Bu yazı aslında bütün hayatlarını mücadeleye vermiş, kendini adamış insanların yakınları olan direniş kadınlarına ithafendir
Bu sözü uzun yıllardır duyuyor ve biliyoruz. Ama sözün derinliğine indiğimizde sömürülen halk gerçekliği iliklerimize kadar işliyor. Sahi neydi sömürü?
Her geçen gün artan şiddetle çalınan hayatlar mı yoksa çocuklarının kemiklerine hasret annelerin dinmeyen gözyaşı mı? Hepsi diyebiliriz belki de.
8 Mart’a yaklaşırken tam da bugünlerin değer ve önemini atfederken, Kürt kadını gerçekliğini görmek gerek. Bu kadınlar ki; eşleri, çocukları, kardeşleri… zindanlarda tutsak edilmiş kadınlar. Her daim bu direniş timsali kadınlara dokunduğumuzda sarf ettikleri sözleri duyarız. Peki ya hayatları ve ne düşündükleri… hiç bunları duyma imkânımız oldu mu? Evet ama cılız.
Bu yüzden bu yazı aslında bütün hayatlarını mücadeleye vermiş, kendini adamış insanların yakınları olan direniş kadınlarına ithafendir. Birçok anneye temasım oldu şu bir yıllık süre zarfında. Öyle ki umutları, hayalleri ve duyguları o kadar yoğun ki ilk o an tek hissettiğim onunla empati kurmak oluyor. Dimdik karşında duruyor Ana. Görüyorsun ama anlatmaya başlayınca dolu dolu dinliyorsun hikayesini. Diyorsun ki meğer ne çok biriktirmiş heybesinde. Yüzlerce kadından biri olan Refika Ana…
iki oğlunu çatışmalarda yitirmiş, kendisi 2 yıl zindan yatmış, bir oğlu müebbet. Hiç tereddüt etmeden “keşke o değil ben kalsaydım zindanda” diyor. Oğlu için “ona gözümün önünde işkence ettiklerinde dahi başımı eğmedim. Çünkü biz utanılacak bir şey yapmadık” diyordu. Sözler aklımın içinde yankılanırken, karşımda sözlerini, ne kadar iradesine sahip söylediğini görüyorum. “Zor koşullarda büyüttüğüm çocuklarımdan yalnızca bir oğlum kaldı yanımda” diyor. İçin acı acı yanarken Kürdistan gerçekliğini hatırlıyorsun- hatırlıyoruz. Refika Ana yüzlerce örnekten sadece biri. Dedik ya çocuklarının kemiklerine hasret göçüp giden analar gördük bu topraklarda. Duygu dünyaları birer volkan misali; ateşi güçlü tutuyor dert birikmiş bedenlerde. O ateş ki, şu zorlu geçen süreçlerde dahi en önde yürümeye engel olmuyor onlar için. Adına “Adalet Nöbeti” diyorlar.
Ağır ağır ama her gün çocuklarına ve bu halka uygulanan tecrit son bulsun diye yolunu tuttukları nöbet yerlerine gidiyorlar. Bu yaştan sonra daha neler göreceğiz dedikten sonra dahi birçok saldırıya maruz kalıyorlar. Ama dillerinden düşmeyen ve Kürdistan- Türkiye toplumunun hasretini çektiği “barış” kelimesi oluyor. “Kana bulanmış bu toprakları ancak barış temizler kızım” diyor ve ekliyor “bizim başka şansımız yok” diyor. O gerçeğe düşüyor aklım. Birbirimize bakıp düşünüyoruz bu hakikati. Öyle ki duygu dünyamızda çoğalıp aynı kaderlerin derinliğini hissediyoruz. Durup kızıyor bazen hayıflanırcasına; “neden birlik olmamız bu kadar zor. Hiçbir ananın evladı ağlamasın dediğimiz için nelere maruz kalıyoruz. Bir bilseler ne kadar güzeldir barış: “İşte o zaman birlik ve bütünlüğün bize neler katacağını görecek tüm toplum” diyor. Düşünüyorum; bu kadar çok acı yaşamış, her türlü şiddetin denenmeye devam ettiği bir toplumun öncülüğünü üstleniyor bu kadınlar hem de korkmadan.
Evet en önemli sözümüz “korkmadan”. ‘Bu saatten sonra kaybedecek neyimiz kaldı ki’ diyen Refika Ana’nın sözü üstüne. Onların sesine ses olmak, yüreklerinde evlatları- eşleri yani bir bütün yakınları için yanan ateşe su serpmektir bize kalan. Evet ikna oluyor insan. Bizim korkmadan sözünü haykırmak için kaybedecek neyimiz var. Daha fazla mücadele ve direniş dışında. Ondandır ki bize düşen sorumluluk, zindanlara ses olma bilincini yükselteceğimiz bir yıl olması. Tecridin tüm toplumu hapsettiği şu zamanlarda “korkmadan” direnmek kalıyor Kürde. Analarımızın yüzüne daha dirençli daha onurlu bakmak için elimizi taşın altına koymak ve dönemin ruhuna cevap olmaktan başka… Baharın gelişiyle birlikte analara bir sözümüz olsun! Biz bu ülkenin evlatlarına sahip çıkacağız, özgürlüklerine halay çekeceğiz diye!