Toplumsal bilincin olmadığı yerde kentsel politikaların da işlevini yitireceğini görmek gerekir. Toplumsal bilinç beraberinde demokratik, ekolojik kentleri de inşaa edecek ve bu bilinçle katılımcı bir belediyecilik anlayışını hakim kılacaktır. Ekolojikkentler sadece yeşilden oluşan, kerpiçten yapılan kentler değildir. Kendine yetebilen, yenilenebilen, üreten, dönüştüren, doğal tarihi değerleri koruyan kentlerdir. Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı mekanlar üreten bu mekanlarda sürekliliği sağlayan ve toplumu yönlendiren kent anlayışıdır
“Kent sorunsalı”
Çağımızın en büyük problemi olan “kent sorunsalı” kavramı üzerinde durmamız gerekir. Kent sorunsalı ise sanayileşme ileortaya çıkmış, kentler sanayi devrimi ile farklı bir boyuta evirilmiş ve kapitalist modernitenin yönlendirmesi ile şekillenmiştir. Kapitalist modernite “kent toplumu” olarak tanımlayabileceğimiz yeni bir toplum doğurmuş ve bu toplumun istekleri üzerine kentler büyümüş, bu toplumun doyumsuzluğu, istekleri ve konforu için ekolojik kırımlar yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir.
Modern toplumun özelliği kentleşmeden geçtiğini bilen sistem kentler üzerinde rant politikalarını uygulayıp kent içinde modern gettolar inşa etmiştir. Kent içinde güvensizlik, kaos ve “güzel”iyaratarak kenti böl parçala ve yönet mantığıyla şekillendirmiştir. “Güzel” dediğimiz kavram kapitalist modernitenin hemen hemen her alanda önümüze koyduğu, topluma empoze ettiği bir kavram haline gelmeye de başlamıştır. Daha “güzel”ine sahip olmak için bütün toplumu kendi sisteminin çarkına bağımlı kılmıştır.
Yeni kentler inşa edilmiş mevcut kentsel mekanlar ise dönüşüme uğrayıp düzenlenmiştir. Kentlerin yeniden düzenleyişi iktidar,tahakküm, sosyal kesimler arasındaki çıkar mücadelesi açısından da yeni bir sorunu ortaya koymaktadır. Özellikle son 10 yıldır Kurdistan’da kentsel dönüşüm furyaları başlamış bu kentsel dönüşüm projeleri her ne kadar fiziki bir iyileşme olarak görünse de, fiziki planlamadan çok sosyolojik yapısında bir dönüşüm gerçekleştiği, kente anlam yükleyen kent kimliği, kültürü, örgütlülüğüne bir saldırı ve soylulaştırma projeleri olarak karşımıza çıkmıştır.
Kurdistan kentlerinde son süreçlerde yozlaşma politikaları ile içi boşaltılmış kentler, turizm adı altında kimliksizleştirilip kültürel yozlaşmanın önü açılan kentler yaratılmak istenmiştir. Kent merkezlerinde yaşayan halk bu yozlaşmadan kaçmak için özel şirketler tarafından kentin dışında kurulan “uydu kent” denilenyeni yaşam alanlarına kaçmak zorunda bırakılmıştır. Bu yapılırken de, kent dışında oluşturulan alanlara göçmek “cazip” gösterilmiştir. Böylece özel mülkiyet ve hizmetin hüküm sürdüğü koloniler oluşmaktadır. Kentsel problemlerden kaçıp kırsal alanda yapılan “uydu kentlere” kaçmak çözüm getirmemektedir. Yeni kent mekanları yaratma ya da yeniden kenti inşa etmek kent-kır paylaşımından bağımsız olunca dengesizlikler de ortaya çıkmaktadır. Ekolojik bozulmalar da toplumsal bozulmanın yansımaları olmaktadır.
Peki bu kentler; kimin kenti ve kimin eliyle şekilleniyor?
Son 30 yıldır kapitalist modernite Türkiye ve Kurdistan kentlerini kendi amaçları doğrultusunda yeniden inşa etmiş belli kentleri de bu amaçlar doğrultusunda dönüştürmüştür. Toplumu dönüştürmenin yolunun bir kültürü, geçmişi ve somut tarihi yok etmekten geçtiğini bilen sistem, ilk basamak olarak kentlerden başlamıştır.
Kenti dönüştürmenin insanı dönüştürmek anlamı taşıdığı düşüncesiyle hareket edilerek, insanı yönetmenin bir yöntemi olarak kentler, insanı dönüştürme araçları haline getirilmiştir. Housman’ın Paris’te işçi isyanlarını bastırmak amacıyla oluşturduğu kent sistemi ile her ne kadar sosyal devlet anlayışı ile övgüleri hak etse de Sovyetlerin kentleşme modellerine bakıldığında farklı sistemlerde “kontrol” amacı taşıyan modeller olarak görülmektedir.
