Kadın Zamanı Derneği üyesi Av. Dilşah Taş ile yakın zamanda tartışılmaya başlanan 9. Torba Yasa Teklifi içerisinde düzenlenen “etki ajanlığı” üzerine konuştuk
1-Geçtiğimiz Ekim ayında çok tartışılan ‘etki ajanlığının’ düzenlenmesinin de yer aldığı 9. Torba Yasa teklifi Adalet Komisyonundan geçti. Son dönem yeni suç tanımı olarak da adlandırılıyor. Nedir etki ajanlığı? iktidar böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duydu?
İlk olarak etki ajanlığının ne olduğu aslında kanunda tanınan bir şey. Şu an bir kanun tasarısı var ve o geçirilmeye çalışıyor. Adalet Komisyonu’ndan geçen şey de bu oluyor aslında.
TCK’da düzenlenmiş olan etki ajanlığını, “Türkiye Devleti’nin bütünlüğüne ilişkin suçlar ve casusluk” olan bölümün alt başlığı içerisinde düzenlenmiş olarak değerlendirebiliriz ve şöyle diyor maddede:
‘Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine, yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda, tüm vatandaşları, kuruluşları, kurumları ifade ediyor. Ya da yabancılar da olabilir bu kişiler. Hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar, Türkiye’de suç işleyenler hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası verilir.
Fiilin bu bölümde yani ‘casusluk ve devletin bütünlüğüne karşı suçlar’ haricinde işlenmiş olan bir suçla birlikte işlenmesi halinde ayrı ayrı bir cezalandırmaya tabi tutuluyor. Ve devamında “ fiil, savaş sırasında işlenmiş veya devletin savaş hazırlıkları veya savaş etkinliğini veya askeri hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise de 8 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilir. Suçun mili güvenlik açısından stratejik önemi hariz birimler ile proje tesis veya hizmetlerini yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza iki kat artırılır. Bu suçtan dolayı yapılacak kovuşturmalar Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlıdır” gibi ek bir maddeyle düzenlenmiştir.
Suçun unsurları bakımından bir değerlendirme yapacak olursak, TCK’da genel ilkeler kapsamında, bir suçtan söz edebilmemiz için genel ilkelere göre suçun belirleniminin sağlanmış olması gerekiyor. Yani suçun kanuniliğinden söz ediyoruz burada. Kanunilik nedir? TCK’ya göre düzenlenmemiş olan hiçbir fiil, yani suç olarak düzenlenmemiş olan hiçbir fiil suç değildir. Bu yüzden de bir suçun niteliklerini düzenlerken unsurları tek tek sayılır, somut bir şekilde ortaya konulur ve denir ki suç budur, bu şartlarda gerçekleşir.
Eğer ki bu şartlar oluştuysa ceza verilir. Burada etki ajanlığı noktasında bu kanunilik ilkesinin de gölgede bırakıldığı bir hal var. Çünkü burada suçun unsurları çok muğlak bırakılmış. Çok belirli değil. Yani mesela devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararlardan ne anlıyoruz?
Güvenlik noktasında soru işaretleri var ama daha da sıkıntılı olan iç veya dış siyasal yararlar ve onun aleyhine olan hususlar nelerdir? Burada şuna bakmak gerekiyor.
Gittikçe yükselen bir şekilde Türkiye’de iç ve dış siyasal yarar aslında iktidarın yararıdır.
Ve iktidar, kendisinin aleyhine olan her fiili aslında devletin aleyhine olarak yorumlar. Bugün örneğin kadın hareketinin kendisi, çocuk haklarının savunulması ya da LGBTİ+ haklarının savunulması, bunun yanında Kürt halkının haklarının savunulmasının tamamı tüm bu kesimlerin aslında iktidara göre terörist olarak yaftalanmasına, yoldan çıkmış ya da çapulcu olarak adlandırılıp, iktidarın rahatsız olduğu söylemlerin direkt örgütsel bir bağ temeline oturtulmaya çalışıldığı bir zeminden söz ediyoruz. Ve tamamen aslında bu hakların ifade özgürlüğü kapsamında yükseltilmesi için aktivizm hareketi yürüten kişilerin illegalize edildiği ve sesinin kesilmesi için ellerinden gelenin yapıldığını görüyoruz. Bunun yanında aynı zamanda muhalefet kanadını da yapmış olduğu eleştirilerin tamamen hukuka aykırıymış gibi yaptırımlara tabi tutulduğunu ve yargı eliyle aslında zorlandığını ve yargıya verilmiş olan talimatlarla o kişilerin bazı yaptırımlara maruz bırakıldıklarını görüyoruz.
