Barışın sağlanması ve kalıcı hale gelmesi, bir arada yaşamın önemini ve anlamını kavrayanların ortak çabasına bağlıdır ve bu ortak çaba, kolay kolay yıkılmayan bir toplumsal sözleşmeyi de doğurur
22-23 Şubat’ta İstanbul’da kadınlar bir barış çalıştayı gerçekleştirerek daha önce barış için attıkları adımlara bir yenisini eklemiş oldular. Yaklaşık 100 kadının bir araya geldiği bu çalıştayda, kadınlar barışı nasıl inşa edeceklerini ve ne üzerinden inşa edeceklerini tartıştı. Bunun sonucunda ortaklaştıkları noktaları ortaya koyarak bir inisiyatif başlattılar. Bu inisiyatif sonrası yüksek bir ihtimalle kadınlar, toplumsal alanda; siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel noktalarda adımlar atılmasını sağlayacak bir barış inşa süreci için her alanda aktif olacaklardır. Çok uzun yıllara dayanan bu savaşın kalıcı bir barış ortamına dönüşmesi için yan yana gelip konuşmak, birbirini anlamak ve istekleri anlamlandırmak son derece önemlidir. Biliyoruz ki savaşa neden olan her şey, masaya yatırılmadığı ve yüzleşilmediği sürece kalıcı bir barış söz konusu olmayacaktır. Kadınların bu zeminden uzak olmadığını ve geçmişten gelen deneyimlerinden de güç aldıklarını biliyoruz.
27 Kasım 1978’te kurulan PKK, Abdullah Öcalan’ın gönderdiği son çağrı metninde de “PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur” denilerek aslında bir nedenden öte bir sonuç oluşuna vurgu yapılmıştır. Ardından da Abdullah Öcalan’ın “Bu perspektifi ortaya koyarken; şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutunun tanınmasını gerektirir” notu da metin dışı olarak iletilerek, eğer gerekli ortam ve şartlar demokrasi ve hukuk yoluyla sağlanırsa feshetmenin devreye gireceğini belirtmiştir. Kurulduğundan bu yana geçen 47 yıllık süreçte de yaşanan karşılıklı çatışma/savaş ortamında zaman zaman ateşkesler ilan edilmiş, konuşulacak masalar kurulmuştur. Ancak şimdiye kadar bir sonuca varılmamıştır. Eğer bu son süreçte de bir şekilde barış topluma mal edilmezse, geçmişle yüzleşilmez, demokratik ve hukuki zeminde haklar tanınmazsa da sonuçlanmayacak gibi görünmekte. Ancak böyle bir sonucun yaşanmaması için gençlere ve kadınlara büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bütün süreç boyunca kadınların deneyimleri izlendiğinde de aslında örnek alınıp geliştirilip ve toplumun daha geniş kesimlerine mal edilirse olumlu bir sonuca vardıracak kadın deneyimleri mevcut.
Türkiye’de, Kürtlere reva görülenlerin yarattığı savaşa karşı sürekli bir barış kapısı açık olsa da toplumda ulus-devlet temelinde yaratılan ve sürekli derinleştirilen ayrıştırıcı ve çatışmacı ideolojilerin karşısında kadınların zaman zaman bir arada mücadele yolları aradığına tanık olmaktayız. Elbette bu kolay olmamakta; sonuç olarak en başında içine doğduğumuz bu sistemden sıyrılmak, çoğu zaman çevremizin ve içimizde yarattığımız çelişkilerin bizde yaratacağı aydınlanmaya bağlıdır. Bu zorluklar, sahip olduğumuz farklılıklarımızın şiddetsiz çatışabileceği zeminler bulmakta zorlanılmasıyla da ilgilidir. Bu zeminin zor bulunmasına rağmen bir arada olmak ve konuşmak, bu sürecin kırıcı ve yol açıcı noktasıdır.
Uzun yıllardır derin acıların ve yıkımların nedeni olan yok sayılma ve asimilasyonun karşısında verilen mücadelenin içinde, kadın hareketinin de kendi mücadelesini ayrıca yarattığını görüyoruz. Kürt kadın hareketi ve Türkiye kadın hareketi ve feminist hareket, savaşa karşı barış noktasında konumlanmış ve bunun için çeşitli adımlar atmıştır.