Bu temelde; yeniden inşa ve dönüşüm üç temek faktör üzerinden değerlendirilebilir:
Devletin kenti; bu kent politiktir. Devlet yönetmek, kurumlarınıngüvenliğini sağlamak amacıyla kendine göre şekillendirir vemekansal konumlanmasını yapar. Rantını ona göre seçer. Ulus-devlet oluşturulmasının en önemli mekânsal ögesi anavatan düşüncesidir. Belirli bir kimlik ve düşünceye sahip homojen bir toplumsal yapı yaratmak temel amaçtır. Devletin ekonomik yatırımlara bu kentlerde yoğunlaştırır ve devletçilik düşüncesi kamu yatırımlarını bu strateji ile belirler. Kontrol ve bütünleşme yatırımlar ile gerçekleştirilir. Bu aynı zamanda siyasal gücü ve kentler üzerinde belirli bir kontrol mekanizmanın geliştirebileceği bir şehir kurgusu da vardır. Örneğin; Ankara’nın başkent seçilmesi, kamu yatırımlarının Anadolu kentleri etrafında seçilmesi ve altyapı çalışmalarına bu kadar yatırım yapılması ulus-devlet oluşturma stratejilerinin mekânsal yansımasıdır.
Müteahhidin kenti; onlar kenti bir Pazar ve kar amaçlı olarak kamuya baskı ve rüşvetlerle tasarlarlar. Kenti şekillendirirken, mega projeleri için doğayı katlederken karı için bunu yaptığını apaçık söyler ve gizleme ihtiyacı duymaz. Yeni bir yaşam tarzı doğurur ve bunu topluma sunar. Topluma daha güzelini sunmak için kapitalist modernitenin araçlarıyla da bunun pazarlamasını yapar ve toplum içinde gelir gruplarına göre yaşam alanları oluşturur. Tehlikeler bu projeler de görülür. Şehir toplumu sorununu politik olarak ortaya koyar. Bu tarz mekânsal ayrışmalarda karşımıza ayrı ayrı yansıtılmış gruplar, etnik yapılar, yaş ve cinsiyet grupları, farklı gelir grupları, farklı meslek grupları vb. topluluklar öbek öbek kentte kendine yer seçerek ortaya çıkar.
Belediye kentleri; bu anlayışı rant belediyeciliği ve halk belediyeciliği olarak ikiye ayırabiliriz. Rant belediyeciliğinin kenti; müteahhit kentlerini ortaya çıkaran anlayış ile birdir ve müteahhitler ile ortak bir çalışma yürütür. Modernizm adı altında kentlerin kimliklerini yok ederek, betona gömen ve sosyolojik yapıyı yok eden politikalar ile kent inşa eden bir anlayıştır. Kapitalist modernitenin kendini sürdürmesi için kent dokusunu değiştirerek modern gettolar dediğimiz “site kültürü”nü doğuran ve mekanda ayrışmalar ve gruplar oluşturan anlayıştır. Bu anlayış ranttan beslenir ve kentleri kapitalist moderniteye peşkeş çeker.
Halk belediyeciliğinin kenti; ise doğrudan halkı odağına koyan, halkın ihtiyaçları doğrultusunda politikalar geliştirerek kentin kimliğini, kültürünü ve sosyolojik yapısını koruyan, tarihi mekanları dönüştüren ve ekolojik bir yaklaşım ile kentleri inşa ve dönüştüren yaklaşımdır.
Halk belediyeciliği noktasında yönümüzü Kurdistan’açevirdiğimiz de Kürt Siyasi Hareketinin 30 yılı aşkın yerel yönetimler alanında yürüttüğü mücadeleyi tarz ve yaklaşımını ele alabiliriz. Yerel yönetimler, mevcut sorunlara yönelik politika geliştirmenin yanında daha uzun vadeli demokratik görevlerini de yürütmek durumundadır. Ancak bunları yaparken, nasıl bir kent sorusuna verilecek cevap, beraberinde kent-insan, kent-toplum, kent-kültürler, kent-yaşam, kent-diller, kent-kır ilişkilerini korumak öncelikli olmalıdır.
Bu anlamda özeleştirel yaklaşacak olursak;
Ne yapılmalı?
Demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü bir kentin yaratmanın başarısının ölçüsü ve yöntemi ne olacaktır? 30 yıllık yerel yönetim politikalarımızı gerçekçi bir yaklaşım ile değerlendirirken uygulayacağımız başarı ve başarısızlık ölçüleri nelerdir?
Gerçekçi bir yaklaşım ile belediyeciliği açıklarsak eğer; bu sorunların cevabını bize kentsel mekan ve içinde yaşayan toplumun yaşam tarzı özetliyor. bu noktada yerel yönetim politikalarına eleştirel yaklaşmak ve demokratik modernite çerçevesinde demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü belediyeciliği gerçekleştirememenin özeleştirisini vermek gerekir.
Geldiğimiz noktada kent kimliğini ve ekolojik değerlerini yitirdiğimizi, kentleri merkezi yönetimin baskılarıyla ve çoğu kez kendi hukukunu dahi çiğneyen devlet uygulamalarıyla yönetmeye çalıştığımızı, paradigmayı toplumsallaştırmamakta ısrar ettiğimizi kabul etmek gerekir. Bunu kabul eden bir yerden bakmaya başladığımız zaman aslında neden örnek kentler yaratamadığımızı ve toplumu kente rant odaklı bakmaktan uzaklaştıramadığımızı da görmemiz mümkün olacaktır.
