeği ‘kadınların işi’ olarak değersizken, çalışma alanlarındaki bakım emeği ise tanımlanmış ve ücretlendirilmiş değil. Makine başında geçirilen saatler içerisinde ortaya çıkarılan ürünün yan işleri yine kadın işçilerin üzerinde. Makinenin ve ürünün temizliği, malzeme tedariği, üretim formlarının işlenmesi, arıza bildirimi, üretim alanının temizliği ve düzeni, aksayan çay veya yemek hizmetinin telafisi, tuvaletlerin temizliği, ürün değişimi sırasında oluşan bekleme süresinde başka bölümlere ‘yardıma’ gitmek vs. sıralayacağımız yüzlerce ‘fedakârlık’ kıymetli görülmediği gibi ücretlendirilmesi de gerekmiyor. Çünkü zaten kadının evde de yaptığı işler bunlar. Söz konusu erkekler olunca çeşitli tanımlamalarla primlendiriliyor elbette. Ya da performans skalasında erkek işçileri listelerde yukarılara taşıyor, takdir sebebi oluyor. Saat ücreti ‘eşitse’ kadınlar eşit çalışmış oluyor! En az 8 saat içerisinde ne kadar koşuşturduğu patronlar ve sendikaların gündemine girmiyor. 1 Mayıs alanlarında kadın işçiler ellerinde ‘Eşit işe eşit ücret’ dövizi taşırken, kendi aralarında “Kız biz eşit çalışmıyoruz ki” diyerek boşvermişçesine ‘gülüşüyorlar.’ Ve “eşdeğerde işe eşit ücret” talebi yalnızca feministlerin dile getirdiği bir talep olarak duruyor, şimdilik.
Kadın İşçi Sağlığı ve Güvenliği Çalışmaları Yok Denecek Kadar Az
İş yükünün, işin yürütümünün sektörel bazda değiştiği üretim alanlarında kadınların işyerindeki yaşamı da pek değişmiyor. Eşit iş derken, erkeğin kas gücüne, erkekler için dizayn edilmiş üretim araçlarına kadınların uyumlanması dayatılıyor. Gerçekliği mümkün olmayan bu dayatma karşısında daha fazla efor sarf ederek ‘aynı işi’ yapan kadınların meslek hastalıklarına daha erken yakalanması kaçınılmaz oluyor. Bu eşitlenmeyi sağlamak için harcadığı efor nedeniyle ‘basit’ görülen iş kazaları, kadın işçilerin dikkatsizliği ve sakarlığı olarak dillendiriliyor. Örneğin ağır bir kasayı kaldırırken denge kuramaması ve malzemenin düşmesi alay konusu olurken, koşturmaca esnasında makinelere çarpıp yaralanması/düşmesi ‘aklının bir karış havada’ olmasıyla, sıkma/baskı uygulayarak yapılan işlerde zorlanması çelimsizlikle etiketleniyor. Oysaki yapılan işin yürütümü daha en başından planlanırken, üretim departmanındaki mühendisler, İSG uzmanları tarafından toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden bakılarak planlansa bütün bunlar yaşanmayacak, risk oranı düşmüş olacak. Patronlar için masraf demek olan bu düzenlemeler kadın işçilerin hayatından çalıyor. İşçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri asgari oranda alınırken aslında çoğunlukla erkek işçiler için düzenleme yapılmış oluyor. Kadın işçi sağlığı ve güvenliğine dair özel bir çalışma yapılmadığı gibi 1 Mayıs alanlarındaki dövizlere ve sloganlara yansımıyor. “Çalışırken ölmek istemiyoruz” sloganıyla genel bir talepten öteye geçmiyor. Kadın işçi kazalarının ve ölümlerinin istatistiği dahi kesin olarak tutulamıyor.
Kadınlar İçin Güvenceli İş Hayal
Kadın işçilerin güvenle ve düşük risklerle çalışması için düzenlemeler yapılmadığında ve yukarda bahsettiğimiz ‘eşitlik’ dayatıldığında en çok karşılaştıkları durumlardan biri de mobbing ve bir yanıyla da buna bağlı olarak cinsel taciz oluyor. Herhangi bir nedene bağlı olmaksızın kadın işçiler cinsel taciz ve mobbingle çok fazla karşılaşıyor elbette. Ancak sayı çıkarma baskısıyla ve bu baskıyı azaltmak için çözüm arayışında bulunduğunda, karşısına çeşitli pozisyonlardaki erkeklerin ‘yardımcı’ olma ‘çabası’ çıkıyor. Kadınlar işyerindeki tacize ‘katlanırken’ dışarda ‘zaman geçirmeye’ de adım adım zorlanıyorlar. Emeller gerçekleşmediğinde, kadınlar daha zor işlere/bölümlere veriliyor, işyeri içerisinde yalnızlaştırılıyor, işin yürütümü esnasında karşılaşılan sorunlara müdahale edilmeyerek kadın işçinin hatası olarak gösteriliyor, iffetine yönelik dedikodular yayılıyor, haksız tutanaklar tutuluyor, güçlü bir erkek dayanışmasıyla en son noktada işten çıkarılıyorlar. Bu insanlık dışı uygulamalara bağlı olarak da kadın işçiler, normal olarak ‘paranoyak’, güven ve güvenlik sorunu, psikolojik rahatsızlıklar yaşamaya başlıyorlar. Gün geçtikçe kendisine yaşatılanı cinsel taciz veya mobbing olarak tanımlayan kadınların sayısı artsa da işyeri içerisinde çalışırken bu netlikte tanımlamak kolay değil ve genelde de yapamıyorlar. Çünkü ispatlaması zor ve amirine itiraz etmek işçiyi haklı pozisyondan çıkarıyor. İşyeri hekimlerine bu şikayetlerle giden kadın işçilerin anlattıkları raporlanmıyor. Üstelik meslek hastalıkları içerisinde de yer almıyor. Kendi başının çaresine bakmaktan başka şansı kalmıyor. İşçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili genel slogan ve dövizler kadın işçilerin çalışma koşullarının yakınından geçmiyor. Güvenceli iş talebi içerisinde, bu sıraladıklarımız yer almıyor.