2-İktidarın iç ve dış siyasi yararına göre oluşturduğu bu düzenlemenin tamamen toplumun muhalif dinamiklerini ortadan kaldırmayı hedeflediklerini söyleyebilir miyiz?
Böyle bir zeminden söz ediyoruz aslında. Yani burada aslında şuna gelmek gerekiyor. İç ve dış siyasi yarar Erdoğan ve Bahçeli’nin, yani iktidar bloğunun rahatsız olduğu söylemler iç ve dış siyasetin aleyhine olan söylemlerdir.
Bu söylemi geliştirenler devletin ve aynı zamanda TCK’da düzenlenmesi planlanan, istenen bu suçun koşullarını oluşturmuş olan kişiler olacaklardır. Ve burada bu suçu işlediğine iddia olunan kişi 3 yıldan 7 yıla kadar ciddi bir hapis cezasıyla yaftalanacaktır.
Burada tamamen şuna geliyoruz aslında. İfade özgürlüğü hakkının tamamen sekteye uğratıldığı, devre dışı bırakıldığı ve sadece iktidarın duymak istediği sözlerin legal kabul edildiği, duymak istemediği sözlerin ise illegalize edildiği bir zemine geliyoruz. Zaten hali hazırda iktidarın, toplumun çok ısrarlı bir şekilde hak savunuculuğunu yaptığı, kendi hakkını savunmaya çalışan ve ifade özgürlüğü noktasında bir söz kurmaya çalışan kişilerin çok kolay bir şekilde örgütçülükle, teröristlikle yaftalandığı bir zeminde bu durumu ayyuka çıkaracak olan hususta hali hazırda var olan kanun düzenlemelerle cezalandırılmayan kişilerin de cezalandırılması amaçlanıyor. Bu aslında tamamen var olan otoriter rejimin daha kalınlaşarak önümüze konulması ve insanların özgürce söz kurmak noktasında baskı altına alınması, oto sansürün ve doğrudan yargı eliyle kurulan sansürün, baskının, yaptırımların ayyuka çıkması demek oluyor.
Burada bir tabir vardır; mitolojik olarak da, demokrasinin kılıcı denir. Bu kanun tasarısının kendisi bu kılıç görevini görecektir.
3- İktidar kadın kazanımlarını, kadın mücadelesini hedef alan politikalar üretiyor şüphesiz. Böylesi bir düzenleme ile birlikte totalde kadın dernekleri, özelde Kadın Zamanı Derneği nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya kalacak, önüne koyduğu bir yol haritası var mı?
Mesela 6284’ün kaldırılması noktasında Kadın haklarına değiniyoruz. İktidar bu yasayı ortadan kaldırdı. Muhalefet, kadın kurumları, STK’lar, kadın hak savunucuları bu yasanın kaldırılmasına karşı örgütlü bir tepkiselliği ortaya koydular. Çünkü bu kadınların hakkını koruyan temel kanun. Ve bunun kaldırılması kadınların güvenliksiz bir ülkede yaşaması manasına geliyor.
Ve bunu savunurlarken velev ki hakaret suçunu da işlemiş olsunlar. İç ve dış siyasette zararlı bir eylem olduğu tespiti yapıldığında ki bu çok takdiri tabi bir nokta oluyor.
Bu durumda şöyle olacak. Kişi hem hakaret suçundan yargılanacak hem de casusluk yani etki ajanlığı suçundan yargılanmış olacak. Ve ağır nitelikte bir cezayla karşı karşıya kalacak. Burada alt sınır 2 yılın üstünde olduğu için 3 yıl ve 7 yıla kadar temel halden düzenlenmiş. Bir de nitelikli hallerin de daha yüksek oranları da olduğu cezalardan söz ediyoruz.
Burada şuna geliyor. Bu kişi tutuklu olarak yargılanabilecek. Ve soruşturması herhangi bir şekilde bir izne tabi olmadığından, Adalet Bakanlığı’na dair bir izni talep etmiyor. Sadece kovuşturma için talep var. Bu durumda doğrudan dava da açılabilecek. Ve bu kişiler veya binlerce kişi hesapsız kitapsız olabildiğince uzun süreler etki ajanlığı noktasında bir soruşturmaya tabi tutulabilirler.
