Ciddi bir şekilde belirsizlik içeren bu düzenleme Türkiye’de ifade özgürlüğünün daha da kısıtlanmasına yol açacak ve halkın doğru bilgiye ulaşma hakkını ciddi şekilde ihlal edecektir. Basın ve ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir. Ancak yapılması planlanan düzenleme, bu temeli sarsmayı ve toplumu baskı altına almayı hedeflemektedir
15-18. yüzyıllar arası Avrupa’da cadılıkla suçlanan on binlerce kişi yakıldı ya da linçlendi. Bunların dörtte üçü kadınlardı. Çoğu yoksul ve yaşlı kadınlardı. Suçlananların, cezalandırılanların çoğunun kadın olmasının birkaç nedeni vardı: Havva’nın yasak elmayı Adem’e yedirdiği için cennetten kovulması hikayesi ve bu nedenle kadınların şeytana daha kolay inandığı inancı, hemşirelik, ebelik, aşçılık gibi şifalı bitkiler, karışımlar ve sıvılar kullanılan mesleklerle uğraşması ve erkekler sorunlarını kavga ederek çözerken kadınların öfkelerini lanet okuyarak göstermesi cadılıkla özdeşleştirildi.
18.yüzyılın sonlarına doğru cadı avı bitti. Peki bitti mi?!
Yeni dönemde artık cadı denilerek avlanmıyoruz da, casus denilerek, ajan denilerek avlanıyoruz. AKP mayıs ayında 9.yargı paketi kapsamında TCK’nın ‘devlet güvenliği ile ilgili belgeleri elinde bulundurma suçu’nu düzenleyen 339. maddesine ‘diğer faaliyetler’ başlığı ile eklenen, ‘etki ajanlığı’ denilen yasa teklifini Meclis’te sundu. Kamuoyu tepkilerinden sonra yasa teklifini geri çekti.
Geçtiğimiz haftalarda yeniden Meclis Adalet Komisyonu’nda sunulan yasa teklifi kabul edildi. Önümüzdeki günlerde Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek. Bu yasa teklifi neler getirecek ona bakalım:
- TCK’da yapılan değişiklikle casuslukla ilgili yeni bir suç ihdas edilecek.
- TCK’nın “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’’ bölümüne eklenecek maddede, “Devlet güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası verilir’’ ifadesi yer alıyor.
- Eylem, “savaş sırasında veya askeri hareketleri tehlikeye sokacak bir süreçte işlenmiş’’ ise bu ceza 8 yıldan 12 yıla kadar çıkabiliyor.
- Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması Adalet Bakanı’nın iznine bağlanıyor.
Yukarıda bahsi geçen maddeleri tek tek inceleyelim:
- Dilruba Kayserilioğlu’nu hatırlar mısınız? Hani İzmir’de bir sokak röportajı sırasında ifade özgürlüğünü kullanarak eleştiride bulunmuştu. Ardından ‘halkın bir kesimini alenen aşağılama’ suçlamasıyla tutuklanmıştı. Yargılandığı davada ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ten 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bu olayı niye hatırlattım. Münferit bir olay gibi görünebilir. Ancak artık söylediğimiz, düşündüğümüz, ifade ettiğimiz her söz artık ‘casus’luk adı altında değerlendirilebilir. Bu sözlerden yargılanabilir hatta cezalandırılabiliriz. Çünkü ‘casus’luk tanımı genişletiliyor.
