Direnme tek sefer ile sınırlı değildi elbette. Her üç ülkede de anneler halihazırda faşist bir iktidara karşı bir araya gelmişlerdi. Ve bu da onları iktidarın yeni hedefi haline getirmişti. Tüm baskı mekanizmalarına maruz kaldıkları halde kararlılıkla eylemlerine devam ettiler. Plaza De Mayo Anneleri Derneğinin Kurucularından Hebe De Bofaini ölümünden hemen önce yaptığı bir konuşmasında “Biz anneler, korksaydık, hiç burada bulunmazdık. Hapishanelerin en kötüsü korkudur.” demişti. Korkusuz ve direnen anne kendi tanımlamasını kendisi yapmış, kendi rolünü kendisi belirlemişti
İktidarlar bin yıllardır bireylerin en temel haklarını ihlal etme yetkileri olduğunu, bir varlık koşulu olarak gördüler. Yönetim süreçlerinde, yapabildikleri ölçüde, özellikle de toplumsal muhalefete karşı türlü araçlarla iktidarlarının varlığını dayattılar. Susturmaya çalıştılar, hapsettiler, ağır işkenceler uyguladılar ve öldürdüler.
Elli yıllık tarihi olan Hakikat Komisyonları, tam da bu noktada, ihlali yaratan ve hiçbir sorumluluk almayan iktidara karşı hesap sorma mekanizması olarak oraya çıktı. Geçmişi 1970’lerin Uganda’sına kadar uzanan bu hesaplaşma yöntemi bugünün dünyasına birçok kazanımla geldi. Arjantin, Şili, Güney Afrika ve birçok ülkede bu yöntemin farklı deneyimleri yaşandı. Ve bana kalırsa; hakikate ulaşmakta, hesaplaşmakta, belki de savaşsızlık halinin yaratımında, ulusal ya da uluslararası ceza yargılamalarına kıyasla daha etkili ve sürekli bir çözüm yöntemi olarak kullanılabilir nitelikte.
Hakikat Komisyonları’nın, tüm dünya örneklerinde birbiri ile aynı gerekçeler sonucu oluştuğunu görüyoruz. Devletler tarafından öldürülen insanların yakınları bir araya gelmesi ve faillerden hesap sorarak yakınlarının akıbetlerini öğrenmeyi talep etmesinin doğal bir sonucu olarak oluştu. Komisyonların işleyiş mekanizması; yaşanan insan hakları ihlallerini araştırmak, sebeplerini ortaya çıkarmak, sorumluları tespit etmek ve ihlalleri ortadan kaldırmak üzerine kuruluydu.
Bu kalıcı adalet mekanizmasını sağlama gücünü elinde bulunduran yöntemin ilk öncüleri de zorla kaybedilen insanların anneleriydi. Bu yazı ile aslında kendi hikayesi içinde özne olan annelerin mücadeleler tarihindeki-Hakikat Komisyonları özelinde-direngen rolüne, hiçbir etiketleme yapmadan bakmak istiyorum.
Kadının tarihsel anlatıda yerini hep “kutsal anne” kavramı ile birlikte görürüz. Annelik vasfına “ulaşmamış” kadınlar için ya hiçbir şey söylenmez ya da yan özne ve hatta yalnızca bir nesne olarak bahsedilir. Klasik tarih anlatısının erkek egemen sistemi açıklama amacında olduğunu ve bu sistem içerisinde kabul ettiği tek öznenin erkek olduğunu biliyoruz. Kadının ne savaşmakta ne de barışmakta herhangi bir rolü olmadığı kabul edilir. Ancak esas meselenin öyle olmadığını, kadınların yok sayılmaya rağmen mücadelelerini yaşamın her alanında büyüttüklerini biliyoruz.
Kadınlar, Hakikat Komisyonları’nın oluşumuna öncülük ederken dünyanın savaşlarla dolu tarihi içerisinde adaletin en hakikatli yöntemini belirlediler belki de. Sürecin ilk eylemi bir soruydu. Yakınım nerede? Bu refleksif soru, son 20 yılda “hakikat hakkı” olarak uluslararası sözleşme metinleri içerisinde yer aldı. Uluslararası yargı mekanizmalarının kararlarına dayanak oldu ve bazı ulusal yargı kararlarında da tanımlandı.
Dünyanın farklı yerlerindeki Hakikat Komisyonlarının oluşum süreçlerinin; zorunlu coğrafi farklılıklara rağmen, birbiri ile benzer olmasında mücadelelerin birbirinden aldıkları güç ve deneyimin katkısı çok büyük. Ancak bir yandan da onurlu yaşamı talep etmenin evrensel hakikatin temeli olduğunu da gösteriyor bize. Bir benzerliği daha, hakikati talep eden öznelerde görüyoruz. Kadınlarda. Annelerde.
