Özellikle de toplumsal muhalefetin en renkli, en güçlü kanadı olan kadın mücadelesinin bu yasanın yürürlüğe girmesi ile hedef tahtasının tam ortasına oturtulacağı da aşikar
Geçtiğimiz mayıs ayında dokuzuncu yargı paketi içerisinde yer alan ve tepkiler üzerine geri çekilen etki ajanlığı düzenlemesi bu kez “Noterlik Kanunu” isimli torba yasa içerisine gizlenenerek Adalet Komisyonu’nda kabul aldı. AKP’nin teklif ettiği yabancı ajanlar mevzuatı, her ne kadar önceki taslaklardan uyarlanmış ve önceki taslağı yumuşatmış gibi gösterilmeye çalışılsa da sivil toplum ve medya için ciddi bir hukuki risk teşkil ediyor.
Önümüzdeki günlerde TBMM’de görüşülmesi beklenilen yasa teklifi toplam yirmi üç maddeden oluşuyor. Kanun teklifinin on altıncı maddesi uyarınca ise Türk Ceza Kanunu’nda yapılacak değişiklikle casuslukla ilgili yeni düzenlemeler getirilecek.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” bölümüne eklenmesi planlanan kanun maddesinin lafzı şu şekilde: “Devlet güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası verilir.”
Eylemin savaş sırasında veya askeri hareketleri tehlikeye sokacak bir süreçte işlenmesi halinde verilecek cezanın 8 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası olarak düzenlendiği yasa tasarısının kabulünün gazeteciler ve sivil toplum örgütleri başta olmak üzere muhalefet açısından oldukça sakıncalı sonuçlar doğurması mümkün gözüküyor.
Kanun metninde “Devlet güvenliği, iç ve dış siyasal yararları, yabancı bir devletin iç veya dış stratejik çıkarları gibi belirsiz kriterler kullanılması sivil toplumunun ve basının hareket kabiliyetinin devlet otoritesinin orantısız ve keyfi kullanımı ile sınırlanmasına açık kapı bırakıyor. Bu yasa tasarısında kullanılan muallak ve yoruma açık ifadeler ile devletin siyasi çıkarlarına zarar verdiği düşünülen her türlü araştırma, faaliyet, çalışma ve işbirliği suç sayılabilecek. Özellikle insan hakları savunucularını, avukatları, sivil toplumu, gazetecileri hedef alabileceği ön görülen yasanın uygulanması ile zaten çok sınırlı bir alanda hareket etmeye çalışan hak savunucularının faaliyet alanlarının daha da kısıtlanması bekleniyor. Mevcut ceza kanununu ve Terörle Mücadele Kanunu ile yapılan keyfi uygulamalar bu yasa ile birleştiğinde cezaların daha da sertleşeceği anlaşılıyor. 2022 Sansür Yasası ile birlikte kullanıldığında “Etki Ajanlığı” tasarısı meşru faaliyetlerin suç sayılmasına ve muhalif seslere daha ağır yaptırımlar uygulanmasına yol açabilir.
Taslağın arkasındaki mevzuat gerekçesi; devletin eylemlerden korunmasının gerekliliği, casusluk amaçlı suç işleyenlerin yargılanması için ikincil bir düzenlemeye ihtiyaç duyulması gibi öne sürülmüş olsa da yasa tasarısı sivil özgürlükleri kısıtlamaya, ifade ve basın özgürlüğü üzerinde yeni bir tehdit oluşturmaya oldukça elverişli. Bu yasanın yürürlüğe girmesi halinde insan hakları savunucuları ve sivil toplum örgütleri, uluslararası fon almaları gerekçe gösterilerek “yabancı ajanlar” olarak etiketlenebilirler. Uluslararası fon desteği alan kuruluşların faaliyetleri engellenebilir, üyeleri aleyhine dava açılabilir ve hatta bu örgütler “dış çıkarlarla uyumlu hareket ettikleri” gerekçesiyle kapatılma tehdidiyle karşı karşıya kalabilir. Bu yasa, aslında sivil toplumu ortadan kaldırmaya yönelik daha kapsamlı bir stratejinin parçası gibi görünüyor. Türkiye’de sivil alan zaten büyük bir daralma yaşarken, bu yasa, hak savunucuları ve aktivistleri daha da sıkıştıracak. Yasa aynı zamanda uluslararası medyayla işbirliği yapan gazetecileri hedef almak için kullanılabilir. Yasada belirtilen şekilde “yabancı çıkarlar doğrultusunda hareket” eden gazeteciler, yalnızca hukuki bir cezai takibin değil, aynı zamanda toplum nezdinde itibarsızlaştırmaların da hedefi haline gelebilirler.
Bu yasa, gazetecilerin uluslararası medya ile iş birliği yapmalarını ve devletin faaliyetlerini sorgulamalarını kısıtlayabilir. Türkiye’deki sosyal medya ve dijital platformlar, hükümetin eleştirilmesi durumunda yoğun saldırılara ve linç kampanyalarına maruz kalabilir. Bu yasa ile birlikte, “devletin güvenliği” veya “iç ve dış siyasal çıkarları” gibi soyut ve geniş kapsamlı tanımlar, gazetecilerin ve basın emekçilerinin kriminalize edilmesine yol açabilir.