- Son yıllarda medyanın tekelleşmesi, sivil toplumun kısırlaştırılması ve maddi olarak çalışmalarının engellenmeye çalışılması nedeniyle birçok kurum kaynak arayışına girdi. Bunun sonucunda proje üretme, faaliyetlerini devam ettirebilme amacıyla yurtdışı kaynaklarına yöneldi. Bu durum şöyle algılanmasın. Ya evet, bakın herkes yurtdışına çalışıyor. Hayır. Bu kurumlar devlet tarafından desteklenmediği için (sivil toplumu yok etmek adına), yine Türkiye hukuk sistemine uygun (tüm kurumlar bulundukları illerin valiliklerinde yer alan Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne yani İçişleri Bakanlığı’na bağlı) faaliyetlerini sürdürüyor. Her şey kayıtlı ve legal. Ama bu yasa ile birlikte sanki yurtdışı kaynaklarını casusluk için, ajanlık için kullanıyormuş imajı yaratılıyor. Üstüne bir de hapis cezasıyla korkutuluyor. Tüm bu kurumlar zaten ilgili kurumların denetlemesinden geçiyor.
- Bu madde çok kritik ve sorgulanması gereken bir madde. Özellikle bu madde ile gazeteciler topun ağzında. Gazetecilerin asli görevi kamuoyunu bilgilendirmek. Bu halkın haber alma hakkını talep etmesi sırasında gazeteciler doğruları yazmak zorunda. Doğrular ama kimin doğruları? Eğer devlet herhangi bir savaş sırasında kara propaganda yaparsa ve gazetecilerin kalemini kırmak isterse işte bu maddeyi öne sürerek bunu çok rahat bir şekilde yapabilecek. Bu düzenleme, gazetecilerin mesleklerini icra ederken her an ‘etki ajanı’ olarak damgalanması riski ile karşı karşıya kalacakları bir ortak yaratacak. Gazetecilerin her alanda elini kolunu bağlayan, sürekli haklarında dava açılmasına neden olan bir madde olacak. En çok gazetecilerin başı yanacak. Tam da bu nedenle basın meslek örgütleri bir basın açıklaması yaptı ve yasa teklifinin geri çekilmesini istedi.
ETKİ AJANLIĞI DÜZENLEMESİ BASIN VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE AÇIK BİR SALDIRIDIR!
Gazetecilik faaliyetlerini hukuki belirsizliklerle suç unsuru haline getirecek olan ‘etki ajanlığı’ düzenlemesi AKP iktidarı tarafından yeniden TBMM gündemine getiriliyor. Geçtiğimiz mayıs ayında 9’uncu Yargı Paketi taslağında yer alan ve tepkilerle geri çekilen bu düzenleme, şimdi farklı bir torba yasa teklifi kapsamında yeniden karşımıza çıkmıştır. Bu yasa, iktidar eleştirisini bastırmak ve gazetecilik faaliyetlerini hukuki belirsizliklerle dolu bir alan içine itmek amacıyla oluşturulmaktadır.
“Etki ajanlığı” kavramının ceza kanununa eklenmesi, basın özgürlüğünü ciddi bir tehdit altına sokan bir adım olup, “iç ve dış siyasal yararlar aleyhine”, “yabancı organizasyon” ve “savaş etkinliği” ifadelerinin getirdiği muğlaklık, bu düzenlemenin her türlü gazetecilik faaliyeti üzerinde baskı oluşturma potansiyeli taşıdığına işaret etmektedir.
Bu düzenleme, gazetecilerin mesleklerini icra ederken her an “etki ajanı” olarak damgalanma riski ile karşı karşıya kalacakları bir ortam yaratacaktır.
Ciddi bir şekilde belirsizlik içeren bu düzenleme Türkiye’de ifade özgürlüğünün daha da kısıtlanmasına yol açacak ve halkın doğru bilgiye ulaşma hakkını ciddi şekilde ihlal edecektir. Basın ve ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir. Ancak yapılması planlanan düzenleme, bu temeli sarsmayı ve toplumu baskı altına almayı hedeflemektedir.
Unutulmamalıdır ki, gazetecilik sadece bir meslek değil, aynı zamanda toplumun bilgilenmesini sağlama görevidir. İktidarın bu tür yasalarla toplumu sindirmeye çalışması, gazetecilik mesleğinin onuruna ve varlığına yapılmış açık bir saldırıdır. Aşağıda imzası bulunan Medya Dayanışma grubu üyesi basın meslek örgütleri olarak, bu saldırılara karşı duracağız ve bu yeni suç düzenlemesine karşı tüm meslektaşlarımızla birlikte güçlü bir ses çıkaracağız. Gazeteciler olarak, halkın haber alma hakkını savunmak ve gerçeği ortaya koymak adına üzerimize düşen her sorumluluğu yerine getireceğiz.