Hakikat arayışının sembolü haline gelmiş, Türkiye’de Cumartesi Anneleri, Arjantin’de Plaza De Mayo Anneleri, Şili’de Arpillera Anneleri, kendi tarihini kendi hakikatleri ile yazan kadınlardan oluşuyor.
Arjantin
Arjantin; kurulan Hakikat Komisyonu (CENADEP) ve yayımlanan rapor (Bir Daha Asla) ile ilk önemli kazanımların sağladığı ülke oldu. Yaşanan ağır insan hakları ihlallerine karşı zorla kaybedilenlerin anneleri, çocuklarına ne olduğunu sormak için kurumlarla karşı karşıya geldiler, ancak bir yanıt alamadılar. Sayıları başlangıçta az da olsa kısa sürede çok sayıda insanı bir araya getirecek Plaza De Mayo meydanında toplanmaya karar verdiler. Cunta rejimi annelere müsaade etmemek için her türlü yolu denedi. Ancak kadınlar vazgeçmediler, “1978’de Arjantin’de yapılan Dünya Kupasını seslerini dünyaya duyurmak için bir araç olarak kullanmak istediler. “Çocuklarımızdan, torunlarımızdan, babalarımızdan haber alamıyoruz” yazılı pankartlarıyla kameraların önünden geçtiler, röportajlar verdiler. Aynı yıl eylemleri ve toplanmaları kesin olarak yasaklanınca, kiliselerde toplanmaya başladılar, yine de örgütlenmekten vazgeçmediler.” (1) Kararlı direnişleri sonucunda birçok kazanım elde ettiler ve Plaza De Mayo Anneleri olarak dünyaya örnek oldular. Hatta Komisyon çalışmaları ve sonuç raporu ile dönemin üst düzey komutanlarından bazıları yargılandı ve hüküm giydi.
Türkiye
1995 yılında Gazi Mahallesi Katliamında oğlunun gözaltına alınması ile bir daha kendisinden haber alamayan Emine Ocak’ın ve yakınlarının uzun süren mücadeleleri sonucunda, Hasan Ocak’ın işkence sonucu öldüğünü ve bedeninin kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü öğrendi. 90’larda yakınlarını bu şekilde kaybetmiş olan yine çoğunluğu kadınlardan oluşan birçok insan Galatasaray Meydan’ında bir araya gelmeye ve yakınlarının akıbetlerini sormaya başladılar. 29 yıl sonra bugün, Galatasaray Meydanı, Cumartesi Anneleri ile bütünleşmiş sembol bir eylem mekanı haline gelmiş durumda. Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi ülkenin tamamında ve hatta dünyada tanınıyor durumda.
Şili
1973 yılında Şili’de darbe ile iktidara gelen Pinochet de tıpkı diğer faşist iktidarlar gibi, toplumsal muhalefete karşı ağır insan hakları ihlalleri yaşattı. Gözaltında işkence, haksız tutuklamalar, zorla kaybetmeler… Diğer deneyimlerde olduğu gibi, kayıp anneleri çocuklarının akıbetlerini sormak için örgütlü bir mücadeleye başladılar. Şili özelinde hala sembolik bir karşılığı bulunan “arpillera” kayıp annelerinin mücadele araçlarından biri oldu. Şili’nin geleneksel nakış tekniği olan arpillera ile resimler yapmaya ve hakikat beklentilerini bu resimler üzerinden anlatmaya başladılar. Kadınların bu örgütlü tutumu Komisyonların kurulması yolunda ilk hareketti.
Her üç ülke deneyiminin de bize anlatmak istediği ortak bir şey var gibi görünüyor. Kadınlar, dünya tarihinin savaşlar zinciri içerisinde; barışa, çözüme ve adalete dair belki de en hakikatli yolu buldular. 70’lere dayanan tarihi ile, 50 yılı aşkın süre önce, yaşamın en tıkanık noktasına, savaşa ve savaşın etkilerine karşı en hakikatli yolun ne olduğunu bildiler, talep ettiler ve dünyaya etki ettiler.
Üstelik kadınlar/anneler hakikati sorarken ve hakikatte ısrar ederken kapatılmış durumdaydılar. Sokağa çıkmak, meydanlarda buluşmak ve tüm bunları yaparken hesap sormak aslında çok uzun zaman önce kadınların elinden zorla alınmıştı. Dünyayı değiştirirken güç aldıkları annelik hali bile sistemin bir sindirme aracı durumundaydı. Anne kadının, devletlerin bir gün gelip hiçbir şey söylemeden kendilerinden alacağı çocuklarına “en iyi şekilde bakabilmek” varlık koşulu haline dönüşmüş durumdaydı.
