Örneğin 8 Martlarda feministlerin metinlerinde işçi kadınlara ne kadar vurgu yapıldığı hala daha itinayla ölçülürken, bu ölçümü yapanlar 1 Mayıslarda işçi kadınların mücadelelerine ve taleplerine sosyalist örgütlerin ve sendikaların ne kadar yer ayırdığıyla ilgilenmiyorlar
Mart ayı gelince geleneksel yıllık dünya kadınlar günü –dünya emekçi kadınlar günü tartışmaları da başlıyor. Kuşkusuz dünyada da 8 Mart’ın hangi kadınlara ve hangi siyasal harekete (sosyalist hareket-feminist hareket ve hatta liberalizm) ait bir gün olduğu konusunda farklı yaklaşımlar söz konusu. Ancak bu farklılık Türkiye’deki gibi günün adı üzerinden bir ideolojik politik saflaşma olarak ortaya çıkmıyor. Memlekette 80 öncesinde sosyalistlerin emekçi kadınlar günü diyerek kutladıkları 8 Martlar, 80 sonrasında feminist hareketin yükselişiyle, tüm dünyadaki gibi feministlerce de kutlanmaya başladığında, tartışmanın fitili de ateşlenmiş oldu. Feminist hareketin neredeyse her parçası tarafından dünyanın büyük bölümünde 8 Martların kutlanmaya başlamış olması kuşkusuz, BM’nin 8 Mart’ı “International Women’s Day” ilan etmiş olmasıyla doğrudan bağlantılı. Ancak BM’nin 8 Mart’a ilişkin bu kararı da yine kuşkusuz ikinci dalga feminist hareketin yükselişinden ve kazanımlarından bağımsız ele alınamaz. “International Women’s Day” kavramının tam Türkçe karşılığı Uluslararası ya da Enternasyonal Kadınlar Günü. Ancak 80 öncesinin ilk feministleri ve İlerici Kadınlar Derneği (ki kesişen kümeler de söz konusu olabilir)kavramı dünya kadınlar günü olarak kullanmaya başladılar. 80 sonrasında feminist hareketin dünya kadınlar günü diyerek 8 Mart’ı kutlamasına tepki olarak özellikle sosyalist hareketin [büyük bölümü] dünya emekçi kadınlar günü diye adlandırdı 8 Mart’ı.
Clara Zetkin’in 1910’da Kopenhag’da verdiği önergede dünya kadınlar günü, dünya emekçi kadınlar günü veya uluslararası kadınlar günü şeklinde bir adlandırma söz konusu değildi. Clara Zetkin’in önergesi şöyleydi:
Her ülke proletaryasının, sınıf bilinçli, siyasi ve sendikal örgütlerinin anlaşmasına göre, tüm ülkelerin Sosyalist kadınları her yıl bir günü Kadınlar Günü olarak kutlayacak. Ve öncelikli hedefleri de kadınların oy hakkını kazanmasını desteklemek olmalı. Bu talep, tüm kadın sorununun Sosyalist ilkelerle bağlantılandırılmasıyla ele alınmalıdır. Kadınlar Günü enternasyonal bir karakterde ve dikkatle örgütlenmelidir.*
Kuşkusuz kabul edilen bu önergedeki “enternasyonal karakterde” vurgusu işçilerin uluslararası birlikte mücadelesini simgeliyordu. Ancak kutlamayı yapmaya çağrılan bizzat “sosyalist kadınlar”dı, yani işçi sınıfından erkeklere yapılmış bir mücadele ve kutlama çağrısı söz konusu değildi. Ancak neden olduğu anlaşılmaz bir biçimde uzun yıllar boyunca dünya kadınlar günü diyenler sadece kadınlardan müteşekkil bir kutlama öngörürken dünya emekçi kadınlar günü diyenler ise akabinde “Kadın erkek el ele özgür günlere” diyerek, 8 Martları kadınlarla erkeklerin ortak mitinginde, eylemlerinde kutlamayı savunuyorlardı. Örneğin 8 Martlarda feministlerin metinlerinde işçi kadınlara ne kadar vurgu yapıldığı hala daha itinayla ölçülürken, bu ölçümü yapanlar 1 Mayıslarda işçi kadınların mücadelelerine ve taleplerine sosyalist örgütlerin ve sendikaların ne kadar yer ayırdığıyla ilgilenmiyorlar. 80’lerin ortasında başlayan bu tuhaf tartışma bugün 40 yıl sonra sosyal medyada sürse de artık ne sendikalar ne de sosyalist hareket nezdinde 8 Mart’ın alanlarda erkeklerin katılacağı eylemlerle kutlanması beklentisi (istisnalar dışında) söz konusu. Yani artık 8 Martlarda alanlarda “Kadın erkek el ele …” sloganını duymuyoruz. Hatta sosyalist solun, hala dünya emekçi kadınlar günü diyen kesimi açısından, feminist terminolojiye teslim olmamaya yönelik bir siyasi psikoloji nedeniyle, “emekçi” kavramının kullanılmaya devam edildiği söylenebilir!