90’lı yıllardan bu yana kadınlar, savaşı ve Kürt sorununun demokratik çözümünü gündemlerine alarak, bir arada barıştan yana adımlar attı. Bunun için ilk akla gelenler 1994’te “Arkadaşıma Dokunma” kampanyası ve 2009 yılında kurmuş oldukları “Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG)” ve 9-10 Mayıs 2015’te İstanbul’da düzenlenen “Demokratik Çözüm ve Müzakere Sürecinde Kadın Özgürlük Çalıştayı”nda çıkan kararla Kadın Özgürlük Meclisi kurulmuş ve hatta bu Meclis, Hakikatle Yüzleşme Komisyonu, Yasa-Anayasa- Meclis Komisyonu, Diplomasi Komisyonu, Toplumsallaşma ve Medya Komisyonu, Yerelleşme ve Genişleme Komisyonu, İzleme ve Raporlama Komisyonu, Şiddet ve Özsavunma Komisyonu adında yedi komisyon oluşturarak çalışmalarına başlamıştı.[1] 2013’te başlatılan ve yürütülme noktasında hareketsiz kalınan zamanlarda da kadınlar uygulamaya geçmesi için Hükümete, devlete seslenmekten geri durmamıştır. 2015’te yeniden başlayan çatışmalardan sonra da kadınlar alanlarda buluşmakta, çatışmaların son bulması için mücadele etmekten, kayyımlara karşı sesini yükseltmekten ve kayyım atanan kentlerde bir araya gelmekten de geri durmamıştır.
22-23 Şubat 2025 tarihinde yürütülen çalıştayda da “Savaş ekonomisi, kadın emeği ve yoksullaştırma politikaları”, “Barış mücadelesiyle kadın mücadelesinin birlikte yürümesine neden ihtiyacımız var?” ve “Kadınlar nasıl bir barışı istiyor? Barışı nasıl inşa edebiliriz?” gibi üç farklı başlıkla tartışmalar yürütülmüştür. Savaşın yaşam alanlarına nasıl sirayet ettiği, bu savaşa karşı kadınların barışı nasıl inşa edeceği, bu inşa sırasında ve sonrasında toplumu olabildiğince nasıl daha geniş bir şekilde buna dahil edebileceğini; geçmiş deneyimler ve geleceğe dair öngörü ve istekleri doğrultusunda bir sonuca varmaya çalışmışlardır.
2025’te yapmış oldukları “Kadınlar Barışı Konuşuyor” Çalıştayının sonucunda da “Peki kadınlar tüm bunların karşısında, barış için birlikte nasıl mücadele edebilir? Veyahut ne yapmalı? toplumsallaşması, yasal çerçeve ve siyaset şeklinde üç hat üzerinden konuşarak ilerlemiş ve en temel ihtiyacın barışın kadınlar nezdinde toplumsallaşması olduğu ve barış ihtiyacının toplumsal bir talebe dönüşmesi olduğunda ortaklaştıkları görülmektedir. kadınların ortak noktada bir araya gelerek yürüttükleri tartışmalar sonucunda ortaya çıkardıkları eşit, somut ve kalıcı çözüm odaklı bir yaklaşım olduğu izlenmektedir.
Siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak etkilenilen savaş süreçlerinin yerini barışa bırakmasında en çok öne çıkan etkenlerden biri de toplumsal olarak verdiğimiz tepki ve müdahale sürecidir. Karar alıcıların savaşa rıza inşa etme süreçleri her zaman olur. Ancak kendimizi bunun bir parçası olmaktan çıkarıp, savaşın tam karşısında yer alarak, bu cephede de var gücümüzle çalışarak mücadelemizi toplumsal bir zemin üzerine taşımamız son derece önemlidir. Barışın sağlanması ve kalıcı hale gelmesi, bir arada yaşamın önemini ve anlamını kavrayanların ortak çabasına bağlıdır ve bu ortak çaba, kolay kolay yıkılmayan bir toplumsal sözleşmeyi de doğurur. Uzun yıllar sürse de her savaşın sonu ya bir teslimiyete ya da bir barışa çıkar. Bazen barış adı altında teslimiyet dayatılabilir ve böyle durumların sonu, yeniden savaşa çıkmak olur. Bu döngüden çıkış yolu da toplumsal olarak inşa edilen barış yoluna bağlıdır.
