İnce belli kadın, zayıf kadın, hokka burunlu kadın, sivilcesiz bir yüzü olan kadın… AKP'nin 'makul kadın' tanımlamasının yanı sıra kapitalizminde 'makul güzellikte kadın' baskısıyla karşı karşıya kadınlar. Bu en çok da fenomenler aracılığıyla ya da televizyonla karşımıza çıkıyor. Peki böyle mi olmalıyız?
Estetik kaygılarımız nereden geliyor? Neden fiziki olarak belirli kalıplar içinde olmanın "normal" olduğunu düşünüyor ve bazen sağlığımız için gerekmiyor olsa dahi kendimizi buna uymaya zorluyoruz? Ya da şöyle soralım, toplumun kabul gördüğü güzellik anlayışını belirleyen şey ile ona dahil olmadığımız için bizi "güzel" ve "kabul görülen" olmadığımıza ikna eden şey ne?
Standart kadın boyu, kilosu, biçimi, şekli… Kadınlar artık biçimsel olarak da ciddi bir saldırı altında. Örneğin "standart beden" denilen olgu son yıllarda mağazaların da vazgeçilmezi. Bu "standart beden" denilen şey ise S ve M bedenleri baz alınarak yapılıyor. Üstelik büyük bedenlerdeki fiyat artışları da enteresan boyutlara ulaştı. Çünkü kapitalizm "Ben sana bu ürünü daha fazla kumaş harcayarak yapıyorum o yüzden daha fazla ücret ödemek zorundasın" diyor.
Geçmiş yıllarda "Hollywood güzelliği" diye lanse edilen o kavram şimdi de kapitalizm eliyle kapımızı çalıyor. İnce bir bel, bacak ve bacak boyu, meme boyutu, burun, çene, kilo… Hepsi artık kapitalizmin dayattığı ölçülerde olmalı. Kapitalizm o kadar iyi bir şekilde "en iyisi" diye sunuyor ki bu kavramları artık gündemimizde güneş kremleri, yüz temizleme jelleri, asitler, vitaminler var.
İktidarın yarattığı "makul kadın" yanında şimdi bir de "olması gereken güzellikte kadın" anlayışı önce sanal medya fenomenleriyle, sonra reklamlarla, dizi ve filmlerde karşımızda duruyor. Hepsi kadınların biçimsel olarak nasıl olması gerektiğini dayatıyor ve belirli bir güzellik kalıbı içine sıkıştırmak istiyor.
Geçtiğimiz günlerde televizyonda kanalları tararken karşıma Fox Tv'de "Şahane Hayatım" isimli bir dizinin ilk bölümü çıktı. Bu dizi izledikçe benim açımdan fazlasıyla ilginç hale geldi.
Oldukça zengin, lüks içinde bir hayatı olan, ona çok aşık bir eşi ve çocukları olan mutlu bir kadın görüyoruz. Bu kadın çevresinde de öyle ilgi çekici halde ki girdiği ortamlarda insanları varlığıyla büyülüyor. Türlü flashbacklar (zamanda geriye dönüş) sayesinde bu kadının eşiyle nasıl tanıştığını, eşinin annesiyle nasıl çekişmeli bir iletişimi olduğunu da görüyoruz. Ancak asıl olay bu kadının çocukluğunda.
Dizinin bir sahnesinde çocukluğuna gittiğimiz bu kadının annesiyle yaşadığı diyalogu görüyoruz. Aynanın karşısında makyaj yapan ve oldukça güzel olan bu anne çocuğuna "ıyyy bıyıkların var" diyor. Anlıyoruz ki ailesinden başlayan bu zorbalık hayatının temel taşı olmuş. Sonra bu çocuk büyüyor ve oldukça zeki bir çocuk olduğu için burslu olarak iyi bir kolejde liseye gidiyor.
Zeki ama oldukça "çirkin" göstermek istiyorlar bu çocuğu. Çocukluğunda bıyıkları var, ergenliğinde ise yüzünde onlarca sivilce, saçlar genel olarak kirli ve bu çocuk aynı zamanda standart olarak belirlenen kilonun üstünde gösteriliyor. Yaşadığı mahallede erkekler onun görünüşüyle dalga geçiyor, aşağılıyor ve hatta şiddet uyguluyor.
Tüm bunların ardından bu çocuk, hayatının kurtuluşunu "güzel" olmakta görüyor. Güzel olmadığı için sınıf atlayamayacağını düşünüyor. Peki ne yapıyor? Para kazanarak türlü türlü operasyonlardan geçiyor. Bu dizinin zorbalıkla vermiş olduğu mesaj kapitalizmin vermiş olduğu mesajla aynı. Kabul görülmek istiyorsan daha güzel olmalısın anlayışını gözümüze gözümüze sokuyorlar.
Şöyle düşünelim. Bu diziyi izleyen 14-25 yaş aralığındaki kız çocukları ve kadınlarda "güzel olmalıyız" anlayışı oluşmuyor mudur? Çünkü bu dizi bir kadının ancak belirlenen kalıplarda olması durumunda "makul" ve "kabul edilen" olduğunu gösteriyor.
Maalesef burada bitmiyor. Estetik operasyonlar yapan bu kız çocuğu sınıf atlamak için zengin bir eş bulmak istiyor. Kadını, kadın bedenini aşağılamak için senaryoda olması gereken her şey var. Hayatı boyunca görünüşü nedeniyle zorbalığa uğrayan bu kadın "güzelleştikten" sonra zengin bir eş de buluyor kendisine.
İktidar ve kapitalizm ortaklığıyla kadının kaç çocuk doğuracağına, nasıl giyineceğine, nasıl yürüyeceğine, ne iş yapacağına, şekline, biçimine karışılıyor. Sanki bahsi geçen "kadınlar" bir oyun hamuruymuş gibi. Bu ve buna benzer diziler, sanal medya fenomenleri aracılığıyla bu algı gün geçtikçe büyüyor. Şimdi gündemimizin çok içinde olan "bodyshamming" kavramı adeta vücut buluyor. İnsanlar birbirlerini görüşü nedeniyle aşağılayabiliyor ve bunda hiçbir beis görmüyor. Çünkü medya araçları da bunu o çocuklara empoze ediyor. Bir yandan zorbalığın kötü bir şey olduğunu anlatan bu dizi, kadını da buna karşı mücadele eden boyutuyla değil, buna boyun eğen bir boyutta ele alıyor.
Ancak biz kadınlar, kanatlarımızı istediğimiz alanda ve istediğimiz yükseklikte açabilir, tüm bunlara da mücadele ederek yanıt verebiliriz. Çözüm hep var. Çözüm bu anlayışa karşı savaşmak.