Bu noktada tutuklanabilirler. Ve hesapsız kitapsız çok sayıda soruşturmaya maruz kalarak aslında bu kişiler için bir caydırıcılık sebebi yaratılabilir. Yani burada savcılık aşamasının kendisi doğrudan cezalandırıcı bir aşama olabiliyor.
Biz yargılanmalarda bunu çok görüyoruz. Ve bizzat bu da amaçlanıyor aynı zamanda. Cezanın temel sınırının bu kadar yüksek belirlenmiş olması aslında bunun işaretidir.
Bunun yanında şöyle bir nokta da var. Mesela fiili savaş sırasında askeri hareketlerin tehlikeyle karşı karşıya kaldığı durumlar diye özel bir durum belirlenmiş.
Ve burada daha nitelikli hal olarak alt sınır 8 yıldan 12 yıla kadar olarak belirlenmiş. Yani 3 yıldan 7 yıla kadar olan temel sınır. Daha da yukarı çekilerek 8 yıldan 12 yıla kadar bir ceza hükmediliyor.
Toplantı ve gösteri yürüyüşleri anayasal haktır deriz. Mesela bu eylemin kendisi bizzat böyle bir yere çekilebilecek bir noktaya geliyor. Ve sırf o eylemi yaptığı için o kişiler 8 yıldan 12 yıla kadar ciddi bir suçla cezalandırılabilecekler.
4- Ülkemizde birçok kurum ve dernekler yurtdışında uluslararası kuruluşlardan fonlarla destekleniyor. Bu fonların yabancı kaynaklar denilerek ‘ülkenin iç ve dış durumunu tehlikeye koyacak ve algı yaratılacak düşüncesiyle illegalize edilme durumu da var. Bu tehlikeye karşı nasıl mücadele edilmeli?
Mevcutta önce var olan hukuki zeminin nasıl altının oyulduğu ve oluşacak olan sonun tehlikesini görmek gerekiyor. Şimdi Türkiye’de hak savunusu noktasında, özellikle kadın hakları savunusu noktasında ve aktivizm hareketi, genel olarak insanların gönüllü bir şekilde bir zemin oluşturduğu ve bir nevi seferberlik yaptıkları ve kazanımları, hak kazanımlarını kadın haklarının genel olarak içinde olduğu ve bununla beraber çocukların da içinde oldukları bir cehennem var aslında. Ve hukuki olarak haklarının korunmadığı, tamamen savunmasız bırakıldıkları ve yine İstanbul Sözleşmesi’nin çekilmesiyle beraber katillerin, faillerin daha çok cesaretlendirildiği bir zemindeyiz.
Ve son zamanlarda da zaten yaşamış olduğumuz şiddet vakalarının artışıyla vahamet daha da derinleşiyor. Bu zeminde kadın hakları savunmasını yapmak elzem bir durum oluyor. Yani biz bunu yapmak zorundayız çünkü her geçen gün kadınlar için cehennemin daha çok derinleştiği bir toplumda yaşıyoruz şu an.
Ve bu noktada kadın hakları savunmasını yaparken, gerekli olan bir mali durum da var. Ve Türkiye’de çok fazla bu alanda çalışan kurum temelde yok. Ya da buna maliyet ayıran kurumlar daha sınırlı kalmakta.
Ama bunun yanında Uluslararası kuruluşlar tarafından, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve benzeri yan kuruluşların desteklemiş olduğu, bu hakların yükseltilmesi için dünyada ve Avrupa’da sağlamış oldukları bazı fonlar oluyor. Ve bu aktivizm hareketini sağlayan kişilerle bu uluslararası kuruluşların ortaklaşması üzerine belli çalışmalar yürütülüyor. Ve bu çalışmaların devamında da kazanımlar elde edilebiliyor, bu örgütlenme sahnesi oluşturulabiliyor ve bu esas kazanımdır.
Yani kadın hakları ya da kadın örgütlülüğü Türkiye’de eğer yükselişe geçtiyse, bu boyuta geldiyse ve kadınlar kendi sözlerini, kendi taleplerini kurabilecek düzeydelerse, güçlü bir kadın örgütlülüğüne sahip olmanın getirisidir bu. Bunun yanında, bunun oluşabilmesinin zemininde aslında bu Uluslararası kuruluşlarla olan ortak çalışmalar yer alır.
