Kadın işçiler patronların köleleştirme baskısına boyun eğmemek, erkek şiddetini alt etmek için örgütleniyor, direnişe geçiyor, kimi zaman grevleri sadece onlar yürütüyorlar. Çünkü onlar artık kendilerinden çalınan hayatın ilerleyen sahnelerini kenardan izlemek istemiyorlar. Varlıklarıyla anlam kazandırdıkları hayatın kendisini istiyorlar
Mart-Mayıs süreci coşkun bir ırmak gibi akıp gidiyor.
8 Mart'ta kadın hareketinin yaktığı ateş Newroz'da harlandı. Kürtler başta olmak üzere milyonlar sadece halayları ve rengarenk yöresel giysileriyle değil çığlık çığlığa türküleriyle “Kürt kimliği tanınsın”, “Öcalan'a özgürlük”, “Biji Berxwedana Zindanan!” sloganlarıyla 'bunun için buradayım' diye haykırdı. Meydanlardan taşan kararlı duruşlarıyla bahara ikinci büyük çentiği attılar. Şimdi sırada işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs var, ona hazırlanılıyor.
Kanıksatılan yoksulluklarımız, kimsesizliklerimiz!
Nasıl bir ülkede, yıllardır hangi koşullar altında yaşıyoruz peki?
Derinleşen kriz geniş işçi-emekçi yığınlara sadece ekonomik yıkım olarak yansımıyor, sosyal-kültürel-moral değerler de krizin bir sonucu olarak yerle bir oluyor. Bugüne kadar böbreğini, kanını satanları duyduk, iş öyle bir noktaya geldi ki, yeni doğmuş bebeklerini satışa çıkarıyor çaresizlikten artık insanlar! Öyle tüketici bir sistem ki, geniş kitleler yoksullukta, işsizlikte ve sefalette eşitlenmeye doğru yol alıyor.
“Sağlık Bakanlığı’nın 13 kişilik temizlik görevlisi kadrosuna 54 bin 633 kişi başvuru yaptı”* haberini belki de okuyup geçiyorsunuz. Aile Bakanı ne kadar alicenap olduklarını, yoksullara muazzam bir yardım yapıldığını dile getirirken “419 bin hanenin ve 17,6 milyon kişinin sosyal yardımlarla geçindiğini” ifşa ediyor, yoksullaştırma ve sadaka kültürüne biat edilmesini adeta olağanlaştırıyor, ekranlarda bedava dağıtılan ürünler için birbirini ezenleri gördüğünüzde, henüz o kalabalıktan biri olmadığınız için belki de derin bir oh çekiyorsunuz!
2023'te 315 kadının katledildiğini, bir rakamdan ibaret değil bir hayat demek olan bu sayıların 2024 Ocak'ta 27, Şubat'ta 39 olmasına artık “şaşırmıyorsunuz”!
Öyle çürümüş ve hepimizi de yavaş yavaş çürüten bir sistem ki, İliç'te bilindiği kadarıyla 9 işçi 44 gündür zehirli çamurun altında kimsenin umurunda değil! İstanbul Bağcılar'da Metin Şenay adındaki bir su satıcısı özel olarak yaptırdığı yalıtmalı odada yıllar boyunca çocukları istismar ediyor; herkes kendi derdine o kadar gömülmüş ki, kimsenin ruhu duymuyor. İşçiler madenlerde, inşaatlarda, tersanelerdeki iş cinayetlerinde tükeniyor. Mevsimlik tarım işçisi Kürtler, Suriyeli işçiler yakılarak katlediliyor. İstanbul Esenyurt'taki 5 lise inşaatında aylardır ücretleri ödenmeden çalışmak zorunda bırakılan işçiler haklarını aramak için harekete geçiyor, holding patronları, silahlı adamlarını salıyor işçilerin üzerine! Çevik Kuvvet silahlı tetikçilere değil işçilerin üzerine yürüyor. Devlet ne de olsa sermayenin devleti!
Ortalık seçim gündeminden geçilmiyor. Tıpkısının aynı vaatler, düzen partilerinin pırıltılı görünmeye çalışan pespaye adayları, “sol” görüntü verip piyasanın bütün kirli yöntemlerini kullananlar, ortalığa saçılan ses kayıtları, Nazi yargısına sığınan davalar…
Toplum proleterleşiyor, kadınlar militanlaşıyor
Bütün sömürücü sistemlerde olduğu gibi kapitalizm koşullarında kadın olmak, işçi olmak hele kadın işçi-emekçi olmak, kölece koşullarda çalışmaya, aşağılanmaya dişlerini sıkarak boyun eğmekle eşdeğer!