Toplumsal muhalefetteki erkekler açısından hiç değişmeyen ise 8 Martların ardından, feministlerin yazdıkları metinlerde, taşıdıkları dövizlerde işçi sınıfından kadınların taleplerini ne kadar içerdikleri oluyor. Hangi sözün hangi eylemin 8 Mart’ın ruhuna uygun olduğuna karar verme hakkının hala daha kendilerinde olduğunu düşünen, ciddi bir erkek toplamı toplumsal muhalefet içinde gücünü maalesef koruyor. Örneğin 2019’dan beri İstanbul’daki feminist gece yürüyüşlerinde on binlerce kadın, polisin saldırılarına ve engellerine rağmen Taksim’de bir şekilde toplanmaya ve 8 Mart’ı kutlamaya devam ederken, Maltepe’de ekoloji katili doldurma alanda, resmî tatil olan izinli 1 Mayıs mitingine neden toplamda taş çatlasa yirmi bin kişinin geldiği sorgulanmıyor. (Keza neden yıllardır Taksim’e çağrı yapılmadığı da…)
Mesele esas olarak kadın işçiler açısından neyin hem feminist politikaya hem de sınıf politikasına dâhil olduğunu görmekte. Örneğin 8 Mart feminist gece yürüyüşlerinde işçi sınıfından kadınların taleplerinin içerilmesi hala kaç tane işçi- emekçi- sömürü yazan döviz olduğuyla değerlendiriliyor. Oysa Clara Zetkin’in de 8 Mart kutlamalarında oy hakkının öne çıkarılmasını önerdiği hatırlandığında, memleketin erkek toplumsal muhalefetinin Clara Zetkin’i bile her an, işçi sınıfından kadınları içermeyen bir 8 Mart önergesi vermekle suçlaması şaşırtıcı gelmeyebilir. “Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla” cümlesinin bireysel değil kolektif bir mücadeleye işaret etmenin yanı sıra, geceleri sokakları ve meydanları istemenin de kadınların evlere kapatılmaya karşı direnişini simgelediği görülmüyor. Susmuyoruz korkmuyoruz itaat etmiyoruz dediğimizde, işten atılma tehdidiyle işyerindeki cinsel tacize sessiz kalmamayı da, ölüm tehditlerine rağmen boşanma kararlılığını da, 8 Martlarda bizleri yıldırmaya çalışan erkek devletin barikatlarını yıkmanın kararlılığını da haykırıyoruz. AKP’nin aile kurumunu kadınların hapishanesi haline getirmeye çalışırken, kadınları o kapatıldıkları evlerde düşük ücretli güvencesiz parça başı işlerde çalışmaya zorladığını da söylüyoruz. Aile dışında hayat var, aileniz batsın derken AKP iktidarının aileyi kadınlar için ağırlaştırılmış müebbettin mekânı haline getirmeye çalışmasının, işçi grevlerini erteleyen, İliç’te işçileri siyanür dağlarının altında bırakan devletin diğer yüzü olduğunu vurguluyoruz aynı zamanda. Kreşlerin kapatılmasına, yaşlı bakımının fiziksel, maddi ve manevi yükünün kadınlara yüklenmesine isyan ederken, bunun erkeklerin yanı sıra devletin sosyal sorumluluklarından kaçmasının, sermayenin kârlarını artırmasını sağlama hedefinin sonucu olduğunu hatırlatıyoruz. Kadınların, çocuk ve yaşlı bakım yükleri ve ev içindeki erkeklere hizmet etmeleri sebebiyle, erkeklerin de aslında kendi hayatlarının ve bir bütün olarak işçi sınıfının emek gücünün yeniden üretimine dair herhangi bir emek harcamadıklarını, sorumluluk üstlenmediklerini hatırlatmak için, ev işini bırak dünya dursun diyoruz. Evet, emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir derken hem evdeki erkeklere hem işyerindeki patronlara hem devlete hem de bir bütün olarak patriayarakaya/kapitalist patriyarkaya sesleniyoruz.
Tarih bize [erkek] sınıf mücadelesinin yükselişinin patriyarkanın gerilemesinin garantisi olmadığını gösterdi. İkinci paylaşım savaşından sonra Avrupa’nın üçte birinin sosyalizmin egemenliğinde olması, işçi sınıfının kapitalist metropollerde de güçlenmesini sağlarken, kadınların payına aile ücreti adı altında evin esas gelir getireninin erkekler olması gerektiğinin ideolojik ve politik bombardımanı düşmüştü. Eşit işe eşit ücret de eşdeğer işe eşit ücret de, cinsiyete dayalı iş ve meslek ayrımına karşı mücadele de, ev işlerinin iş olduğu da, 70’lerdeki feminist mücadele ile kadınların ve nihayetinde sınıf hareketinin gündemine girdi.
Bu toplam içinde işçi sınıfından kadınların, kapitalizm karşısındaki konumlarının patriyarkanın/ erkek egemenliğinin kadınların hayatındaki, yukarıda sayılan tezahürlerinden bağımsız şekillenmediğini öne çıkaran, yegâne kolektif siyasal özne feminist hareket. İşçi sınıfından kadınların sınıf mücadelesinin daha güçlü ve etkili parçası olmasının ancak feminist mücadelenin sınıf mücadelesini de dönüştürmesiyle mümkün olduğunu gösteriyor feminist hareket ve özellikle 8 Martlar. Bu yüzden sınıf mücadelesinin yükselişi, kadınlar işçi sınıfına dâhil olabildiklerinde patriyarkanın gücünü kıramıyorsa, patriyarkanın bizzat hedef alınacağı bir feminist mücadelenin bunu değiştirme şansı var görmek gerekiyor. Ama feminist mücadele her daim kuşkusuz, “ar değiliz mal değiliz zar değiliz feministiz biz”, “jin jiyan azadî”, “trans kadınlar kadındır”, “dolapta zıkkımın kökü sokakta isyan var”da demektir.
* Clara Zetkin, Seçme Yazılar, Notabene Yayınevi, sf 147