“Kadın” toplumda neredeyse edebiyatta da oradadır. Gerçeklikte kadın bazen amazon, bazen kılıçtan geçirilen; bazen aşık, bazen hastalıklı aşka maruz kalan; bazen yaşatan, bazen yaşamasına imkân verilmeyendir
Edebiyat, her zaman düşüncelerin bir sancı sonucunda doğuma ulaşması olmuştur. Bir dışavurumdur. Bilgiden, düşünceden, ait olduğu toplumun değerlerinden veya görüşlerinden beslenen edebi ürünlerin hemen hepsinde toplumsal kodlamalara rastlarız. Bu rastlantı bazen kodları eleştirmeyi bazen de kabullenmeyi gözlerimizin önüne serer. Eğer çok fantastik bir edebi ürün yazılma gayesi yoksa ortaya çıkan roman, hikâye, şiir vb. pek de gerçekliklerden bağımsız olamaz.
Tarih ve edebiyatın birbirini beslediği, edebiyatın tarihe tanıklık ettiği genel bir görüştür. Buradan bakınca kadının edebiyattaki yerine tarihsel süreçle de çözümleme getirilebilir. Anadolu, Mezopotamya ve Orta Doğu coğrafyalarında kadının devletçi, eril anlayıştan önce toplumdaki konumu destanlara, söylencelere, şiirlere yansır. Bu eserlerde kadın güçlüdür. Kadın, toplumun öncüsü ve direnişçisidir. Yönetim kadrolarında yer alır. Bu durum hemen hemen tek tanrılı dinlerin kabulüne kadar böyle devam eder. Toplumların devletçi anlayışı benimseyip anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişi ile birlikte kadının rolü, değeri ve yeri değişir. Özellikle tek tanrılı inanışları izleyen süreçte kadın, yazılı ve sözlü edebiyatta karşımıza farklı çıkmaktadır. Kadının topluma öncülük etme misyonu elinden alınmıştır ve o, artık yönetilendir. Evlenmez, evlendirilir; sevmez, sevilir; mücadele etmez, biat eder.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının özgürlüğü gibi kavramları özümsemeyen toplumların edebiyatında kadın, genelde edilgendir. Yani erkeğin varlığını tamamlayan karakterdir. Bu tarz toplumların gerçekliğinde de kadın, ancak erkeğin yanında ve erkeğin istediği kadar vardır. En başta da söylediğimiz gibi hiçbir edebi ürün, içinde geliştiği toplumdan bağımsız olamaz. Bir yazar, kadını eserlerinde işlerken ya “olması gereken kadını” ya “olan kadını” ya da “olmasını istediği kadını” yaratır. Edebiyatta “kadın” mefhumu bir gerçeklik, genel kabulleniş kıskacından çoğunlukla nasibini alıyor. Toplumda kadının yeri, kadına bakış neyse edebiyata da bu şekilde yansıyor kadın. Bundan hareketle “Aslında edebiyatta kadının yeri sınıfsaldır.” demek çok da yanlış olmaz.
Anadolu ve Mezopotamya’da gelişen edebiyatta kadın, farklı politik görüşlere ve dönemin özgünlüğüne göre değişir. İslamiyet Öncesi Dönem’de kadın, savaşçı bir kimlik taşır. Kadının bu savaşçı kimliği bile “erkeğe dem vurularak” yaratılır. Tanzimat Dönemi’nde kadın, toplumsal olarak daha görünür hale gelmiş ve kadının eğitilmesi konusu açığa çıkmıştır. Bu eğitimin “daha iyi ev kadını”, “daha iyi anne” olma amacı taşıması, bakış açılarını daraltmış ve eserlerdeki kadın tiplemesi de bu dar bakış içinde kalmıştır. Yine bu dönemde şairlerin iktidara yaptığı sert eleştirileri “kötü kadın” benzetmesiyle yazıya döktükleri görülür. “Sis” şiirinde, istibdat anlayışının yarattığı felaketi “fahişe kadın” benzetmesiyle anlatan Tevfik Fikret, erili eleştirmek için “toplumun olumsuz kadın anlayışı”nı kullanmıştır.
Anadolu ve Mezopotamya’da gelişen edebiyatta sosyalist yazarların açığa çıkmasından önceki dönemde zaman zaman kadını mücadele alanlarında görsek de bu bulunuş hali “eril” kodlarla karşımıza çıkar. Kadın o sıralarda erkekle eşit olan değil, erkek gibi olmaya çalışandır eserlerde. Edebiyat araştırmalarında kadın kahramanlardan ve kadın tipinden bahsedilirken sık sık “Alp erkek tipine benzeyen kadın, erkek gibi ata binen kadın, erkeğin yoldaşı kadın vb.” tabirlerin kullanılması da bu yüzdendir.
