“Eğer kişi Yahudi olarak saldırıya maruz kalıyorsa, kendisini Yahudi olarak savunmalıdır. Alman ya da dünya vatandaşı ya da insan hakları savunucusu (ya da her neyse) olarak değil. (Hannah Arendit)
Alevilere yönelik katliamlar, bu topraklarda yüzyıllardır fiziksel ve kültürel boyutlarda devam etmektedir. Aslında Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemi’ne kadar Alevilere yönelik birçok katliam ve bu katliamlara karşı direnişler söz konusu. Ancak biz bugün Osmanlıyı değil kısaca Cumhuriyet Dönemi’ndeki Alevi katliamlarının günümüzdeki yansımalarına ve Suriye’deki olası Alevi katliamının yarattığı korku, kaygı ve bunun Türkiye’deki alevi toplumunun ruh haline yansımalarına değineceğiz.
Bütün inançlar kendilerini en güçlü şekilde ifade etmeye çalışırlar. Bunu destekleyen destanlar, söylenceler sözlü tarih olarak ağızdan ağıza günümüze kadar gelmiştir. Özellikle de azınlıkta kalan inançlar ve hiçbir egemenliği kabul etmemiş olanlar, devletlerin ve iktidarların egemenliğine girmeyenler için durum budur. Bu oluşumun, şekillenişin insanla ilişkisi kadınla ilişkisi, doğayla ilişkisi o inancın tezahürüdür aynı zamanda. Mezopotamya topraklarında iktidarlaşmamış, iktidara meyletmemiş birçok inanç bulunuyor. Bundan dolayı da sürekli baskıyla karşı karşıya kalmışlardır. Aleviler, Kakailer, Ezidîler inançlarından dolayı bu baskıya maruz bırakılanlardandır. Devletli, iktidarcı sisteme uymadan yaşam sürdürmek o kadar da kolay değil; Sürekli tehditle, ölümle, yok olmakla karşı karşıya kalmaktır, öteki olmak ve saldırılara hedef olmaktır. Bütün bu baskı ve kıyıma rağmen bu inancaların günümüze kadar varlığını koruması da elbette kolay olmamıştır. Tüm baskılara rağmen kendini sözlü gelenekle 21.yüzyılın başına taşıyabilmek ciddi bir direnişin, mücadelenin sonucu olup önemini korumaktadır. Mesela Türkiye’ de kesin bir sayı olmamakla birlikte Alevi nüfusunun 15-20 milyon civarında olduğu sanılmaktadır. Bu belirsizliği yaratan da yine baskılardır. Alevilerin de diğer fiziksel soykırıma uğrayanlar gibi travma psikolojisi yaşadıkları görünüyor. Alevilerin bugün bile maruz bırakıldığı olumsuzluklar bunun bir parçası olarak gerçekliğini korusa da temel sorunların başında tarihsel nedenler gelmektedir. Cumhuriyet Dönemi’ndeki başlıca Alevi katliamları ve inanç önderlerinin katliamları Alevilerin zihninde hep canlıdır. Bunlardan bazıları;
6 Mart 1921, 20 Haziran 1921 Koçgiri Katliamı
1937 Alişer ve Zarife Ana’nın katli (Dersim)
4 Mayıs 1937/1938 Dersim Soykırımı,
15/17 Kasım 1937 Pir Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamı (Elazığ- Buğday Pazarı Meydanı)