Bu nedenle, tüm meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla dayanışma içinde bu hukuk dışı yasal düzenlemeye karşı çıkacak ve kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğiz. Bizler, özgür bir basının ve ifade özgürlüğünün savunucusuyuz. Bu mücadelemizi, her koşulda sürdüreceğiz.
İmzalayanlar
Basın Konseyi, DİSK/Basın-İş, Diploması Muhabirleri Derneği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Gazeteciler Cemiyeti, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Haber-Sen, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Türkiye Gazeteciler Sendikası
4. Kovuşturma, soruşturma savcıların görevidir. Direkt olarak Adalet Bakanı’nın iznine bağlanması keyfiyete ve hukuka olan güvenin bir kez daha sarsılmasına neden olur. Etkin bir sürecin yürütüldüğüne duyulan güven azalır. Hatta yok olur.
Yasa teklifinin basın özgürlüğü ayağı var. Bir de sivil toplumun daha da sıkıştırılması ayağı. Bu nedenle 44 STK bir araya geldi ve ortak bir açıklama yaptı.
“Meşru sivil toplum faaliyetlerini suç kapsamına alıyor”
”Kamuoyunda ‘etki ajanı’ yasası olarak bilinen yasa teklifi, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ‘Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’ başlıklı yedinci bölümüne 339/A maddesiyle ‘Devletin güvenliği ve siyasal yararları aleyhine suç işleme’ başlığı altında yeni bir suç eklenmesini teklif etmektedir. Yasa teklifi, sivil toplum örgütlerinin, devlet veya devlet dışı aktörler tarafından işlenen insan hakları ihlallerini belgelemek gibi meşru faaliyetlerini suç kapsamına alma riski taşımakta ve uzun süreli hapis dahil ağır cezalar öngörmektedir. Ayrıca, bu suçların cezası, ‘savaş zamanında’ veya ‘devletin savaş hazırlığı veya askeri hareketleri’ bağlamında işlenmesi halinde ceza 8 ila 12 yıl hapis cezası olarak öngörülmektedir. İlgili suçların ‘milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde’ verilecek ceza bir kat artırılacaktır.
“Aşırı geniş, muğlak ve suistimale açık”
Yasa teklifinin mevcut halinin olası suistimallere karşı yeterli güvence veya etkili hukuk yolu içermemesinden ve hangi belirli fiillerin suç teşkil ettiğine ilişkin açık ve net kriterler getirmekte yetersiz kalmasından kaygı duymaktayız. ‘Stratejik çıkar’, ‘talimat’, ‘organizasyon’ ve ‘devletin iç veya dış siyasi yararları’ gibi kavramlar son derece geniş ve muğlaktır. Yeterince açık tanımlanmamış veya aşırı geniş kapsamlı yasalar keyfi uygulamaya veya suistimale yol açabilir ve bu nedenle devlet yetkilileri tarafından muhalif olarak görülen kişileri hedef almak veya ülkedeki insan hakları ihlallerini belgeleyen örgütler gibi sivil toplum örgütlerini kriminalize etmek için araçsallaştırılabilir. Yasa teklifi yürürlüğe girerse, sivil toplum örgütleri, gazeteciler, insan hakları savunucuları da dahil olmak üzere herkesin bilgi talep etme ve edinme hakkını da içeren ifade özgürlüğü hakkı ihlal edilme riski altına girecektir.”