Kadınların ücretli çalışma yaşamından doğan hakları ve kazanımları, yine ücretli çalışma yaşamındaki eşitsizlikler, bakım emeği, kreş hakkı, ücretli regl izni, 8 Mart’ın ücretli izin günü olması, ILO 189-190 Sözleşmeleri vb. feministlerin ve kadın hareketinin başlıca gündemi. Kimi sendikaların kadın komisyonlarıyla yürüttüğü çalışmalarda da ele alınıyor. Politika metinleri oluşturuluyor, kimi işyerlerinde TİS maddeleri arasına konuluyor. ILO 190 sözleşmesi, cinsel tacize ve mobbinge sıfır tolerans gibi metinler, sendikalar ve patronlar arasında imzalanıyor. Peki, imzalanan metinler üretim alanlarında hayata geçiriliyor mu? Üretim alanlarındaki takibini kim yapıyor? Veriler kadın hareketiyle ve genel kamuoyuyla paylaşılıyor mu? Hayır, vitrindeki örneklerle sınırlı kalıyor.
Görünmeyen Emek Sesini Yükselttiğinde?
Tek bir yazıda hepsini ele almamız mümkün değil. 1 Mayıs alanlarına taşınmayan talepler de tek bir yazıyla işlenemez. Bakım emeğinin kadınların ücretli yaşamını da ne derece etkilediği feministler tarafından tartışılırken ve görünür kılınmaya çalışılırken emek örgütleri bunu görüyor mu? Bunu tartışmak daha iyi olacaktır. Cevap tabi ki hayır. Sokaklarda “Görünmeyen emek sesini yükselt” diye haykırırken kadın işçileri sendikalar neden görmüyor? Çünkü patriyarkanın kadın emeği üzerinden de ‘görünmeyen’ bir yüzü var.
Kadınlar ücretli ve güvenceli çalışsalar da hasta, yaşlı, engelli, çocuk, baba ve kocaya bakmaktan kurtulamıyorlar. Bu bakım süreci içerisinde işyerinden izin almak, kendisi bizzat hastalandığında dahi rapor almak, istikrarsız işçi etiketine maruz bırakıyor kadın işçileri. Aynı işyerinde, aynı vardiyada çalışan eşlerde bile bu yük yalnızca kadının omuzlarında. Tek vardiyada izin alan kadın, 3 veya 4 vardiyada vardiyasını ayarlayan kadın. Evdeki işleri bitirdikten sonra uyumaya ‘hak’ kazanan, yeteri kadar dinlenmeden ve sabah yine en erken olarak kalkıp kahvaltı hazırladıktan sonra -hazırlamasına rağmen çoğunlukla kahvaltı yapmadan- işe gittiğinde uyuyamadığı her halinden belli olunca ‘verimsiz’ işçi kabul edilen yine kadın. Mental yorgunlukla birlikte ‘huzursuz, geçimsiz, asabi, uyumsuz, iş disiplinsiz’ olarak fişlenen yine kadın…
Emek Örgütlenmelerinde Kadın İşçilerin Temsili Yok
Bütün bunlar sendikaların gündemini meşgul etmez. Sendikaların gündemine girmeyen konular da haliyle 1 Mayıs alanlarına taşınmaz. Zaten “Başkanım biz bu zorluklarla çalışıyoruz, bir çözüm bulalım” diyen kadın işçilere; “İşinize aralıksız devam edin, rapor almayın, fazla izin kullanmayın, koşullar ne olursa olsun verilen her işi zamanında ve eksiksiz yapın, bizi patronlar karşısında güçsüz bırakmayın ki güzel maaşlar alabilesiniz. Zaten işveren kadınlarla çalışmaktan memnun değil, sendikamızın mücadelesi sonucu burada çalışmaya devam ediyorsunuz. Biraz dişinizi sıkarsanız geri kalanları da zamanla hallederiz” diyen bir sendikal anlayışın kadın işçilerin hak ve özgürlükleri için mücadele ettiğini düşünmek saflık olur. Geri kalanlar dedikleri kadın işçilerin ağır çalışma koşulları, yaşamı.
Kadın işçiler 1 Mayıs’tan ne bekler ne ister? İşte bu soruya cevap ararken az da olsa örneklemeye çalıştık. Aslında cevabı hepimiz biliyoruz. Kadın işçiler kendi adına konuşmak istiyor. Ücretli-ücretsiz çalışma yaşamında kadın işçileri önceleyerek özerk çalışmalar yürütülmesini istiyor. Tüm emek örgütlerinde tabandan tavana söz ve karar hakkının korunmasını istiyor, kendi temsil hakkını istiyor. Bunun için bay başkanların elinin/dilinin uzanamayacağı komisyonlar ve örgütlenmeler yaratılmasını istiyor. Sendikaların program ve tüzüklerine dahil edilmesini istiyor… Ve bu örgütlenmelerin -karma örgütlülükler de dahil olmak üzere- feminizmi referans almasını istiyor.