1938 Zine Gediği Katliamı (Dersim, Erzincan arası, 95 kişi kurşuna dizilir.)
2 Haziran 1966 Ortaca (Muğla) Saldırısı
1968 Hekimhan (Malatya) Saldırısı
11 Haziran 1967 Maraş/Elbistan Saldırısı. (Mahsuni Şerif konseri sonrasında)
1 Mart 1971 Hatay/Kırıkhan Saldırısı
18 Nisan 1978 Malatya Katliamı
4 Eylül 1978 Sivas Katliamı
19/24 Aralık 1978 Maraş Katliamı
3-4 Temmuz 1980 Çorum Katliamı
2 Temmuz 1993 Madımak/Sivas Katliamı
12 Mart 1995 Gazi/İstanbul Katliamı
14/15 Mart 1995 Ümraniye/İstanbul Katliamı
Bu katliamlar sadece Cumhuriyet Dönemi Alevi katliamlarıdır. Tüm katliamlarda olduğu gibi, sonunda Aleviler ekonomik ve siyasal olarak büyük mağduriyetler yaşadılar, fiziksel kırımlara uğradılar. Büyük çoğunluğu yaşadığı yerleri terk ederek, zorunlu göç mağduru oldular. Birçoğu yurt dışında sürgünde yaşamak zorunda kaldı. Bu Alevilerin hem köklerinden hem de inanç ve kültürlerinden uzaklaşmalarına neden oldu. Asimilasyon kaçınılmaz oldu, göç ettikleri yerlerde inanç kimliklerini inkar edip saklamaya kadar vardı. Aileler çocuklarını korumak için “sakın Alevi olduğunu kimseye deme” diye tembihlerdi.
6 Mart 1921’de Koçgiri Kürt Alevi halkı liderleri Alişer öncülüğünde özgürlük taleplerini dillendirmiş bu amaçla harekete geçmiştir. Osmanlı devletinin Kemalist yöneticileri, askerleri ve Kemalistlerin örgütlediği Topal Osman gibi paramiliter katiller tarafından, Koçgiri halkının bu özgürlük arayışını Haziran 1921’de Koçgiri’de binlerce insan ve liderleri Alişer ve Zarife katledilmiştir.
1923 yılında Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 1925- 1937 yılları arasında sürdürülen baskı katliam ve soykırımlarla Kürtlerin özgürlük taleplerini bastıran devlet, 1937’ de Dersim’de Kürt Alevilere yönelmiştir. 25 Aralık 1935 Tunceli Kanunu adlı bir kanun yürürlüğe konmuştur.
Gerekli bir dizi hazırlığı yapan devlet, 4 Mayıs 1937 tarihinde Dersim’e askeri olarak bir saldırı yapmıştır. Hatta bu katliam için bakanlar kurulu kararı almıştır. 15 Kasım 1937 Pir Seyit Rıza ve yedi arkadaşı Elâzığ Buğday Meydanı’nda idam edilerek katledildiler. Böylece Dersim öndersiz ve örgütsüz hale getirildi.
Dersim’de halkın öndersiz ve örgütsüz kalmış olmasını fırsata çeviren devlet, 1937- 1938 yıllarında Dersim’de tam bir soykırım uygulamış, on binlerce Dersimli Kürt Alevi’yi katletmiştir. Daha önce yapılan Koçgiri soykırımından sonra gerçekleştirilen Dersim soykırımıyla Alevi toplumu ciddi ölçüde sessizliğe mahkûm edilmiştir.
Yine 1968 yılında Malatya’nın Hekimhan ilçesi Alevilere saldırının merkezi yapılmıştır. Hekimhan Lisesi’nde Alevi ve devrimci öğrencilerle öğretmenlere yönelik olarak başlatılan saldırılarla çok sayıda öğrenci ve öğretmen yaralanmıştır.
Alevilere yönelik saldırıların adresi değişiyor ama saldırılar değişmiyor, aksamıyordu. 5. Mart 1971’de Kırıkhan’da Aleviler saldırının hedefi yapılmışlardır.
20. Aralık 1978’de Maraş’ta Alevilerin gittiği bir kahveye patlayıcı atılarak hem tansiyon yükseltilmiş hem de Aleviler fiziken saldırıya uğramışlardır. 21 Aralık 1978’de ise iki devrimci öğretmen arkadan sıkılan kurşunlarla katledilerek soykırımın daha vahşi olması için gerilim artırılmıştır. Devamında ise resmi rakamlara göre 111 kişi, katliam tanıklarının şahitliklerine göre ise yüzlerce can vahşice katledilmiştir.
Alevleri yok etmeyi amaçlayan bu saldırıların adresi Çorum olmuştur. Mayıs- Temmuz 1980’de Çorum, Alevilerin kanıyla sulanmıştır. Günlerce süren Çorum saldırılarında 57 insan korkunç ve en vahşi yöntemlerle katledilmişlerdir.
