Suriye toplumunun geleceğinde bütün kesimlerinin yer alacağı bir yönetim vaat ederken, kısa süre içerisinde kendilerine göre öteki sayılanların sesine sağırlaşmaya başlanması, kadın haklarına yönelik aba altından gösterilen sopalar, eğitimin dini ağırlıklı olacağına dair ipuçları vs. Hristiyanlar, Aleviler gibi etnik grupları, sanatçıları, aydınları ve kadınları kaygılandırmaya başladı bile
2011 yılında nev zuhur bir mevsim olan Arap Baharı ile birlikte Suriye’de de kaotik rüzgarlar esmeye başladı. Bu süreç Suriyeli Ermeniler açısından gerek aile ve gerekse toplum bazında yıllardan beri taş üstüne taş koyarak büyük özverilerle inşa edilen düzeni alt üst etti.
Bu Ermeniler ki, bir zamanlar, 1915 Felaketi’nden artta kalan birkaç kadın ve çocuk, beşiklerinin sallandığı Adana, Maraş, Diyarbekir, Ayıntab, Urfa gibi memleketlerden adetlerini, dillerini ve acılarını, kısacası hafızalarında yer etmiş ne varsa her şeyi bir araya getirerek çatlak, yaralı ellerinde yeni bir Ermeni toplumu yeşertmişler, Ras el Ayn’dan Deyr el Zor, Marrat çöllerindeki toplanma çadırlardan çıkıp silkinmiş; okulları, kiliseleri, hemşeri dernekleri, tiyatroları, müzik ve spor kulüpleri hatta siyasi partileriyle birlikte topluluk olmaktan, cemaat olmaktan sıyrılmış , Suriye’nin belli başlı 5-6 şehrinde yerleşik modern bir ulus haline gelmişlerdi. Özellikle 2012-2016 yılları arasında gelişen olaylar Ermenileri dehşete sürükledi. İlk kez ülkenin içinde bulunduğu kaos, Ermenilerin de yüzlerce ölü verdiği ve yaşam alanlarını (mahallelerini) korumak için silahlanmak zorunda kaldıkları bir ortam yaratmıştı. İşte bu ortam onlara, yüz yıldır kurdukları düzeni terke zorlayarak yeniden göç yollarını açtı. Ermeniler bir kez daha vatan diye benimsedikleri topraklarını, evlerini barklarını terk etmek zorunda kaldı. Ellerindeki malı- mülkü satabilenler şanslıydı, çoğu kişi evlerini olduğu gibi bırakıp Batı’ya ve büyük bir kısmı da Ermenistan’a göç etti. Ermenistan’a göç edenlerin bir kısmı Artsakh’a (Karabağ) yerleşti, işte en büyük sürpriz onlar için hazırlanmıştı, kim tarafından mı? Yıllardır Suriye’nin iç işlerine çomak sokup durmakta olan bir komşu tarafından. O komşu Suriye’yi de göz ardı etmeyerek bir de gözünü Artsakh’a dikmişti. Komşu yeminliydi 100 yıl önceki hesabı kesecekti, Orta Doğu ve Kafkaslar’da tek bir Ermeni bırakmayacaktı. Nitekim komşunun bu dış politikaları semeresini vermiş Halep şehrinin Ermeni nüfusunun %80 kadarı göç etmiş bunlardan pek çoğu Artsaakh’a yerleşmişti. Daha sona da 2020 yılının Eylül ayında da Artsakh, Ermenilerden boşaltılmıştı. Bu arada yeni ülkelerinde ancak nefes almaya başlayan Suriyeli Ermeniler de Artsakhlı soydaşlarıyla birlikte yüz yıl öncesini anımsatan konvoylar halinde topraklarını yeniden terk etmişlerdi. Halep’te, Şam’da, Lazkiye’de, diğer ufak yerleşimlerde kalan Ermenilere ne olmuştu? Onlar bir yandan siyasi çalkantılarla bir yandan da özellikle covid belasından sonra iyice çıkmaza sürüklenen ekonomik krizle baş etmeye çalışmış ve o günü kurtarmış olmanın sahte huzuruyla her gece umutlarına sarılmış tek gözleri açık uyumaya çalışmışlardı. Yüzlerce ölü vermişler, göçler ve mahallelere yapılan durmak bilmez saldırılar neticesinde nüfusları iyice azalmış, talan ve soygunlara dayanamayan Ermeni mahalleleri neredeyse yok olmuş, ticaret, zanaat dolayısıyla ekonomik hayatları çökmüş, ekonomik hayatın çökmesiyle de eğitim, kültür ve sanat hayatı neredeyse yok olmuştu.