1950 sonrasında Anadolu ve Mezopotamya sahası edebiyatında, bazı yazarların sosyalizmden etkilenmesiyle kadın; ailesi, bedeni ve hakları için ağaya, devletin aygıtlarına karşı dimdik ayaktadır. Bunun en iyi örneklerini Cumhuriyet -1950 Sonrası Dönem’de görebiliriz. Bu dönemde Yaşar Kemal’in kadın kahramanları göze çarpar. Onun eserlerinde kadın, toplumun genel geçer yargılarına göre şekillenen değil tarihin en derinliklerinde kendini yaratan kadındır. Yılanı Öldürseler romanında kadın, Şahmaran niteliklerini taşır.
Yaşar Kemal’in kadınları Kybele’dir, İstar’dır. Güçlü, şefkatli, doğa gibi yenileyici ve yenilenen, bilge kadındır. Yılanların Öcü romanında Fakir Baykurt’un Iraz Anası, muhtarın yaptığı haksızlıklara boyun eğmez; boyun eğen oğlunu cesaretlendirir. Karşı çıkışı başlatan, Iraz Ana’dır. Fakir Baykurt’un romanlarındaki kadın, gerçektir; özgürleşen kadındır. Buna zıt olarak Cumhuriyet Dönem’i yazarlarından bir kısmı kadını sadece kişilik çözümlemeleri bağlamında işlemiştir. Kadın, Batılılaşmanın getirdiği yozlaşmanın sembolüdür. Kadın yozlaştığı için “kötü yola” düşer. Erke başkaldıran kadın, başı ezilmesi gereken yılandır.
Edebiyat dünyasında kadına gereken önemi, anlamı ve değeri verenler çoğunlukla toplumcu gerçekçiler olmuştur. Toplumcu gerçekçi şiirlerde toplumdaki kadın algısı ağır eleştiriler alır. Bu akımın öncüsü edebiyatçılar, kadını hiçleştiren patriarkal durumu kabul etmez.
Kürtçe eserlerde kadını belirgin halde görmek 1940’lı yıllardan sonrasına denk gelir. Ve kadın karakteri sabit kalmaz. Kürtçe eserlerde kadın zulüm gören, ezilen, saklanan kadın olmasının yanında zulmeden ve ezendir de. Kürt edebiyatında kadın iki döneme ayrılarak değerlendirilmelidir. Birinci dönemde kadın; sevilen, kavuşulamayan veya sevdiğine kavuşamayan, töreye boyun eğen kadındır. Sonrasında ise üzerine atılı yılgın, yorgun, baskılı kimlikleriyle mücadele edip özgürleşmeye çalışan kadındır. İkinci kadın tanımlaması elbette Kürt özgürlük mücadelesinden bağımsız değildir.
Kürt halkının kurtuluş ve özgürlük mücadelesinde kadın, erkekle yan yanadır ve alandadır. Kadının bu yönlü işlendiği eserlerin örneklerini Mustafa Salih Kerim vermiştir. Fırat Cewerî de eserlerinde kadını politik bir varlık olarak ele almıştır. Kürt yazar Ahmedê Xanî, kadını evlendikten sonra mutsuz olan karakter olarak tanımlar. Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîn’inde müthiş bir aşk anlatılır. Bu eserde kadının aşkı, bir yaşam mücadelesidir.
Kısacası “kadın” toplumda neredeyse edebiyatta da oradadır. Gerçeklikte kadın bazen amazon, bazen kılıçtan geçirilen; bazen aşık, bazen hastalıklı aşka maruz kalan; bazen yaşatan, bazen yaşamasına imkân verilmeyendir. Romandaki, destandaki, masaldaki, şiirdeki kadın da aynı devinimlerin konusu olur. Kadının kadın olmaktan önce kendisine rezerve edilen annelik, kız kardeşlik, evlatlık, karılık konumları satırların arasında gösterir kendini. Ama bu satırlar, kadının özgürlük ve yaşam mücadelesinden nasibini alan bir değişimle taçlanmıştır.
Son söz olarak; erkin kadın anlayışı, kalemin ucunda da kendini bulmuştur ve kadının yaşamda var olduğunu gösterme mücadelesi edebiyatın kadın algısını alt üst etmiştir.