Evlâda hasret, 'oh' demeye hasret ömür törpüsü işlerle insanlıktan çıkmaya, isyan kıvılcımları birbirini tutuşturuyor. Hayatını eline alanların mücadelesi, geriye bakmayan, pes etmeyen cesareti diğerlerine esin kaynağı oluyor. Başka zaman bu kadar derinlemesine kazanamayacakları toplumsal bilinç sızıyor hayatlarına. Patronu da polisi-jandarmayı da türlü zor araçlarıyla devleti de keşfediyorlar. 1990’ların başında toplam çalışanların yüzde 40’ı ücretlilerden oluşmaktaydı. 2000’li yılların başında bu oran yüzde 50’ye yaklaşırken 2016’da yüzde 68’le Türkiye tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. 1990’lı yıllarda artmakta olan proleterleşme eğilimi özellikle 2000’lerde hızlandı, bu büyük bir proleterleşme dalgası yaşandığını kanıtlıyor.**
Son on yıllarda yaşanan büyük proleterleşme ve mülksüzleştirme dalgasının en çarpıcı sonuçlarından biri ücret kavramının klasik anlamını yitirmesi, asgari geçimin neredeyse tüm bir ailenin esnek-güvencesiz-yarı zamanlı işlerde çalışmasıyla mümkün hale gelir olması oldu. Artık işçi ailesinin dayandığı bir köy de yok. Türkiye'de 2021 yılında yüzde 93,2 olan il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı 2022 yılında yüzde 93,4’e tırmanmış durumda.
Bu gerçek ücretli çalışan oranlarındaki geometrik artışla da kendisini gösteriyor. Düşünsenize 1990’ların başında toplam istihdam içinde ücretli emeğin payı yüzde 36'iken, 2000'de yüzde 49’a, günümüzde ise yüzde 70’e ulaşmış durumda. Son 30 yılda ücretli emeğin istihdam içindeki payı iki kat artmış yani. 1990 yılında 7,2 milyon olan ücretli emekçi sayısı, 2022 yılında 21,8 milyona ulaşmış durumda.
Kadınlar da bu dalganın içinde. Üretimin toplumsallaşma düzeyi kadınların üretime çok daha kitlesel ölçeklerde katılmasını koşulluyor. Enflasyon, hayat pahalılığı ve yoksullaşma öyle bir noktaya varmış durumda ki, sadece kadınlar değil, çocuklar da çalışmak zorunda; hayatta kalmak için bile aile boyu çalışmak zorunda insanlar… Tabii iş bulabilirse! Mart 2024’te yayımlanan DİSK-AR raporuna göre “geniş tanımlı işsizlikte sayı 10,5 milyona ulaştı. “Türkiye’de kadın işsizliği erkeklere kıyasla oldukça yüksek seyretmeye devam ediyor” diyen DİSK-AR, Ocak 2024 itibarıyla kadınlarda mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsiz sayısının 1 milyon 419 bin ve geniş tanımlı işsiz sayısı 4 milyon 917 bine ulaştığını belirtiyor. Yani kadın işsizliği erkeklere göre yüzde 11 civarında daha fazla! Ama kadınların resmi verilere girmeyen son derece esnek-güvencesiz koşullarda şu ya da bu biçimde çalıştıklarını biliyoruz. Güvenceli, tam zamanlı işler onlara uzak!
Agrobay Seracılık'ta sendikalaştıkları için işten atılan 39 kadın işçiden biri olan Nuray, burada neden kadınların daha yoğunlukta olduğu yönündeki soruya şu yanıtı veriyordu: “Çıkıyor erkekler, dayanamıyor mesela kadınlar yapıyor. Çünkü ilkokul mezunusun bir yere gidemiyorsun. Şimdi her yerde belge istiyorlar. Hiçbir şey yok bizde. İlkokul mezunuyuz en fazla yapabileceğimiz seralara gireceksin, ameleye gideceksin en fazla bu!”