Tekçilik boş durmayarak, 1993 yılının Temmuz ayında, Sivas’ta Madımak otelde Alevilere ve Alevilerin dostları olan aydınlara yönelik kanlı bir saldırı geliştirmiştir. Belirtilen tarihte Aleviler, Pir Sultan’ı anma etkinliği yapmak için Sivas’a gitmişlerdir. Bu etkinliği kana bulamak ve Alevilere katliam uygulamak isteyen katliamcı mekanizmanın ilgilileri hemen harekete geçmişlerdir. Geliştirilen provokasyonlarla yaratılan karanlık atmosferin sonucunda Alevi sanatçılar, yazarlar ve dostları olan aydınlar saldırıların hedefi yapılmışlardır. Bu saldırıdan Madımak Oteli’nden bulunan 33 aydın yazar ve sanatçı diri diri yakılarak katledilmişlerdir
Bitmeyen Alevi düşmanlığı, 12 Mart 1995’te İstanbul Gazi Mahallesi’ne yapılan saldırıyla ortaya çıkmıştır. Alevilerin yoğun yaşadığı Gazi Mahallesi’nde üç kahvenin katliamcı güçler tarafından taranmasıyla başlayan katliamcı saldırı, 14/15 Mart 1995’te İstanbul Ümraniye Mahallesi’nde devam etmiştir. Bu soykırımcı saldırıdan 15 kişi hayatını kaybetmiş, katliamın sorumluları açığa çıkartılmamıştır. Devam eden davalar diğer katliamlarda olduğu gibi uzak kentlere taşınarak unutturulmaya çalışılmıştır.
Özet olarak yukarıda sıraladığımız Cumhuriyet Dönemi Alevi katliamlarının detaylarına girmeyeceğiz çünkü günümüze kadar gelen nefret söylemleri, zaman zaman Alevilerin evlerinin işaretlenmesi halen devam ediyor. Zaten henüz Aleviler eşit yurttaş değiller, ibadethaneleri resmen kabul edilmiyor, Alevi kimliği nedeniyle kamuda işe giremiyor vb.
Oysaki, Aleviler kutsal bir inancın sahibi, taşıyıcısı 72 millete bir nazarda bakan, kadın-erkek ayırmaksızın herkesi can olarak gören bir anlayışın, inancın kutsallığının sahipleri olarak, yukarıda verdiğimiz kronoloji sadece cumhuriyet dönemine ait saldırılar ve katliamlardır. Bu listeye baktığınızda bile sözlü tarihle, gizli ibadet ederek bugüne kadar gelen böyle bir inancın, kökünün nasıl ayakta kaldığına hayret edebilirsiniz. Gerçekten kökleri sağlam olmasaydı bugün bunları konuşup yazamazdık.
Bu yüzyıla damga vuran ulus devlet ideolojisini hayata geçirmek ve tek ulus, tek devlet, tek inanç yaratmak için yapılan birçok katliamın sonunda varılan nokta ne?
Bu soruya şöyle bir cevap uygundur sanırım, Aleviler Sunnileşmedi, Kürtler Türkleşmedi, Ermeniler Müslümanlaşmadı ve Türk olmadılar. Bu kadar yok sayılma baskı, şiddet tekçilik konusunda bir başarıya ulaşamadı.
Çünkü Aleviler tekçilik paranoyasına sığmayacak kadar büyük, evrensel, özünü dara çeken, insanı kâmil olmayı hedefine koyan, eline, beline, diline sahip çıkmayı öğütleyenlerdir. Cemlerinde sorunlarını eleştiri-özeleştiri mantığı ile çözen Rızalığı esas alan bu inancın kutsallığında tekçilik doğal olarak yok olup gidecektir. Alevilik Mezopotamya topraklarında yeşermiş kadın erkek eşitliğini esas alan, kolektif bir duruş ve inançtır.
2025 yılının ilk günlerinde Orta Doğu coğrafyası adeta kan gölü haline gelirken egemen güçlerin 3. Dünya Savaşı’nın tam orta yerinde Suriye’de bir insanlık dramı yaşanıyor ve bizler de her gün TV’lerde sosyal medya platformlarında vahşeti izlerken buluyoruz kendimizi.