Kadın haklarının, LGBTİ+ haklarının ya da çocuk haklarının bu kadar göz ardı edildiği ve yok edilmeye çalışıldığı ve aile kavramının içerisine sıkıştırılmaya çalışıldığı bir zeminde biz bu kurumların, kurumlarla olan çalışmaların etki ajanlığı adı altında bir riskle ya da tehditle aslında karşı karşıya kaldığını söyleyebiliriz. Hem uluslararası kuruluşlar açısından bir çekinceye sebep olacaktır bu durum hem de bu sahada çalışan kişiler, kadınlar, çocuklar, gençler açısından bir tehdit olarak algılanacaktır ve burada bu örgütlülük kırılmaya maruz kalabilecektir.
Bu çok olası bir durumdur. Bahsettiğimiz otoriter rejimin kendisi aslında bunu amaçlamaktadır ve burada söz kurma noktasındaki cesareti büyük ölçüde kırmak, kendi yapmış olduğu hatalı ve hakları gasp eden yaklaşımların böyle bir korkuyla baskılanarak; karşı söz kurma cesaretini kişilerin elinden almaya çalışmaktadır esasen. Yani şu zamana kadar var olan polis-devlet kavramının güçlenmesi, yine iktidarın yargı erkini, yürütme erkini güçlü bir şekilde kullanmanın yanında çok fazla hak, insanların elinden alınıp muhalefeti zayıflatırken ya da örgütlü yapıyı zayıflatırken, bunun yanında örgütlü olan kişilere de ya da hak savunusu yapmaya gönüllü olan kişilerin de böyle bir tehditle karşı karşıya kalıp elde kalan iradelerini aslında kırmak amaçlanmaktadır.
Burada dernek olarak değerlendirdiğimiz husus; bu çok tehlikeli bir durum, bu çok tehlikeli bir kanun maddesi ve büyük ölçüde şu anda iktidarın yapmış olduğu irade gaspını, insanların söz kurmuş olduğu bir korku toplumunun, katlanarak çoğalmasını ve daha büyük bir şiddetle insanların yargı tacizine maruz kalmasını, tamamen yargının sopası olarak aslında üstlerine dikilebilecek bir durum söz konusu. Ve kişilerin tamamen alandan çekilmesine, korkmasına, sinmesine sebep olacak ve Türkiye’deki otoriter rejimi ikiye katlayacak.
Ve bu durumda da aslında Erdoğan’ın ya da var olan iktidarın devamlılığını korumak amacıyla konulmuş olan, sunulmuş olan bir kanun tasarısıdır.
Önlem olarak yapılacak olan şahsi önlem söz konusu değil. Çünkü burada kanuni bir düzenleme söz konusu. Burada yapılacak olan eylem ve alınması gerekilen önlem toplumsal olarak bütün kurum kuruluşlarının, hak savunucularının ve kendini muhalif olarak gören ya da muhalif olmasa bile bu kanunun yarattığı tehlikeyi fark edip ses çıkaran bütün insanların birlik olup el ele verip birbirlerine bu kanunun önüne geçmesi amaçlanmalı.
Ve ancak bu sayede bu kanunun meclisten geçirilmesinin önüne geçildiğinde yeterli olmasa da şu anki zemin korunabilecektir.
5- Dijital medyada, kadınların birbirine ulaşabildiği, birbirlerine dokunabildiği ve bu ortamlarda örgütlenebildiği güçlü bir ağ var. Bu düzenlemeyle birlikte düşünce ve ifade özgürlüğüne baskı uygulayan etki ajanlığı, bu ağ için nasıl bir tehdit yaratır?
İfade özgürlüğünün yanında düşünce özgürlüğünün kendisi de sakıncalı bir noktaya geliyor. Kanun tasarısında şu şekilde bir tabir var. Diyor ki ‘bir kurumun ya da işte bir devletin organizasyonun çerçevesinde araştırma yapan ya da yaptıran’ mesela burada açıklayan da demiyor. Düşünce özgürlüğü noktasında böyle bir sıkıntı var. Muğlakta bırakılmış bir kanun tasarısından söz ediyoruz. Bir kadın derneği olarak kamuoyu araştırması yapıyoruz. Burada yapmış olduğumuz, yürütmüş olduğumuz araştırmanın konusu Türkiye’de artan kadın cinayetleri. Bu Türkiye’nin dış dünyadaki imajını zedeler. Böyle bir araştırma yapmanız kötü niyetlidir denebilir. Denildiği noktada biz henüz açıklamamış olduğumuz bir rapordan söz ediyoruz, henüz araştırmasını yaptığımız. Doğrudan böyle bir kanuni yaptırımla karşı karşıya kalıp yapmış olduğumuz gayet legal olan ve gerçekliği ortaya koymaya dönük olan çalışma, illegal bir zemine çekilip, yasa dışı bir zemine çekilip bizim dernek olarak suçlanmamızla neticelenebilir.