Kürt Siyasi Hareketi'nin yerel yönetimler gibi küçük bir alanda temsil edilmesine, halk ile bütünleşmesine tahammül etmeyen bu zihniyetin pratiklerini altüst edecek yöntemi de ancak halk ve kent dinamikleri ile ortak bir mücadele ile gerçekleştireceğimizi de belirtmek gerekir. Yerel yönetim politikalarının başarıları ile demokrasi mücadelesine ivme kazandıranlar olduğu gibi başarısızlıklar ile halk nezdinde demokratikleşme mücadelesine inancı zayıflatan rol da oynamaktadır. Bu nedenden kaynaklı yerel yönetimler politikalarını halk ile oluşturmalı ve tabanının istekleri doğrultusunda da yol almalıdır. Kürt siyasi hareketini diğer belediyelerden ayıran temel ölçünün ranttan uzak, demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü bir yaklaşım ile kentler inşaa ettiği ve yönettiğini vurgulamak gerekir. Sağlık, eğitim, hukuk, kadın ve gençlere yönelik politikaların en üst ölçekten sokak ölçeğine indirerek uygulamak, toplumsal bilinci oluşturmak lazım. Toplumsal bilincin olmadığı yerde kentsel politikaların da işlevini yitireceğini görmek gerekir. Toplumsal bilinç beraberinde demokratik, ekolojik kentleri de inşaa edecek ve bu bilinçle katılımcı bir belediyecilik anlayışını hakim kılacaktır. Ekolojikkentler sadece yeşilden oluşan, kerpiçten yapılan kentler değildir. Kendine yetebilen, yenilenebilen, üreten, dönüştüren, doğal tarihi değerleri koruyan kentlerdir. Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı mekanlar üreten bu mekanlarda sürekliliği sağlayan ve toplumu yönlendiren kent anlayışıdır.
Ekoloji; tarih, kültür ve insan ile vardır. Tüm bunlar birlikte kenti oluşturur. Bu nedenle kenti korumanın temel felsefesi bu 4 unsuru bir arada var edebilmektir. Toledo yapılacağı söylenen Sur’abaktığımızda tarihi ve kültürel değerleri yok edilerek insansızlaştırma politikasıyla içi boş kentsel mekanlaroluşturulmuştur. Sur’da yaşayan halkın ekonomik alışkanlıklarını görmezden gelen sistem halkı kentin çeperine sürgün etmiş, Hevsel bahçelerini de sahipsiz bırakmıştır. Sur’un tarihi kültürel dokusunun yok edilmesiyle kalmayıp aynı zamanda ekolojikolarak kentin nefesi olan Hevsel bahçeleri de tahrip edilmiştir. Mardin’in tarihi yerleşim alanlarına bakıldığında ortaya çıkan manzara da ise turizm adı altında kültürel bir yozlaşma başlamış olup, tarihi kent merkezi bir ticarethaneye dönüşmüştür. Tarihi yapıların cafe,otel ve ticaret merkezlerine dönüşmesi hem orada yaşayan insanları göçe zorlamakta hem tarihi kültürel değerlere zarar vermekte hem de turizm adı altında var olan kültürü yozlaştırmaktadır. Yukardaki iki örneğe baktığımız zaman yapılan planlamaların insan, tarih, kültür ve ekolojiden bağımsız bir şekilde tasarlamasının sonuçlarını görebiliyoruz. O zaman bizler kentleri inşaa edecek ve dönüştürecek olursak; farklı disiplinler ile kentsel değerleri göz önünde bulundurarak yapmalıyız.
Kentsel planlama;kent sosyolojisi, kent kültürü, kent hukuku, kent siyaseti, kent ekonomisi, kent tarihi ve diğer disiplinlerden bağımsız değildir.Kentsel planlama bölgesel planlama ölçeğinden en küçük ölçek olan sokak ölçeğine kadar doğru/toplumsal kararlar ile yapılmalı. Toplumsal ve ekonomik gelişmenin ağır yol aldığını düşündüğümüz böylesi ülkelerde ekolojik kentleri sürdürmenin, doğaya duyarlı kentsel politikalar izlemenin en zor yanı doğal varlıklara ve kentsel değerlere baskıyı azaltmayı öngören politikalar karşısında halk ile karşı karşıya gelme riskidir. Bu yüzden kentsel planlama yapılacaksa bölgede yaşayan halk ve kent dinamikleri ile ortak karar verme yöntemleri izlenmelidir. Her kentin, mahallenin ve sokak yapısına göre karar alma-verme aşamalarında sürece halk dahil edilmeli katılımcı bir planlama süreci izlenmelidir. Halk belediyeciliğinin inşaa ve dönüştüreceği kentin olabilmesi için demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın sözde değil özde uygulanması ve toplumsallaşması gerekmektedir.