Bir tutsak yakını, 30 yılın ardından pişmanlık göstermediği için tahliye edilmeyen abisini anlatıyor: “Alzheimer hastası babam, sadece Mehmet Ali’nin ismini biliyor. Tahliye olacak diye saatleri sayıyordu. ‘Mehmet Ali kaçta arayacak, ne zaman gelecek’ deyip, duruyordu. Babam her şeyi unutuyor ama Mehmet Ali’nin arayacağı ve tahliye olacağı günü unutmuyor…”
Filistin’de rehine takasında serbest kalan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) yöneticilerinden 61 yaşındaki Halide Cerrar, benzi soluk, avurtları çökmüş, saçları bembeyaz kendisine doğru gelenlere sarılıyor. Birkaç gün önce serbest bırakılan İsrailli esirlerin yanaklarından kan damlıyordu, bakımlılardı, tatilden dönüyormuş gibiydiler oysa…
Halk, İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da bulunan İsrail Askeri Cezaevi Ofer’den salıverilen 90 Filistinli esiri coşkuyla karşıladı. Cerrar, tutsakların Filistin halkının sorunlarının bir parçası olduğunu vurguladı. İsrail’in içerde dışarda uyguladığı bu yok etme politikasına hapishanelerdeki tüm Filistinliler özgür oluncaya kadar ulusal çapta bir direnişle karşı çıkılmalıydı.
Halide Cerrar, Filistinli tutsakların İsrail hapishanelerindeki koşullarının, 1967’den bu yana en zor koşullar olduğunu söyleyerek İsrail hapishane yönetiminin Filistinli tutuklulara “insan muamelesi yapmadığını” söyledi. Şaşırmadık, zira İsrail’in eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın soykırım sürecinin ilk günlerinde “insansı hayvanlarla savaşıyoruz” sözü hepimizin kafasına kazınmıştı.
Dünya gün geçtikçe yaşanmaz bir yer haline gelirken neredeyse bütün ülkelerde içerdekilerin koşulları çok daha ağır. Özellikle de rejimlerin ‘yok edilmesi gereken düşman’ olarak gördükleri siyasi tutsaklar bu durumda. O yüzden zaten içerde hedef olduğu insanlık dışı baskı ve koşullara rağmen ayakta kalmayı başarıp dışarıya çıkanlar olağanüstü bir şeyi başarmış olarak karşılanıyorlar. Kolay değil çünkü o koşullarda yaşayabilmek, boyun eğmemek, insan kalabilmek…
30 Yıl Yatanlar
30 yıldır yatan ne çok insanımız var. Üstelik bunların büyük çoğunluğu düşmanlık hukukunun hüküm sürdüğü ortamda tam bir işkenceci dayatmayla karşı karşıya oldukları için tahliye edilmiyorlar. 30 yılı aşkın tutsaklık yaşadıkları halde tam bir ezme ve unufak etme kafasıyla pişmanlığa zorlanıyorlar.
Uzakta kaybettikleri yakınları, başka hapishanelerden iyilik haberlerini değil ölüm haberlerini aldıkları savaşçı yoldaşları; ölümüne istedikleri halde ulaşamadıkları, sohbetlerini özledikleri, birlikte dövüşüp birlikte tutsak düştükleri insanlar…
Hastalıktan, gıdasızlıktan, sağlıksız yaşam koşullarından muzdarip bizim insanlarımız onlar. 20’li yaşlarda girdikleri hapishanelerden 50’li yaşlarda çıkıyorlar. Belki sadece bilinçleri ve bellekleri ihanet etmiyor onlara, ideallerinden ise neredeyse hiçbiri kopmuyor.
Öyle bir aşamaya geldik, toplum öyle sorunlarla boğuşuyor ki, mum gibi eriyen tutsaklar ne yazık ki ya aileleri ve yoldaşları ya insan hakları örgütleri ya da duyarlılıkları keçeleşmemiş kimi sosyalist çevreler tarafından hatırlanıyor. Mektup yazmanın, para göndermenin “suç” olduğu, yapanların gözaltına alındıkları ortamda tam bir ‘kırk katır mı kırk satır mı’ ikilemi yaşıyorlar.
82 yaşındaki yüzde 61 engelli ağır hasta tutsak Makbule Özer’i iki kez tutuklanıp bir yıldan fazla hapsettikten sonra serbest bırakan faşist rejim, 2015’ten beri tutsak olan Nûdem Durak’ı mı serbest bırakacak?!. Nûdem Durak zehirli tiroid denilen graves hastalığıyla boğuşuyormuş, bağışıklık sistemini felç eden bu hastalık onu yavaş yavaş öldürüyormuş, umurlarında değil!
Geçmişten Bugüne…
Geçmişten günümüze Türkiye’de hapishaneler baskı ve işkencenin, katletme ve boyun eğdirme saldırılarının en çıplak yaşandığı yerler oldu. Burjuvazi, sayıları on binlerle anılan -ve her geçen gün nüfus olarak genişleyen- bu kapatılma mekanlarını direnişler(iy)le hatırlıyor elbette. Tutsaklar da belleklerinde muhafaza ediyorlar bu tarihi mirası; dara düştüklerinde, kendilerini çıkışsız hissettiklerinde akın ediyor bu diz çökmeyen cesaret örnekleri. Öncesi de bir yana, 12 Eylül’ün taş yıllarından beri bu böyle!
İşkence ve kötü muamele, sağlıksız yaşam koşulları, beslenme, barınma, disiplin cezaları ve ağır tecrit, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerden sadece bazıları. Haksız yere tutuklanan binlerce tutsağın sözünü bile etmiyoruz, onları çoktan arkamızda bıraktık; artık daha yakıcı meseleler var. Yüzlerce siyasi tutsak, yıllarca o betonların ardına atılıp hükmedilen cezaların infazını tamamlamalarına rağmen “sudan gerekçe”lerle tahliye edilmiyor.
