Mevcut ulus devlet sistemi kadınlara, çocuklara, emekçilere, canlılara ve doğaya çözümü değil çözümsüzlüğü dayatmaktadır. Bu sistem içinde yasalar, hukuk, adalet, hak gibi kavramların da bir karşılığı yoktur. Tüm gücün iktidarın elinde olduğu bu düzende, iyileştirme yerine her şeyin kötüye gitmesine ortak olmak; evet bu bir tercihtir. İki seçenekten birini seçmektir. Ya korumayı ve failleri yargılamayı seçersiniz ya da tam tersi kadınları, çocukları, işçileri bu karanlığa mahkum etmeyi… Yargı ve iktidar karanlıktan yana olmayı tercih ediyor
“Türkiye’de katliama, caniliğe uyanmadığımız sabahlarımız kalmadı” dersek abartmış mı oluruz? Kesinlikle abartı değil. Her sabah bir kadın katliamı, çocuk tecavüzü, işçi ölümü ile uyanıyoruz. Ve her günümüz katledilen işçilerin, sömürülen emeklerin hakkını savunmakla geçiyor…
Biz haklarımızı, yaşamlarımızı savunmaktan şikayetçi değiliz, bizim olanı almak için her alanda her yerde sesimizi yükselteceğiz. Ancak kadınların, çocukların, gençlerin göz göre göre yok edilmeye çalışılması, ülkenin bir suç örgütü haline çevirilmesi, sadece sokakların değil evlerimizin bile artık güvenli olmaması her açıdan yoran ve düşündüren bir sürece dönüşüyor.
Düşünün: Kadınlar, gençler, çocuklar, hayvanlar… Herkes tehlikede. Hepimiz tehlikedeyiz. Evimizin içinde bile. Böyle bir ortamda hayatta kalmak artık mucize.
Sırf birine benzetildiği ya da yanlış anlama sonucu henüz geçtiğimiz günlerde gencecik bir kurye 6 suç kaydından sabıkası olan biri tarafından katledildi. Hemen arkasından asıl katledilmek istenen kişinin daha önce defalarca kez şiddete maruz kalmış, evi kurşunlanmış, katledilmeye çalışılmış ancak tüm bunlara rağmen failinin tutuklanmadığını öğrendiğimiz Sultan Dönmez’in oğluymuş. Düşünün, bu kadar suç işleyen bir erkek, elini kolunu sallayarak sokakta geziyor ve yine suç makinası olan babasının yönlendirmesiyle birini katletmeye gidiyor.
Bir çocuğa 15 kişinin tecavüz ettiği haberinin ardından, faillerin avukatının duruşmada “etek boyu ne kadardı” gibi bir sorusunu duyduk bu ülkede. Bakın, mahkeme heyeti değil bu defa, bunu soran bir avukat ve bir kadın. Bir kadın defalarca kez tecavüze uğrayan bir çocuğa etek boyunu sordu.
Babası ve üvey abisi olan iki erkek tarafından sistematik tecavüze maruz kalan bir çocuğun görülen davasında, mahkeme heyetinin failleri cezalandırmamak için her yolu denediğini ve “tecavüz sırasında görüntü kaydı yok” diyerek faillere beraat ettirdiğini ve 2 yıl sonra iki erkeğin suçlarını itiraf etmesi üzerine davanın yeniden görülmeye başlandığını okuduk. Bakın, bir mahkeme, yargı mekanizması, henüz kendini ifade etmekte bile zorlanan bir çocuğun yaşadıklarına dair videolu kanıt ya da tanık istiyor. Ne çocuğun pedagog eşliğinde alınan ifadelerini ne de doktorların verdiği raporları esas almıyor.
Aylin Pekin isimli bir kadın sistematik tacizde bulunan erkek hakkında şikayetçi oluyor ve bu erkek Aylin’i katlediyor. Şikayet üzerine fail erkeğe uygulanan ne bir gözaltı var ne de ifadeye çağırma. Akabinde de yine bir kadın yargının ve kolluğun duyarsızlığının sonucunda katlediliyor.
Sadece son 1 haftada yaşananlardan bir kaçı bu saydıklarımız. Buraya ekleyemediğimiz onlarca olay var. Haklarını savunmak için sokağa çıkanlara 10 saniyede ters kelepçe vuran kolluk, katilleri-tecavüz faillerini günlerce, haftalarca hatta senelerce yakalamıyor. Yakaladığında ise parka çay içmeye gider gibi gözaltı yapılıyor.
En başından beri kadına, çocuğa, hayvana, topluma dönük yaşanan tüm suçlarda asıl sorunun zihniyet olduğunu her yerde söylüyoruz. Erkek-kadın fark etmeksizin içe işlenmiş bu erk zihniyetten kurtulmak için tüm mücadele. İşten eve dönerken defalarca kez arkamızı kollamak zorunda olmadığımız, en yakın ve ya hiç tanımadığımız erkekler tarafından şiddetle karşı karşıya olmadığımız, sokaklarda kahkaha attığımız için hedef haline getirilmediğimiz, eteğimizin boyunun sorgulanmadığı bir yaşam için tüm çabamız. Bu çaba ve mücadele bile erkekleri koruyan eril yargı ve iktidar tarafından hedef haline getiriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, kadınları koruyan yasaların askıya alınması, “Kadın beyanı esastır” maddesinin işlevsiz bırakılması ve hedef yapılması, kadınların istihdam alanından koparılıp dört duvardan ibaret 0evlere mahkum edilmesi kadın düşmanı politikaların ürünü ve sonucudur.
Giriş-gelişme açıktır. Mevcut ulus devlet sistemi kadınlara, çocuklara, emekçilere, canlılara ve doğaya çözümü değil çözümsüzlüğü dayatmaktadır. Bu sistem içinde yasalar, hukuk, adalet, hak gibi kavramların da bir karşılığı yoktur. Tüm gücün iktidarın elinde olduğu bu düzende, iyileştirme yerine her şeyin kötüye gitmesine ortak olmak; evet bu bir tercihtir. İki seçenekten birini seçmektir. Ya korumayı ve failleri yargılamayı seçersiniz ya da tam tersi kadınları, çocukları, işçileri bu karanlığa mahkum etmeyi… Yargı ve iktidar karanlıktan yana olmayı tercih ediyor. Halkları barış içinde, güvenilir, refah düzeyini yükseltecek olan, demokratik bir zemine çekecek olan demokratik uluslaşmayı reddediyor. Ve bu ülke, sokaklar, iş yerlerimiz, bindiğimiz otobüs ve metrobüsler, hatta evlerimiz her birimiz için güvensiz hale getiriliyor.
Sonuç olarak biz, yani kadınlar, yani ilk seçeneği tercih edenler; iktidarın tüm karanlık politikalarına rağmen yaşamımızı daha güvenli hale getirmek için, demokratik bir ulus için mücadele etmeye devam ediyoruz. Bizim için ikinci seçenek yok. Tek bir seçenek etrafında kenetlendik ve bu artık bir seçenek bile değil bizim için. Yaşamak için, hayatta kalabilmek için, sokakların daha güvenli hale gelebilmesi için bu bizim için mücadele gerekçesi. Erk yaratımı ulus devleti reddediyor ve bu sisteme başkaldırıyoruz. Demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü bir ulus için yaşamın her alanında özsavunmamız ile yer alıyoruz. Bu yalnızca bir kesimin üzerine alacağı sorumluluk değil. Bu sorumluluk hepimizin.