Ama gayet sağlıklı bir zeminden söz ediyoruz. Kadın cinayetlerinin verisel olarak araştırılması. Bu zaten devlet kurumlarının yapması gereken bir şey.
Biz STK olarak bunun takibini yaptığımızda bu bir suç olmamalı. Ama böyle bir kanun tasarısı böyle bir suçu öngörüyor. Bu durumda henüz paylaşılmadığı durumda da hem ifade özgürlüğü noktasında hem de düşünce özgürlüğü noktasında, araştırmanın kendisi yasaklı kılınıyor.
Düşünce özgürlüğü noktasında ki düşünce yargılanamaz deriz ama bu noktada bir suç olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu tamamen anayasal hakları aslında temel hak ve özgürlükleri zedelemesi çok mümkün olan bir zemin. Özellikle böyle bir konjonktürde baktığımızda siyasi çerçeveye baktığımızda çok sakıncalı ve dar bir alandan söz ediyoruz.
6-Casusluk, ajanlık, son olarak da yeni suç tanımı olan etki ajanlığı toplumda cadı avı dönemi dediğimiz yeni bir dönemin habercisi olabilir mi?
Cadı kavramının kendisi metafor olarak düşünürsek ilgili dönemde sesini çıkaran, bir noktada isyan eden, belli bir noktada hak savunusu yapan kadınların duyulmak istenmeyen seslerini, rahatsız oldukları eylemlerine sözlerine engel olmak adına kadınların yakalandığı ve yakıldığı bir sürece götürüyor mantıksal olarak. Şu anda da aslında yaklaşım olarak benzer bir yaklaşımdan söz ediyoruz.
Yani iktidar hali hazırda sesini duymak istemediği fikirlerin hepsini bu kanun maddesini kullanarak onu araçsallaştırarak aslında bu sesleri kontrol altına alıp, onları içeri tıkıp seslerini kesebilir, bunu bir cezai tehdit olarak bütün kamuoyuna sunabilir ve iktidarın duymak istediği sözler hariç bir söz kullanan, iktidar karşısında bir yaklaşımı olan herkes aslında baskılanmış olacaktır.
Kadın hakları noktasında iktidarın yürütmüş olduğu bir strateji var ve kadın haklarını sürekli aile kavramı altına sıkıştırıp susturmaya, kadınları susturmaya, kadınları örgütlü alandan çekmeye ve onları makul olmayan kadın olarak yaftalamaya çok müsait bir zemin içerisinde. Buna paralel mesela kadın haklarını destekleyen, STK’ları destekleyen bir siyasi söylem içerisinde bulunan bir partinin yaklaşımı doğrudan aslında bu cadı avı olarak nitelendireceğimiz duyulması istenmeyen seslerin içine sokulabilecektir. Bu noktada doğrudan bunlar tespit edilecektir.
Siyasetçiler de daha rahat bir siyaset yürütemeyeceklerdir. Zaten kendileri şu anda hali hazırda var olan TCK’da sürekli tehdit altındayken, bir de bunun yanında böyle bir maddeyle iletecekleri, konuşacakları söylemin kendisi sansüre ve bir yargı tehdidiyle, bir demokrasinin kılıcıyla karşı karşıya kalacaktır. Ve söz kurma noktasında herkes yaftalanacak, kenarda tutulacak ve söz kuran herkes cadı avı kapsamında bir yakalamaya, tutuklamaya, cezalandırmaya tabi tutulacak ve iktidar da bu şekilde muradına ermiş olacaktır aslında.
Şu da mühim, soruşturmanın kendisi izine tabi değil ama kovuşturmanın kendisi mesela Adalet Bakanlığı’nın iznine tabi. Burada bakanlık izni şunu da getiriyor aslında, Adalet Bakanlığı’nın kendisi bizzat şu an hali hazırda yürütmede olan Recep Tayyip Erdoğan’a bağlı. Doğal olarak o bakanlık bünyesinde kabul edilen bir düşünce olduğunda bu madde kapsamında yargılanan kişi ve onun fikri ona paralel olduğu için yargılama konusu edilmeyebilir.