Suriye Orta Doğu’da en çok inancın, kültürün, kimliğin olduğu bir coğrafya, işte bugün tam da bu farklılığı tekleştirmeye yok etmeye kendi gibi olmayanlara dönük ciddi saldırılar, imha planları ve riskler var. Tabi bu işin Uluslararası yanını unutmadan kapitalizmin zayıflamış yıpranmış 61 yıllık Baas rejimini değiştirip başka bir dini ulus devlet yapısı oluşturup eskinin yerine ikame etme çabasından başka bir şey değil.
Ancak muktedirler bunu yaparken çok kısa bir sürede hükmetme görevini HTŞ örgütüne teslim etti. Bu örgüt kadın düşmanı, tekçi, cihadist bir örgüttür. Suriye’deki Sünni Müslüman olmayan tüm inançlar, kültürler, kimlikler; savaşın, kaosun yaşandığı bu ortamda, savaşın ne kadar süreceğinin belli olmadığı bu süreçte en çok risk altında olanlar; Kürtler, Dürziler, Ermeniler Suriye’deki Alevilerdir.
Suriye’de özellikle Baas rejiminin tüm günahlarının ihale edilmeye çalışıldığı Alevi toplumuna yönelik işkence, insan kaçırma, kaybettirme, mala ve mülke çökme hadiseleri günlerdir devam ediyor. Alevilerin yoğun yaşadığı kentleri insansızlaştırmayı hedefleyen bir mühendislik aklı işlendiği net bir şekilde görülüyor. Suriye’deki Alevilerin şu an için tek endişeleri kaçıp kolay hedef olmayacakları yerlere sığınmak. Alevilerin yoğun yaşadığı birçok mahalle göçler sonucunda şu anda adeta hayalet kentlere dönmüş durumda.
Peki Suriye’deki Alevilerin yaşadığı dramlara dair görüntüler ve haberler, Türkiye’deki Aleviler için ne ifade ediyor? Aleviler, yukarıda sıraladığımız listeye bakarsak tarihsel arka planı olan, hafızalarında hala canlı duran katliamları yaşayanlar olarak korkuyorlar. Bu korku çok insani ve normal değil mi?
Bu günler yine sosyal medya platformlarında Alevilere karşı şimdilik söylemsel boyutta olsa bile ciddi bir algı yürütülüyor bu Alevi toplumunu endişelendiriyor.
Suriye’deki bu mezalime karşı farkındalık oluşturmaya çalışan Türkiye’deki Alevileri de “Siyasal Alevicilik” uydurması altında kriminalize etmeye çalışan ve nefret söylemleri yayan fitne zihniyet de Alevi Hak mücadelesini hedef almaya çalışıyor. Başta sosyal medya olmak üzere birçok alanda açıkça Alevilere saldıran, hedef gösteren ve inançlarını aşağılayan bu yandaş ordulara karşı şu ana kadar tek bir soruşturma bile açılmaması düşündürücüdür. Maraş, Çorum, Sivas gibi bugüne kadarki birçok Alevi katliamı benzer nefret söylemleri ve hedef göstermelerle başlamıştır.
Bütün bu yaşananlara bakarsak, bir arada yaşamanın yegâne formülü demokratik ulustur. Yani tekçilik yerine çoğulculuktur. Farklılıkların barış ve huzur içinde yaşayacağı bir Orta Doğu ancak bununla mümkündür. İşte Rojava bunun en net duruşu, zenginliğidir. Böyle bir Orta Doğu mümkün; Rojava bunu göstermiştir, umarız ki bu ruh tüm insanlığı sarsın sarmalasın.
Sevgiyi, hoşgörüyü, Rızalığı ve doğayla bir bütün olarak bir arada yaşamı esas alan sözlü gelenekle günümüze kadar gelen Alevilik ve Aleviler bugün ciddi anlamda risk altındadır…
Bu anlamda Alevilerin katledilmesine, yaşam alanlarının savaşla harlanmasına, göçe zorlanıp insansızlaştırılmasına sessiz kalınmamalıdır. Kendine demokratım diyen her duyarlı kişi ve kurumların görevi olmalıdır.