8-9 yaşından beri çalışan “her bitkinin kökünde gözyaşlarım vardı” diyen Esma giriyor söze: “Sendika üyesi oldun diye işten çıkartıyor. 'Sıkıyorsa gel sendikalı ol' der gibi!” Aile boyu işçi onun ailesi de; kızı konserve fabrikasında işçi, oğlu MESEM'de berberlik öğreniyor, çırak olarak çalışıyor. İşçinin kızı oğlu da bu kavgada pişiyor. ***
“Hayır” deme cesaretini gösteren kadınlar, grev saflarında
Hepimiz her gün tanık oluyoruz ki, kadınların hayat karşısındaki/hayata dair duruşları son on yıllardır belirgin biçimde farklılaşıyor. Bunun altını çizen “görünürlükleri”, başta erkek devlet şiddetinin hüküm sürdüğü politikalarla katledilen, neye mal olursa olsun “hayır” deme cesaretini gösteren kadınlar…
Gülhan Albayrak işte bu kadınlardan! Gülhan 17 Mart 2024'te erkek şiddetiyle katledildi. O direnişçi bir işçiydi. 2021'de 700 işçinin tek bir lavaboyu kullanmak zorunda kaldığı, uzun çalışma saatleriyle canından bezdirilen, baskı ve tacize karşı Migros Şekerpınar deposunda kötü çalışma koşulları ve işten atmalara karşı DGD-SEN'de örgütlenip mücadele etti. DGD-Sen'den sınıf kardeşleriyle birlikte 120 gün direnişte, eylemdeydi. Patron zulmüne baş eğmedi, erkek şiddetine yenildi…
Giderek büyüyen ve mücadele saflarının başat gücü haline gelen kadınlar ikinci sırada yer alıyor. Gaspedilen hakları için harekete geçen, sendikal örgütlenmeyi keşfeden, grevse grev, direnişse direniş diyen, geri dönmedikleri yürüyüşlerle yolları aşındıran bu kadınlar grevlerde başı çekiyor. Özak Tekstil işçileri öncekilerden devraldıkları meşaleyi harladılar, onları diğer kadın bölükleri izliyor: Lezita, Patiswiss, Gates… Agrobay Seracılık'ta sendikaya üye oldukları için patronların işçilerin haklarına çökmek için ahlâksızca kullandıkları Kod46 denilen hırsızlıkla suçlanarak işten atılan ve 8 aydır hakları için yolları, kentleri aşındıran Agrobay'ın kadın işçileri, “şimdi seçim zamanı gelmiş, AKP, İYİP, CHP utanmadan bizden oy istiyorlar, sizde hiç utanma yok mu?” diye soruyorlar. Cevabı baştan belli: Yok!
Elinde megafon dili döndüğünce yaşadıklarını anlatmaya çalışıyor Şehriban. “Bir kadın işçi olarak Agrobay Seracılık’ta yaşadığınız sorunlar nelerdi?” sorumuzu ise şöyle yanıtlıyor: “Ne yoktu ki… mesela en ufağından “Susun konuşmadan çalışın! O seraya patronlar gelir kimse yokmuş gibi davranır. Sanki biz robot gibi çalışmak zorundaydık. Hiç kimse birbiriyle konuşmayacak, lâf taşımayacak, taşıdığınız sürece işten çıkarılırsınız. Sürekli böyle baskılar gördük. Bunu bırak, lavaboya gitmek bile sıralıydı. Yani bunun sırası mı var? Lavaboya bile istediğimiz zaman gidemedik. Tüm bu zorlukları yaşadık. 52 derece sıcakta çalıştık. Hiçbir zaman kimsenin hakkına göz dikmedik hiçbir zaman ihanetlikle çoluk çocuğumuza ekmek götürmedik. Ama bu patron alışmış işçinin emekçinin hakkından para kazanmaya, o bizi Kod46’yla suçladı ama o bizim hakkımızı çaldı. Biz onun hiçbir şeyini çalmadık.”****
Kadın işçiler patronların köleleştirme baskısına boyun eğmemek, erkek şiddetini alt etmek için örgütleniyor, direnişe geçiyor, kimi zaman grevleri sadece onlar yürütüyorlar. Çünkü onlar artık kendilerinden çalınan hayatın ilerleyen sahnelerini kenardan izlemek istemiyorlar. Varlıklarıyla anlam kazandırdıkları hayatın kendisini istiyorlar.
(*) Urfa Postası
HYPERLINK "https://urfapostasi.com/2024/03/16/sanliurfada-13-kisilik-kadroya-54-bin-basvuru-issizlik-rekoru/"https://urfapostasi.com/2024/03/16/sanliurfada-13-kisilik-kadroya-54-bin-basvuru-issizlik-rekoru/
(**) 2000’li Yıllarda Yapısal Dönüşüm ve Emeğin Durumu, Özgür Orhangazi, Çalışma ve Toplum dergisi, 2019/1
(***) Kadın İşçi
HYPERLINK "https://www.kadinisci.org/orgutlenme-sendika/nuray/"https://www.kadinisci.org/orgutlenme-sendika/nuray/
(****) Alınteri