“Babamın Gözleri Hep Yolda”
Ağır hasta tutsaklar ve cezaevinde kalamaz durumda olan çok sayıda tutsak gözdağı kabilinden, bir zayıflık gösterir de pişman olur mu umuduyla cezaevinde tutuluyor. Hasta tutsaklar ya ölüme terkediliyor ya da ancak ölüm döşeğinde serbest bırakılıyor. Bir tutsak mektubunda, “Derin bir kuyuya mahkum edilip tıkılmış gibiyiz” diyor; kuyu tipi cezaevi olarak tanımlıyor bu tutsak etme ve kapatılma mekanlarını. Halide Cerrar da, “Her gün ölüyorum çünkü kaldığım hücre havanın bile girmediği küçük kapalı bir kutuya benziyor” diyordu 2024’te yazdığı bir mektupta. Hücreler, keyfi biçimde verilen hücre cezaları, süngerli odalar… Garibe Gezer’i nasıl ölüme sürükledikleri hepimizin hafızasında.
AKP-MHP bloku yoğun ve tüketici bir saldırı yöntemi daha “icat etti”. İnfazını tamamladığı halde keyfi gerekçelerle tahliye edilmeyen tutsakların tahliyeleri 6 ay, 1 yıl, 2 yıl ertelenmeye başladı. 2021’de yürürlüğe giren İdare ve Cezaevi Gözlem Kurulları bugüne kadar 8 bin 521 tutsağın tahliyesini “iyi halli olmadıkları” gerekçesiyle engelledi. Neler var “iyi halli olmama” göstergesi olarak: “Elektrik ve suyu fazla kullanmak”, “kurula çıkmamak”, “pişman olmamak”, “kütüphaneden kitap almamak”, “kapıyı dövmek”, “dışarıya çıkmaya hazır olmamak…”
Bir tutsak yakını, 30 yılın ardından pişmanlık göstermediği için tahliye edilmeyen abisini anlatıyor: “Alzheimer hastası babam, sadece Mehmet Ali’nin ismini biliyor. Tahliye olacak diye saatleri sayıyordu. ‘Mehmet Ali kaçta arayacak, ne zaman gelecek’ deyip, duruyordu. Babam her şeyi unutuyor ama Mehmet Ali’nin arayacağı ve tahliye olacağı günü unutmuyor…”
Binlerce aileye yaşattılar bunu, çoğu evladına sarılamadan göçüp gitti.
Herkesin Yolu Hapishaneye Düşebilir
2019’da 12 ve büyük yaşlardaki her yüz bin kişiden 430’unun hapse düştüğünü öğreniyoruz. Hapishanelerde yatan tutsak sayısı daha 2022 sonunda Türkiye’nin nüfus sıralaması açısından -Yalova hariç- 20 kentinden daha kalabalık bir sayıya ulaşmıştı. Bugün ise 378 bin 657 mahpus var hapishanelerde. Kaba bir hesapla “Türkiye’de her 200 kişiden biri tutuklu…”
Durmadan artıyor sayı, çünkü ağzını açanı tıkıyorlar duvarların arkasına. Sokak röportajı verenden twit atana, gazetecisinden sanatçısına, avukatından müzisyenine, hakkını arayan işçiden itiraz eden kadınlara herkes potansiyel “suçlu”! Özgürlük mücadelesi veren savaşçıların, devrimci mücadele yürütenlerin sözünü dahi etmiyoruz; onlar bu rejimin gözünde zaten “baş suçlu”, ezilip unufak edilmesi, ortadan kaldırılması gereken unsurlar!
Sokakları yasaklanmış kentlere, abluka altındaki meydanlara, unutturulmaya çalışılan geçmişimize ve ideallerimize -içerde dışarda- boyun eğdiremediler. “Iyi ki silahlanmışız acılara karşı / türküsüz çıkmamışız yollara…” diyenlerin sesi duyuluyor hala…
Dışardayız diye kendimizi avutmayalım, hücrelerimizin sınırları içerdekilerden sadece biraz daha geniş o kadar! Üstelik bunun da garantisi kalmadı yaşadığımız günlerde. İçte ve dışta çok yönlü ve katmanlı bir krizin pençesinde debelenen düzen ve ona soluk aldırmanın arayışı içindeki AKP-MHP faşist iktidarı “iç cepheyi sağlamlaştırma”nın telaşı içinde. Çünkü düpedüz açlığa mahkum ettikleri asgari ücretlilerin, memurların, emeklilerin üstüne bir de yağmur gibi yağan zamları tepkisiz sineye çekmeyeceklerinin farkındalar.
Kürtlerin özgürlük tutkusunu, 20 yıldır teslim alamadıkları toplumsal muhalefet dinamiklerini sindiremediklerini zaten biliyorlardı. Bunun ne zaman, nerede “yeter artık” çığlığına dönüşüp sokaklara, meydanlara akacağını onlar da kestiremiyor. Ama Kobanê serhildanından, Gezi’den, metal fırtınadan, son bir yılda ardı ardına patlak veren inatçı işçi direnişçilerinden tecrübeliler. Bu hayasız sömürü ve soygun cenderesi sıkıldıkça birikmiş öfkelerin harekete geçeceğinden onlar da emin. İşte bu patlamayı önlemek -ya da- hararetini düşürüp zayıflatmak için dört bir yana saldırıyorlar. Son günlerde tanık olduğumuz tutuklama furyası bu korkunun dışavurumu. Onlar bizi bu yollarla korkutup sindirmeyi hedefliyorlar, o zaman bizlere düşen dünyayı başlarına geçirmek!