Şili’nin kayıp annelerinin yaptığı gibi, onlara biçilen evde “nakış işleme” rolü, insan hakları ihlalleri ile karşı karşıya kaldıklarında, tek başına birer özne olarak gerçekleştirdikleri politik bir tavra dönüşmüştü. Bin yıllardır çocuk bakmakla yetkilendirilen, “kutsallık” da atfedilerek bu dayatma rol üzerinde adeta bir yüce görev anlamı yükletilen ve bu görevi ifa ederken “eksik” bırakması halinde şeytanlaştırılan kadın; tüm bu dayatmalardan kurtularak anneliği ile direnişin öncüsü haline gelmişti.
Direnme tek sefer ile sınırlı değildi elbette. Her üç ülkede de anneler halihazırda faşist bir iktidara karşı bir araya gelmişlerdi. Ve bu da onları iktidarın yeni hedefi haline getirmişti. Tüm baskı mekanizmalarına maruz kaldıkları halde kararlılıkla eylemlerine devam ettiler. Plaza De Mayo Anneleri Derneğinin Kurucularından Hebe De Bofaini ölümünden hemen önce yaptığı bir konuşmasında “Biz anneler, korksaydık, hiç burada bulunmazdık. Hapishanelerin en kötüsü korkudur.” demişti. Korkusuz ve direnen anne kendi tanımlamasını kendisi yapmış, kendi rolünü kendisi belirlemişti. Türkiye’de Cumartesi Anneleri’ne karşı yapılanlardan da bildiğimiz üzere, öldürmek, hapsetmek, her seferinde gözaltına almak iktidarın faşist uygulamaları hala devam ediyor. Ancak mücadelenin kararlılıkla sürdüğünü biliyoruz.
Tüm baskı politikalarının uygulayıcısı olan erkek egemen akıl annelik kavramından bahsederken ironiktir, kutsallıktan da bahseder. Sistemin kavramsallaştırdığı “kutsal anne”nin içinde barındırdığı vasıfların kadının var olma hali ile ilgili olmadığını biliyoruz. Bir canlının dünyaya gelişinde ve bakımında bir araç olarak görülüyoruz. Diğer yandan, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin annelik rolü üzerinden devam ettirildiği de bir gerçek. Kurnaz erkek aklının bu rolü yücelterek dayatmasında bir kurgu var bile diyebiliriz. Tek bir alana kapatmak için bir görevlendirilen kadına, meşru bir zemin yaratmak için rolünün ne denli kutsal olduğundan bahsetmek…
Yaratmaya çalıştığımız şey bir kutsal kadın rolü ise, bunu önce sistemin şekillendirmeye çalıştığı sıfatlarımızı tümüyle bir kenara bırakarak yapmak zorundayız. Kadın bedeninin bir canlıyı büyütüp dünyaya getirme halinin yadsınamaz bir önemi olduğunu biliyoruz. Ancak mesele bununla sınırlı. Bu mükemmel hadise üzerinden anne olan kadına yükletilen çeşitli rolleri-üstelik de bu toplumsal alandan kadını çekip almak amacıyla yapılıyor olduğu durumda-kabul etmiyoruz.
Erkek aklının yarattığı dünya içerisinde, daha bir çocukken bile varlık savaşı vermek zorunda bırakılan, sistemin yarattığı tüm engellere rağmen, hakkı ve hakikati arama yolunda mücadelelerinden bir adım bile geri durmamış tüm anneler rollerini kendileri belirlediler. Hakikat Komisyonlarının öncülüğünü yapmış, hak mücadelesinin simgeleri haline gelmiş tüm annelerin mücadeleleri ve kadın özgürlük mücadelesi için yaşamış, kavga etmiş ve yaşamını yitirmiş olan tüm kadınların mücadeleleri bizim esas rollerimizi belirleyenler. Hakikate öncülük yapan kadınlar, varlıklarıyla her birimizin yaşamında da mücadele yolunu açıyorlar. Dayatılan rollerimizi bir kenara bırakırken direngen kadın rolünü-deneyimleri sebebi ile-tanımlayabilmemizi sağladıkları için hepsine minnet ve saygı duyuyorum.
https://marksist.net/yilmaz-seyhan/evlatlarindan-dogan-plaza-de-mayo-anneleri