En nihayetinde de kadını aile içine hapsetmenin adımı olarak “Aile yılı”nın ilan edilmesi noktasına gelindi. En üst perdeden iktidar tarafından kurulan muhafazakar dille kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesi yok edilmeye çalışıldı
AKP’nin en büyük “derdi” kiminle diye bir soru soracak olursak, herhalde ilk 3 cevabın içerisinde kadınlar yer alır. Bedenine, sesine, siyasetteki varlığına, sokaktaki eylemine, nasıl giyinip kuşanacağına, dünyaya nasıl bakacağına kadar her şeyi hakkında bir söz kurma “ihtiyacı” hissediyor AKP iktidarı. Elbette bu söz kurmadaki temel hedefin bir müdahale, kendine göre şekillendirme olduğu açık. Zaten muhalif olanı katletmesi, cezaevlerine tıkması tam da bu nedenle yetmiyor ona. Tüm kadınlar için bir hapishane bulmaya çalışıyor. Devletin, iktidarın mikro hali olan “aileden” daha iyi bir cezaevi bulunamayacağını düşünerek kadını içine hapsediyor. Tam olarak hangi siyasetçiye ait olduğunu hatırlayamadığım “insanlar olmasa bu ülke çok kolay yönetilir” sözünü AKP ise “kadınlar olmasa bu ülke çok kolay yönetilir” diye değiştirmiş gibi görünüyor. Bu nedenle görünmez, etkisiz olsunlar diye elinden geleni ardına koymuyor.
“Peki, kadın neden bu kadar açıktan hedef alınıyor?” sorusuna kısa bir yanıt verip, AKP iktidarının 23 yıllık yaklaşımına bakalım. Çünkü kadın, insanlık tarihinin mihenk taşıdır. Bugün bir insanlık tarihinden söz edilebiliyorsa bu da kadının sayesindedir. Kadın insanlığın toplumsallaşmasını sağlayan ana aktördür. Toplumsallık da insanı diğer tüm varlıklardan ayıran, dil başta olmak üzere, birçok özelliğin gelişimini sağlayan anahtar niteliğini taşıyor. İnsanlığı yerleşik hayata geçiren, bir başak tanesinden tarımı yaratan; oradan ekmeğin hamurunu üreten, kimyasalın icadına kadar özgünlüğünü ortaya koyar kadın. Mitolojik bir hikaye gibi gözükse de kadın, 104 M ile toplumsal yaşamın kurallarını ortaya koyan, yani birlikte savaşsız eşit bir yaşamın yaratıcısıdır.
Bugün yaşanan tüm bu saldırılar, binlerce yıl önce bunu başaran ve insanlık tarihinin büyük bir bölümünün böyle sürmesini sağlayan kadına yönelik erk zihniyetin oluşmasından kaynağını alıyor. Binlerce yıldır devam eden kadını köleleştirme hali, tarihin her döneminde ve dünyanın her bir parçasında ayrı biçimlerle ilerliyor. Tabi buna karşı gelişen kadın mücadelesi de tarih boyunca farklı biçimlerde gelişerek büyüyor. Türkiye’de kadın mücadelesi, her bir katmanıyla ayrı ayrı işlenmesi gerekilen bir yerde duruyor. Bu meseleye biraz AKP’nin 23 yıllık iktidarının, özelde muhafazakarlık sosuna da buladığı kadına yönelik saldırılara bakmaya ihtiyaç var. Malum AKP krizli bir tabloda “mağdurların sesi” olarak sahneye çıktı. Yıllarca Kemalist bakış açısıyla dini inançları nedeniyle dışlananların mağduriyetlerini bir şemsiye altında buluşturarak, Meclis’e ve iktidara yürüdü. Yıllarca bu mağduriyet sloganıyla da koltuğunu korumayı başardı. Bu süreçte kadınların mücadelesi ve iktidarın Avrupa Birliği’ne girme yönündeki “istemiyle” kimi adımlar atılsa da devam eden yıllarda bir bir tırpanlandı haklar.
