Sahi göç nedir? Göç ne anlama gelmektedir? Yalnızca toprağından ayrılmak mıdır? Evini geride bırakıp yabancı bir yerde ‘yeniden’ yuva kurmak mıdır? İnsanın bağını, bahçesini bırakması mıdır sadece? Göçün anlamı egemenlerin ve ezilenlerin dünyasında aynı şeyi karşılayabilir mi?
*Güneşin henüz doğduğu Behdînan’da halk, telaşla bir o yana bir bu yana koşturuyor. Ferman biçilmiş, 24 saat içerisinde terk edecekler bu toprakları. Telaş gürültülüdür, hepimiz biliriz.
Çığlıkların kime ait olduğunu ayırt etmek imkansız. Kimi ağlayan, kimi ağıt yakan, kimi feryat eden onlarca kadın. O gürültünün içinde kısa aralıklarla yere çarpan bir bastonun sesi kulakları sağır ediyor. Dağa kilitlenmiş vakur bir bakışla bastonunu vuruyor önündeki taşa. Telaş ona hiç uğramamış, belli. Hiç konuşmuyor ama oturduğu iskemleden ‘Beni bu topraklardan ayıramazsınız’ diye bağırıyor adeta.
Kürdistan’da özel savaşın en çıplak hallerinden biri olan göçe zorlama, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan Kürt halkının kaderiymiş gibi dayatılıyor. Kendi toprağını varlığına kastetmiş bir devlet yüzünden bırakmak zorunda kalan kadınlar, çaresizlik duygusuyla öfkelerini bilemeye devam ediyor. Köksüzlüğün dayatıldığı kadınlar, ‘Mücadele ve direnişe, amin!’ diye haykırıyorlar sokak sokak, kent kent, ülke ülke…
Sahi göç nedir? Göç ne anlama gelmektedir? Yalnızca toprağından ayrılmak mıdır? Evini geride bırakıp yabancı bir yerde ‘yeniden’ yuva kurmak mıdır? İnsanın bağını, bahçesini bırakması mıdır sadece? Göçün anlamı egemenlerin ve ezilenlerin dünyasında aynı şeyi karşılayabilir mi?
*Savaş helikopterleri uçuyor evlerinin üzerinden bir gece vakti. Ardından korkunç sesleriyle katletmek için zırhlanmış işgal araçları son hız yolların tozunu kaldırıyor. Bir çocuğu, ürkerek eteğinin altına saklanıyor. Gün henüz aydınlanmamış, ay ışığı perdeyi aralayarak yüzüne düşüyor. Sessizce ağlıyor. Biliyor, bu topraklardan koparacaklar onu. Dönüp evine, yurduna bakıyor. Hissediyor yurtsuzluğun derin ağrısını. Bir gün bu topraklardan zorla çıkartılacaklarını söyleseler, inanmazdı. Şimdi acısıyla boğuşuyor yerinden ve yurdundan edilmenin.
Bir toprak parçasını emeğiyle işleyerek ülkeye çeviren kadınların ülkesizliğe mecbur bırakılmasıdır göç. Ülkesizlik, sadece toprak parçasından ayrılmak anlamına da gelmez. Kültürel her birikim ve yaratımın o topraklara gömülmesidir. Bir halkın yok edilmesi, yaşamdaki tüm yansımalarının üzerine beton dökülmesidir. Sanki hiç yaşamamışçasına bir halkın hafızalardan silinmesi, unutturulmasıdır ülkesizlik.
Devletin Kürdistan’ı ülke olmaktan çıkarma hedefi, özel savaş politikası kapsamında yürütülmektedir. Bir gölge gibi adeta toplumun üzerine çöken özel savaş, kendisini hakim kılabileceği alanlar aramaktadır. Bunun için de toplumsal hafızayı hedef alarak belleği çarpıtır ve toplumsal bilincin boşaltılmasını esas alır. Devlet, özel savaş taktikleriyle elbette ki halka karşı savaş ilan eder. Özel savaş, yalnızca siyasal, askeri, kültürel ve ekonomik alanlarda değil, bir bütün olarak insan ve topluma karşı yürütülmektedir. Toplumun ahlaki ve politik değerlerini ters-yüz etme temelinde bir saldırı halindedir. Zorla yerinden edilme ya da göçe zorlanma da bu özel savaş konseptinin bir parçasıdır.