“Yasa teklifi Anayasa’ya aykırı”
Yasa teklifinin, ceza hukukunun temel bir kavramı olan öngörülebilirlik ilkesini de içeren suçta ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiği, uluslararası hukuk ve standartların, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin yanı sıra Türkiye’nin Anayasası ile iç hukukuna da aykırı olduğunun vurgulandığı açıklamada, şu görüşlere yer verildi:
“Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 15. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. Maddesi ile güvence altına alınmıştır. Bu ilke aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38. Maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 2. Maddesi ile de korunmaktadır. Bu ilke gereğince yasa maddeleri, ilgili kişiler tarafından anlaşılabilir ve öngörülebilir olmalıdır; yani kişiler, hangi fiillerin veya ihmallerin onlara cezai sorumluluk yükleyeceğini ve gerçekleştirilen fiil veya ihmalden ötürü hangi cezanın uygulanacağını öngörebilmelidir.
“Faaliyetlerin kriminalize edilmesine zemin hazırlıyor”
Yasa teklifi, yürürlüğe girmesi halinde Türkiye’de insan hakları savunucuları, gazeteciler, akademisyenler ve sivil toplum örgütleri gibi pek çok grubun meşru faaliyetleri nedeniyle hedef alınmasına ve uluslararası hukuk ve standartlar uyarınca korunan faaliyetlerinin büyük bir bölümünün kriminalize edilmesine zemin hazırlayacaktır. Yasa, sivil toplum üzerinde önemli insan hakları çalışmalarını durdurmaları yönünde de caydırıcı bir etki yaratacak ve potansiyel anlamda faaliyetlerini engelleyecektir. Ayrıca yasa teklifindeki suçların yargılanması Adalet Bakanı’nın iznine tabi olduğundan yasa teklifi, yürürlüğe girmesi halinde, dava açılıp açılmayacağının belirlenmesinde olası bir siyasi müdahalenin önünü açacaktır. Bakanlık onayı gerekliliği göz önüne alındığında, savcılar ve müfettişler, siyasi muhaliflere ve/veya hükümete karşı çıktığı düşünülen sivil toplum aktörlerine karşı dava açmaları yönünde teşvik edilebilecektir.”
İmzalayanlar
17 Mayıs Derneği, Ali İsmail Korkmaz Vakfı, Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği (GALADER) , Başka Bir Okul Mümkün Derneği, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), Çağdaş Gazeteciler Derneği, DİSK Basın-İş, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Göç İzleme Derneği, Haber-Sen, Hak İnisiyatifi, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Derneği Ankara Şube LGBTİ+ Komisyonu, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, Kadın Kültür Sanat Edebiyat Derneği, Kadının İnsan Hakları Derneği, Kaos GL Derneği, Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği, Lambdaistanbul LGBTİ+ Dayanışma Derneği, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Mekanda Adalet Derneği, Özgür Renkler Derneği, Özgürlük için Hukukçular Derneği, P24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Rosa Kadın Derneği, Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği, Sosyal ve Ekonomik Yaşamda Nitelikli Değişim ve Gelişime Destek Derneği (SenDeGel), Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Üniversiteli Kuir Araştırmaları ve LGBTİ+ Dayanışma Derneği, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği, Yeşil Düşünce Derneği
STK’ların en çok üzerinde durduğu konu ‘muğlaklık’ meselesi. Detayları sadece 4 madde ile belli olan bu yasa teklifi tam bir cadı avı. Belki bu kez sadece kadınlara yönelik değil ama kadınlara etkisi ne olacak derseniz!
Zaten duyulmayan kadının sesi daha da bastırılmış olacak. Kadın dernekleri ya da örgütleri faaliyetlerinde casuslukla suçlanabilecek. Haberleri nedeniyle birçok kadın gazeteci hali hazırda tehdit alırken, bu durum ‘casus’ denilerek daha fazla yargılanmasına ya da tutuklanmasına yol açacak.
Yani toplumun tüm kesimleri susturulmaya çalışılacak. Cadı avından hala bahsedilirken bu metafor gerçeğe dönüşecek. Bunun etkileri kaç yüz yıl sürecek dersiniz?