Her ne kadar okullar inatla açık kalmış olsalar da havada patlayan tüplerin (yemek tüpleri), roketlerin, her an mahalleye saldıran güruhların tehdidi altında can güvenliğinden yoksun bir şekilde eğitim vermeye çalışan bu okullar bu ortamda en büyük darbeyi yiyen kurumların başında yer almıştır. Gerek okulların gerekse kültür hayatını besleyen derneklerin etkisiz hale gelmesi, sanat hayatının neredeyse yok olması en çok anadili vurmuş, bundan haliyle ilk etkilenecek olan çocuklar giderek anadillerinden ve buna bağlı olarak kültürlerinden uzaklaşmıştır.
Bir türlü sağlanamayan siyasi istikrarın gölgesinde, ekonomik koşullara ve etnik/dini gruplar arasındaki olası gerilimlere bağlı korkularla boğuşan toplumun da zaten dil, kültür gibi kaygılarla geçireceği vakti de gücü de tükenmiştir. Bu tabloya bakarak bugüne geldiğimizde ekonomik, sosyal ve kültürel çöküşün eşiğinde Suriye-Ermeni toplumu, adına devrim denen yeni bir siyasi(?) oluşumu tabiri caizse sudan çıkmış balık misali korkulu gözlerle seyre dalmıştır. Sığınacağı tek yastık ise gene umutlarıdır.
HTŞ’nin Beşar Esad’ı devirmesiyle Suriye’de başlayan “yeni dönem”de, İslamcı yöneticilerin söylemleriyle pek de örtüşmeyen uygulamaları, örneğin gerek yeni okul müfredatları gerekse ülkenin tarihi ve kültürel değerlerine dair Taliban’ı anımsatan uygulamaları, (Palmyra kraliçesi Zenobia’yı tarihten silme çabaları), geçiş hükümeti başbakanının kelime-i tevhid yazılı bayrakla resimleri, ülkenin güneyinde yer alan kimi şehirlerde sokaktaki kadınlara başlarını örtmeye zorlanmaları yönündeki haberler, ilk başta Suriye toplumunun geleceğinde bütün kesimlerin yer alacağı bir yönetim vaat ederken, kısa süre içerisinde kendilerine göre öteki sayılanların sesine sağırlaşmaya başlanması, kadın haklarına yönelik aba altından gösterilen sopalar, eğitimin dini ağırlıklı olacağına dair ipuçları vs. Hristiyanlar, Aleviler gibi etnik grupları, sanatçıları, aydınları ve kadınları kaygılandırmaya başladı bile. Oysa hemen hemen, her zaman ve her yerde olduğu gibi Suriye’de de devlet yanlısı bir tutum sergileyen Ermeni Kilisesi Suriye’nin bu yeni yönetim şekli ve geçici hükümeti konusunda geleceğe dair umut vaat eden söylemlerde bulunuyor. Esad’ı şeytan ilan etmekte gecikmiyor. Bilinmez, belki de hafızasında çok taze, henüz birkaç sene önce DAES’in esir olarak kaçırdığı onlarca Ermeni kızın resimleri kazılıyken soğukkanlı bir siyaset izleyerek kendisini/ toplumunu korumaya almaya çalışıyor. Sivil kuruluşların paralize olduğu bu dönemde Ermenilerin, korunması, yönetimi kiliseye kalmış bir toplum olduğunu varsayarak, kilisenin bugüne kadar toplum içinde mağduriyeti en yüksek kesim olan kız çocuklara ve genç kızlara yönelik neler yapabileceği yönünde gerçekten kalın vurgulu soru işaretleri oluşuyor beynimizde. Ekonomik sebepler veya savaştan kaçmak gibi nedenlerle genç erkeklerin kolayca ülkeden uzaklaştırılmalarına karşın kız çocukları eğitim ve sosyal hayattan, iş ortamlarından geri çekilip giderek daha eve kapanmış bir hayata doğru itiliyorlar. Şu anda dile getirilemeyen, ancak belki de en çok korkulan konuların başında geliyor genç Ermeni kızların akıbeti. Okuyamayan, çalışamayan bu genç kadınlar evlerinde umut diye yastıklarına sarılıyorlar. Tıpkı Tışkhun gibi.
Tışkhun 27-28 yaşlarında genç bir kadındır, liseyi bitirdikten sonra Halep Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne girmeye hak kazanmış, çok severek başladığı bu bölümü henüz ilk senesinde, fakültede yaşanan ve 50’den fazla gencin ölümüne yol açan patlama yüzünden bırakmak zorunda kalmış. İşte o günden sonra bir daha asla evinden dışarı çıkamayan Tışkhun yastığına sarılı bir vaziyette gecesi gündüzüne karışmış bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor. Kim bilir belki yastığıdır umut.