Bugün, yine kadınların bir araya gelişi başlatılan son süreçle eşzamanlı görünse de bu gelişmeler aslında daha önce kadınların toplantılar yapmaya ve tartışmalar yürütmeye başlamasıyla yeniden hayata geçirilmeye başlanmıştı. Bu noktada görülen şudur ki; barış, alışılmışın dışında çok farklı yollar ve yöntemlerle inşa edilebilir. Bazen, savaş şiddetinin en yoğun olduğu sırada bile oturup bir araya gelmek, konuşmak ve ortak bir zemin yaratmak, barıştan yana önemli adımlardır. Kadınların bir araya gelişi, birlikte mücadele etmek için yürüdükleri yolları ve seslerini birlikte yükseltmek için çıktıkları meydanları göz ardı etmemek gerekir. Kadınların bütün farklılıklarına rağmen buluştukları bu zeminde başlattıkları bir yol ve bu yolun varış noktası her zaman mevcuttur. Elbette farklılıklarımız olmazsa olmazımızdır; hatta bazen kendi içimizde bu farklılıklarımız üzerinden çatıştığımız da olur. Ama günün sonunda kadın yoldaşlığını ve kadınların içindeki öz barış gücünü karşımızda buluruz. İşte tam olarak bu barış metni de bugün bunu yansıtmaktadır.
Savaşı inşa eden erkeklerin kurduğu, kurmayı düşündüğü, planladığı barış, genelde sonuç olarak tekrar savaşa yol açmıştır, buna tarih tanıklık etmiştir. Kadınlar ise tarih sahnesinde barışı konuşurken, toplumsal dönüşüm ve değişimi tetikleyen bir yerde konumlanmışlardır. Bugün Türkiye ve Kürdistan sahasında kadınların bir araya gelip konuşup barışı inşa edecek gücü ortaya koyması son derece önemlidir. 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’ın yapmış olduğu açıklama, yazılı olmasa da sözlü olarak aktarılan “Bu perspektifi ortaya koyarken; şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutunun tanınmasını gerektirir” notu çok önemlidir. Bu demokratik alanın oluşturulması barışı güvenceye alacak ve temel eşitliği sağladığı için de sürekli gittikçe iyileşen her alanda güçlenen bir topluma tekabül edecektir.
Yaratılmak istenen barışın dar ve bir noktaya odaklı olmaması önemlidir. Bugün barışı savunurken bütün toplulukları, toplumların sahip oldukları farklılıkları gözeterek savunmanın önemini ve herkes için barışın neye tekabül ettiğini ortaya koyarak toplumsallaştırabileceğimizi biliyoruz. Baskı ve sömürü düzeni olan ulus devletin karşısına Demokratik ulusu yerleştirdiğimizde eşitlik, özgürlük ve bağımsızlığı temele koyarız. Bir arada yaşamın mümkün olduğu ve her alanda eşitliğin özgürlüğün dayanışmanın mümkün olduğu bu sistem yolumuzu aydınlatabilir.
Savaşın en keskin gerçekliklerinden biri de derinleştirdiği erkekliktir. Savaş ve erkeklik, karşılıklı olarak birbirini besleyen ve uygar toplumun inşasından günümüze kadar kadınların tam karşısında yer alan bu ikili sürekli olarak güçlenmiş, genişlemiş ve yıkıcılığını artırmıştır. Tabii, bu güçlenme ve yıkıcılıktan bahsederken, kadınların verdiği ve bugün daha da birleştirip yükselttiği mücadelesi göz ardı edilmemelidir. Bugün artık bu ikilinin kadınlara neler kaybettirdiğini, kadınların maddi ve manevi bütün alanlarını daraltmaya yönelik olduğunu deneyimleyerek öğrenmiş olan bizler, bir araya gelerek barışı konuşuyor ve bu barışı toplumsallaştırarak kalıcı hale getirmeyi hedefliyoruz ve bunun asıl özneleri olduğumuzu ilan ediyoruz.
[1] https://bianet.org/haber/kadin-ozgurluk-meclisi-calismalarina-basliyor-166011