Adalet Bakanlığı buna izin vermeyebilir. Ama bunun yanında Adalet Bakanlığı’nın yine aynı şekilde iktidarın duymak istemediği bir ses olduğunda, doğrudan izin verilebileceği bir soruşturma dosyası olacaktır ve dava açılacaktır. Aslında kimin hakkında dava açılacağını da yine bu şekilde iktidar karar vermiş oluyor.
Yani yargının bağımsızlığı noktasında da burada soru işaret oluşuyor. Kanun maddesinin kendisinin bu kadar yürütmeye sıkı sıkı bağlanmış olması da sorunlu bir nokta olarak karşımıza çıkıyor.
O yüzden muhalefetin, o yüzden kadın kurumların, o yüzden STK’ların, siyasi partilerin bu kadar kaygılı olmasının sebebi bu.
Yani hem yürütüm ve uygulama şekli öngörülen haliyle hem de kanun maddesinin muğlaklığı, hem nitelikli hallerin sınıflandırılması, hem ifade özgürlüğü noktasında, düşünce özgürlüğü noktasında yarattığı tehditler, hem belli kadın hakları noktasında, insan hakları noktasında savunuculuk yapan aktivistlerin çalışmaları, bunun yanında gazetecilerin çalışmaları, siyasetçilerin söylemleri, ifade özgürlüğünü kendine hak olarak gören ve anayasadan bu hakkı alan insanların tamamen güvenliksiz ve tehdit altında olduğu bir zeminin oluştuğunu görürüz. Bu kanun maddesinin geçmesi halinde ve özgürlük namına kalan son kırıntılar da aslında bu şekilde elimizden kayıp gitmiş olacaktır.
Toplumsal kesimleri bilinçlendirmek, bunu tartışmanın önünü açacak bir zeminin de aslında yaratılmasını sağlamak gerekiyor. Hem siyaset açısından hem dernekleşen mücadeleyi büyüten kadınlar arasında bunun zeminini de büyütmek, yaratmak gerekiyor.
İnsan Hakları Haftası’na doğru gidiyoruz. İnsan Hakları Haftası’na giderken insan haklarının, ifade özgürlüğünün ve düşünce özgürlüğünün bu kadar ayaklar altına alınması durumu söz konusu. Hukuk kurumlarının bu alanda insan hakları çerçevesinde bu hakkın ne kadar kısıtlandığı, anayasal hakların ne kadar tehdit altına alındığı ve bu sebeple kanunun kendisinin anayasaya aykırı olduğu ifade edilerek önüne geçilmesi için çağrıda bulunması gereklidir. Yine bunu siyasi partilerle birlikte paralel bir düzende ifade etmesi elzem bir noktada oluyor.
Burada da demokrasi mücadelesi veren kurumlar, kadın örgütleri, STK’lar, gazeteciler, sanatçılar üstüne düşen vazifeyi yapmak durumundadır. Biz de yine Kadın Zamanı Derneği olarak bu şekilde bilinçlendirmede bulunarak elimizden geldiği kadarıyla destek olmaya çalışıyoruz. Yaklaşım olarak aslında demokratik güçlerin tamamı bu durumun ne kadar sakıncalı olduğunun farkındalar.
Ama dediğimiz gibi şu an hızlandırılmaya çalışılan bir süreç var. Hızlı bir şekilde hemen elden geçirilmeye çalışılıyor. Bu kanun yürürlüğe sokulmaya çalışılıyor.
Bu hıza karşı hızlı bir örgütlenme de gerekiyor. O noktada belki eksik bazı noktalar vardır. Onu gidermek gerekiyor diye düşünüyorum.
Bu hakları korumaya çalışan kadınlara karşı bu kanunu kaldırmak isterken onların karşı söylemlerini ‘iç ve dış siyasette ki yarar aleyhine’ tabiri içerisinde bu sizin yaptığınız fikir açıklamaları bu yararın aleyhinedir deyip yaptırıma tabi tutabilir ve bu bir karşı saldırıdır. Özellikle kadın hakları noktasında genelde bütün hak savunusu alanında bu risk var ve bu riskle karşı karşıyayız. Bunun ciddiyetinin farkında olmamız gerekiyor. Ve örgütlü bir zeminde güçlü bir toplumsal mücadelenin zeminini yaratmak gerekiyor.