Kadına yönelik aile içi şiddet nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Türkiye’ye karşı açılan ilk dava olan “Nahide Opuz Davası”, kadın mücadelesinin iktidarı değişime zorlayan noktalarından biri oldu. Nahide Opuz Davası, AİHM’in aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle bir devleti mahkum ettiği ilk dava olarak tarihe geçti. Karar ise Avrupa Konseyi’nin aile bireylerini, aile-içi şiddetten korumak için hazırladığı yeni bir insan hakları sözleşmesine (İstanbul Sözleşmesi) ilham verdi.
Bir gece kararnamesiyle geri çekilse de verilen mücadelenin etkisiyle ilk olarak Türkiye tarafından imzalandı sözleşme. Uzun yıllar ilk imzacı ülke olmakla övünülürken, Avrupa Birliği “heveslerinden” vazgeçtiğini gösteren AKP iktidarı, antidemokratik her bir adımına paralel olarak kadın kazanımlarına yönelik saldırılar gerçekleştirdi. Kadın Bakanlığı, Aile Bakanlığı’na dönüştürüldü. En nihayetinde de kadını aile içine hapsetmenin adımı olarak “Aile yılı”nın ilan edilmesi noktasına gelindi. En üst perdeden iktidar tarafından kurulan muhafazakar dille kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesi yok edilmeye çalışıldı. Erdoğan’ın söylemine göre kadın ve erkek eşit olamazdı. Bir başka iktidar erki kadının hamileyken sokağa çıkmasını dinen uygun bulmadı, bir ötekisi kadınların kahkahasını. Her ortamda kaç çocuk doğurulacağına dair çağrılar yapıldı, kadınların iş yaşamındaki varlığından dolayı işsizlik rakamlarının arttığı söylenerek, kadının toplumsallığından duyulan rahatsızlık üst perdeden dillendirildi. Miting kürsülerinden “Her Kürtaj bir Uludere’dir” denilerek katliamların faillerini yargılamayan iktidar fiili olarak kürtajı yasakladı.
Kadınlara; bakım, çocuk parası gibi her devletin sunması gereken hizmetler, iktidara ve eve bağlama araçlarına dönüştürüldü. Gülen Cemaati’nin ortaklığıyla iktidara gelen AKP, ilk süreçlerde bu yapılanmayla devam eden yıllarda birçok tarikatla ilerledi ve toplumun dönüşümünü bu şekilde sağlamaya çalıştı. Her bir alanda örgütlenen bu tarikatlar hep çocuk istismarı, kadına yönelik şiddetle gündeme geldi. İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G.’yi 6 yaşındayken 29 yaşındaki müridi Kadir İstekli ile imam nikahı kıydırmasının açığa çıkmasıyla başlayan dava süreci, tarikatlara dair durumun buzdağının görünen yüzü oldu. Kürdistan’da kayyımlar eliyle benzer tahribatlar yapıldı. Kadın yaşam merkezleri kapatıldı, kadın müdürlüklerine erkekler atandı, kreşler dini yaklaşım çerçevesinde kuran kurslarına dönüştürüldü.
Tüm bunlar çürümenin, şiddetin arttığı bir toplum amacıyla bir bir kurgulanarak ilerledi. Kadınlar aile içine hapsedildi, savaş ve şiddet sarmalı her geçen gün arttırıldı.
Kadınlarla birlikte toplumun bir diğer dönüştürücü dinamiği olan gençlere yönelik de ciddi saldırılar gerçekleştirildi. İlk süreçte cemaatler içinde örgütlenerek tepkisizleştirilmeye çalışılan gençlik, İmam Hatip listelerine yönlendirildi. Üniversitelerin sayısı arttırılsa da muhalif, sosyalist özü itibariyle farklı düşünen akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırıldı. Üniversitelere kayyımlar atandı; gençlerin örgütlenme, farklı fikir üretme alanları olan kulüpler tarikatlara emanet edildi. İktidarın politikalarına muhalefet eden her bir genç gözaltı, tutuklama ve ajanlaştırma dayatmalarıyla dağıtılmaya çalışıldı.
Kadına ve gençlere yönelik tüm bu saldırıların aslında toplumun dönüşümündeki ana damarlar olmalarından kaynaklanıyor. Bunu, bugün tüm baskılara rağmen alanları dolduran kadınlardan görüyoruz. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltısına karşı başlayan eylemlere öncülük eden gençliğin yarattığı etkiden görüyoruz.