AİHM’in 22.10.2024 tarihinde yayınlanan “Kobaliya ve diğerleri/Rusya ihlal kararı”nda mahkeme, 2012’den bu yana benzer bir düzenlemenin yürürlükte olduğu Rusya’yı mahkum etmiştir. Bu ihlal kararında da belirtildiği üzere ajanlıkla suçlananlar, hep hak savunucuları olan kadın örgütleri, gazeteciler, çevre örgütleri, avukatlar ve bağımsız seçimleri takip eden kuruluşlar olmuştur. AİHM, oybirliği ile aldığı kararında sivil toplum aktörlerine ve bağımsız seslere karşı bir şüphe ve güvensizlik ortamı yaratarak demokratik alanın daralmasına katkıda bulunduğunu ve böylece demokrasinin temellerini baltaladığını vurgulamıştır. Rusya, Sözleşme’nin ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgili 10. ve 11. maddeleri ile özel hayata saygı hakkını düzenleyen 8. maddenin ihlali nedeniyle mahkum edilmiştir. AİHM’in etki ajanlığı ile ilgili Rusya’yı mahkum ettiği kararı, bu tarz yasalar hakkında verilen ilk karardır. Kararda yasanın neden olduğu hak ihlalleri açık ve net bir biçimde belirtilmiştir.
Türkiye’de yasanın yürürlüğe girmesi halinde demokratik hak ve özgürlükler için mücadele eden insan hakları örgütleri, çevre, kadın, LGBTİ+ hakları savunucuları ve diğer aktivistler her an bu yasanın hedefi haline gelebilirler. Özellikle de toplumsal muhalefetin en renkli, en güçlü kanadı olan kadın mücadelesinin bu yasanın yürürlüğe girmesi ile hedef tahtasının tam ortasına oturtulacağı da aşikar. Öyle ki iktidarın mevcut kadın politikalarına bakıldığında eline geçen her fırsatta kadınların ellerinde olan hakları aldığını, hak arama hürriyetlerini engellediği bunları yapmak için elindeki tüm imkanları seferber ettiği görülecektir. Elindeki imkanları seferber etmekten asla geri durmayan iktidarın yaratacağı yeni imkanları da kadınlara, kadın haklarına ve kadın mücadelesine karşı kullanacağı oldukça öngörülebilirdir. İktidarın kadın düşmanı söylemlerinin pratiğe en belirgin yansıması bir gecede cumhurbaşkanının yayınladığı bir kararname ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekinildiğinin duyurulmasıdır.
Kadınların şiddetle mücadele ettiği, eşitsizliğe karşı sesini duyurduğu ve toplumsal cinsiyet eşitliği için direndiği bu dönemde, kadınların ihtiyaç duyduğu destek, yalnızca yasal düzenlemeler değil, aynı zamanda bu yasal düzenlemelerin uygulanması için kadınlarla birlikte direnen bir sivil toplum hareketidir. Kadınlar, şiddet mağduru olduklarında, adalet aramak, haklarını savunmak ya da boşanmak istediklerinde çoğu zaman aileleri ve toplumun diğer fertleri tarafından yalnız bırakılmaktadırlar. Birçok kadın, şiddet gördüğü ortamdan çıkabilmek ve yargı yoluna başvurabilmek için ciddi engellerle karşılaşmaktadır. Hem aile baskısı hem toplumsal etiketlenme, hem de yargı organlarının çoğu zaman eksik ve yavaş işleyen yapıları, şiddet mağduru kadınların adalet arayışını daha da zorlaştırmaktadır. Bu noktada, kadınların sesini duyurabileceği en önemli mekanizmalar, kadın dayanışması ağları, sivil toplum örgütleri ve hukuk aktivistleri olmaktadır.
Kadın hakları savunucuları, özellikle şiddet mağduru kadınlar için, adaleti arama süreçlerinde yalnızca yasal bir destek değil, aynı zamanda duygusal, psikolojik ve toplumsal bir dayanışma da sunmaktadır. Kadın dayanışması, şiddete uğrayan kadınların yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlarken, hukuki destek verir ve onları cesaretlendirir. Ancak, bu dayanışma ağları, bu yasa gibi baskıcı düzenlemelerle hedef alındığında, kadınların güvenliğinin ve haklarının korunması zorlaşabilir.
Etki ajanlığı yasasının, kadın hakları mücadelesi ve erkek şiddeti ile mücadeleye de zarar vereceği açıktır. Yasa, özellikle kadın hakları savunucularını, sivil toplum örgütlerini ve kadınların kendilerini ifade etme yollarını kısıtlayarak, kadınların şiddetle mücadele etmekteki en büyük güç kaynaklarını yok edebilir. Yasa teklifinin kabulü kadınların şiddetle mücadele etmesinin önündeki engellerin daha da artacağı, kadınların haklarını savunmak için gerekli olan yasal ve toplumsal zeminin daha da daralacağına ilişkin kaygıyı büyütmektedir.
Türkiye, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlara karşı taahhütleri olan bir ülkedir. Bu yasa, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelerle taahhüt ettiği ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve dernek kurma haklarına ciddi bir darbe indirmektedir. Bu nedenle, yasa teklifinin yalnızca Türkiye içindeki hukuk düzeni değil, aynı zamanda uluslararası toplumlardaki imajı açısından da geri dönülmesi güç zararlar yaratacağı aşikardır.
Hak savunucularının, sivil toplum örgütlerinin, gazeteciler ve demokratik grupların bu yasa teklifinin hem Türkiye Anayasası’na hem de uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu açıkça ifade etmeleri gerekmektedir. Bu yasanın yürürlüğe girmesi vatandaşın hak arama alanını daraltacaktır. Bu daralma toplumun en savunmasız kesimlerinin, özellikle kadınların hak arama özgürlüklerini daha da kısıtlayacak ve onları yalnızlaştıracaktır. Bu nedenle, uluslararası kuruluşlar Türkiye’ye, uluslararası yükümlülüklerini hatırlatarak bu yasa teklifinin derhal geri çekilmesi gerektiğini vurgulamalıdır.