Bu noktada yeni kurulacak Suriye’nin hangi toplumsal kodlar, ilkeler üzerine kurulacağı önemlidir. Etnik ve dini zenginliğin olduğu bir coğrafyada kurulacak yeni devletin, tek bir ideolojinin ekseninde değil bütün farklılıkları gözeten radikal demokrasi perspektifinden kurulması herkesin yararına olacaktır. Bunun için de en iyi örnek Rojava’dır
Esad’ın devrilmesinin ardından Suriye’de yaşayan halkların demokratik bir Suriye beklentileri artsa da yaşanan bazı gelişmeler hayal kırıklıkları yaratmakta. Suriye’nin dini, etnik ve kültürel çeşitliliğine saygı duyulacağına dair sıkça dile getirilen ifadelere rağmen özellikle Arap Alevilerin tedirgin olduğu, yaşanabilecek bir saldırı durumunda kendilerini koruyamayacaklarına dair kaygıları mevcuttu. Çünkü yeni devletin kurucuları olarak görev verilen HTŞ örgütü mensupları ve liderleri, Esad’ın Alevi olmasından kaynaklı Alevilere öfke besliyorlardı. Bu kaygılar maalesef ki doğru çıktı.
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, kendi İslam devletini kurmak için, kendi İslam anlayışına uymayan ve Müslümanlığını beğenmediği bireyler ile gruplar da dahil olmak üzere farklı inanç, kimlik ve kültürlere tabiri caizse tam bir soykırım uygulamıştı. 3 Ağustos 2014 yılında Şengal bölgesine saldırmış ve yaklaşık 5 bin Ezidî’yi katletmiş, binlerce kadını ve çocuğu esir almıştı. O dönem Ezidîler ve Ezidî kadınlar bu soykırım ve kadın kırımını en çok yaşayan halk oldu. Bugün ise bu kırım politikası HTŞ güçleri eliyle benzer şekilde Arap Alevilere uygulanmakta. Halk ve inanç topluluğu olarak Alevilere yönelik bu saldırıların yanında Hristiyan, Kürt, Ermeni, Süryani ve Ezidî kadınlar da kaçırılmakta ve akıbetleri bilinmemekte. Akademisyen Raşha Al-Ali’nin öldürülmesi de bu kırım politikasının sonucudur.
Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus ve Hama gibi şehirlerde, bir süredir basına ve sosyal medyaya da yansıyan bilgilerden, mezhepsel nedenlere bağlı şiddet ve saldırı olaylarının yaşandığına tanık oluyoruz. Esad döneminin bütün suçları, “Esad yanlısı, rejim artığı” denilerek Arap Alevilere yüklenmekte ve yapılan bütün saldırılar da bu şekilde haklı gösterilmeye çalışılmaktadır. Ancak gelinen nokta tam bir vahşettir, soykırımdır, kadın kırımıdır.
Nasıl ki Ezidî kadınlar IŞİD tarafından, kara çarşafın altına hapsedilip, ellerine, ayaklarına ve boyunlarına zincir takılarak, kurulan pazarlarda satılarak; erkeklerin kullandığı bir eşyaya dönüştürüldüyse bugün aynı vahşet Arap Alevi kadınlara yapılmakta, 12-13 yaşındaki kız çocukları, kadınlar kaçırılıp satılmakta, tecavüz edilmekte, cariye olarak kullanılmaktadır.
İki soykırım da aynı zihniyetten beslenirken, Ezidîlere ve Ezidî kadınlara yapılan zulümler kayıt altına alınıp bilinçli olarak tüm dünyaya servis edildi. Devir değiştiği için yeni Suriye’yi kurma görevi verilen HTŞ, Arap Alevilere ve Arap Alevi kadınlara yapılanları gizlemeye, üstünü örtmeye çalıştı. Katliamın emrini/onayını verenlerin de aynı zamanda zulmün görüntülerinin yayılmamasının da emrini verdiğini, sosyal medyaya, basına yansıyan videolarda tüm dünya gördü. Psikolojik bir baskı olarak da düşünülebilecek şekilde, yaşanan vahşetin görüntüleri de hızla yayıldı.
Alevilerin canları, malları, ırzları helal diyen bu çete yapılanmasının üyeleri Şam, Halep ve Hama gibi şehirlerden gelerek Alevi katliamına katıldığına dair basına yansıyan bilgiler, bu işin planlı ve bilinçli yapıldığını düşündürmektedir.
Bu noktada yeni kurulacak Suriye’nin hangi toplumsal kodlar, ilkeler üzerine kurulacağı önemlidir. Etnik ve dini zenginliğin olduğu bir coğrafyada kurulacak yeni devletin, tek bir ideolojinin ekseninde değil bütün farklılıkları gözeten radikal demokrasi perspektifinden kurulması herkesin yararına olacaktır. Bunun için de en iyi örnek Rojava’dır. Çetin savaş koşullarına rağmen Rojava’da, demokratik ekolojik ve kadın özgürlüğünü merkeze alan bir yaklaşımla, farklı inanç, etnik ve kültürel yapıların birlikte yaşayabildiği bir ortam oluşturulabilmiştir.
Önümüzde böyle uygulanan somut bir örnek varken yeni Suriye’nin kuruluşunda kadınların söyleyeceği daha da önemli olacaktır. Çünkü gerek erkek egemen ideolojilerin tarihsel deneyimlerinden çıkarılan dersler ve gerekse de 2011 yılından beri süren Suriye iç savaşında kadınlar, olumlu ve olumsuz çokça deneyimler biriktirdi. Bu deneyimlerin ışığında erkek egemenliğine dayalı ideolojiler ve bu ideolojilerin perspektifinden inşa edilen devletlerin ve toplumların insanlığa yarar sağlamadığı aksine yıkıma yol açtığı ortadadır. Bunun en kötü ve son örneğini Suriye’de on yılı aşan savaş dönemi ve HTŞ’ye bırakılan, yeni Suriye’nin inşası döneminde görüyoruz.
Bu sebeple yaşamlarımız, gerek cinsiyet gerekse de sosyolojik anlamda toplumun çoğul ve renkli yapısına ters bir yerden, sürekli tek renkli ve tek sesli bir yapı kurmanın peşinde olan erkek aklın insafına bırakılamayacak kadar kıymetlidir.
Sınırları aşan bir yerden, kadınların, güç birliği yapan birliktelikler oluşturması, örgütlenmesi önemlidir. Sınırın bu tarafı ve öte tarafı şeklinde önce coğrafik sonra da zihnimizde sınırlar çizerek ayrıştıran erkek aklın, zihinlerimizde yarattığı zincirlerinden kurtulmanın kadın birlikteliğini ve sınırsız bir dünyada kadınların özgürleşme zeminini yaratacağı unutulmamalıdır.