*Güneş doğana kadar bekliyor yurdundan edilmenin acısıyla. Kabul edemiyor kendisine dayatılan bu onursuz yaşamı. Yüzlerce yıldır sevdiklerini gömdüğü bu toprağı terk etmek düşüncesi bir yangın gibi düşüyor içine. Kapısının önünde, hemen az ileride çocukluğunu görüyor. Gece gündüz emekle biçtiği tarlasına bakıyor. İçi sıkışıyor. Öfke taşıyor damarlarından. Bu topraklardan ‘kovulma’ fikri zihninde bir bomba gibi patlıyor.
Mekan ve hafıza ilişkisi yaşamsaldır. Türkiye’nin KDP işbirliğiyle şu anda Güney Kürdistan’da yürüttüğü bu işgal saldırıları, kadınların tüm yaşam deneyimlerini yok ederek mekan hafızalarını bir ateş hattına çevirmeyi hedefliyor. Kadın özelinde Kürt halkı, toplumsal üretim alanlarının dışına itilerek toplumsallığından parçalanmak isteniyor. Yaşam alanları, Kürt halkına ait hiçbir izin kalmadığı, devletin üzerinde kontrol sağladığı ve ‘gücünü gördüğü’ bir alana dönüştürülüyor. Biliyoruz ki devlet, toplumu zorla yerinden ederek yalnızca toplumsallığı değil, işlediği suçları da yok etmek istiyor. Geriye tek bir tanığın kalmadığı alanlarda kendisine her türlü suçu işleme alanını açmaya çalışıyor.
Kürdistan’daki varlığını yalnızca ‘soykırım ve imha’ politikalarıyla sürdürmeye çalışan Türkiye, ne acı ki işbirlikçi KDP ile kendisini korumaya çalışmaktadır. Bundandır ki bugün Behdînan bölgesinde yaşanan onca ahlaksız ve kirli oyuna perde olan KDP’nin kendisidir. Hakikati gizleme ve karartma konusunda en değme yalancıların bile eline su dökemediği KDP, Türkiye’nin Kürt halkını köksüzleştirme ve asimile etme politikalarına kalkan oluyor.
*Zihninden ortalığa saçılan her parça yeniden toprağa tutunup filizleniyor. Kararlı. Gitmeyecek. Toprağını terk etmeyecek. Nasıl direneceğim diye düşünürken kapının kenarında duvara yaslanmış annesinin bastonuna ilişiyor gözü. Annesinin Saddam zamanında bu bastonla sokaklara çıkarak direndiğini anımsıyor. Hakkari’de kayyımın gasp ettiği iradesini savunmak için sokakta bastonla direnen ana ile Rize’de HES’lere karşı bastonuyla düşman kovan anadan haberi olmaksızın usulca yerinden kalkıyor. Alıyor eline bastonunu, atıyor kapısının önüne bir iskemle. Oturuyor. ‘Saddam bile bu topraklardan beni çıkaramadı. Hadi düşman gelsin de çıkarsın beni buradan!’ diyor içinden.
Sartre, ‘İnsan özgürlüğe mahkumdur’ der. Özgürlüğü elinden alınmaya çalışılan bir halkın kendini koruması, haksızlığa karşı koyması ve bunun için örgütlenerek öz savunmasını büyütmesinden daha doğal ne olabilir? Kadınları kültürden kültüre, dilden dile sürgün eden bu vahşi devlet karşısında haykıra haykıra özünü savunmak en temel yaşam ihtiyacıdır.
Güney Kürdistanlı kadınlar, KDP’nin ihanetine karşı hakikati ve ‘xwebûn’ olmayı savunmaya devam ediyor. Kendi toprağını, yurdunu savunan her insan haklı ve meşru bir mücadelenin peşindedir. Güney Kürdistanlı kadınlar, Saddam’ın kimyasallarına boyun eğmedi, Halepçe’yi hafıza merkezine çevirdi, şehitlerine sahip çıktı. Bu, yüzyıllardır süregelen toplumsal hafızanın ürünüdür.
Kolektif hafıza geleneğinde direniş ve mücadele kadınların birbirlerine armağanıdır. Bilinç, örgütlülük, eylem ve ahlak gerçekliğiyle yoğrulan kadın direnişi, Türkiye ve işbirlikçisi KDP’yi Kürdistan’dan kovacaktır.