Sonuç olarak Kemalizm hakları "vermemişti", yeni sınıflar ve toplumsal güçler ittifakının/mücadelesinin gereklerine uygun olarak, feminist mücadelenin gücü ve basıncıyla, önce Medeni Kanun’u uyarlamış sonra da oy hakkını teslim etmişti
Cumhuriyet’in 1923’teki kuruluşundan sonra 1924’teki Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve yine 1924’te Hilafet’in ve Şer’iye Mahkemeleri’nin kapatılması ile birlikte toplumsal hayatın sekülerleşmesi için gerekli yasal zemin oluşturuldu. 1926’da da İsviçre’den örnek alınan Medeni Kanun’un çıkması ile kadınlar miras, boşanma ve velayet hakkına kavuşurken özel alan/aile hukukunun sekülerleşmesi tamamlandı. 1924’te adım adım inşa edilen “laikliği” takip eden bu yasal dönüşüm süreçleri neredeyse yüzyıldır kadınların Medeni Kanun bağlamında kazandığı hakların laikliğin bir uzantısı olarak ele alınmasına neden olan modernist bir yorumu egemen kıldı.
Osmanlı’nın, geç kapitalistleşen ülkelerde sınıflar mücadelesinin aydınlar-bürokrasi-ordu öncülüğünde inşa edilen burjuva devrimleriyle sonuçlanmasının bir örneği olduğu düşünüldüğünde, 1923’ü bir kopuş olarak değil 1908’in sınıfsal, ulusal ve cinsiyete dayalı ittifaklarının/bileşenlerinin değiştiği bir aşama olarak ele almak anlamlı olur.
Nezihe Muhiddin’in de Kadın Yolu dergisinde Medeni Kanun’un kabul edilmesinden bir yıl önce, 1925’te yazdığı makalelerde, 10 Temmuz İnkılabı diye andığı 1908’deki meşrutiyet ilanıyla 1923 arasındaki ilişkiyi, bir kopuş olarak değil bir süreklilik olarak değerlendirirkeni 1908’in başlattığını Cumhuriyet’in bir niteliksel sıçramayla tamamladığını, söylediğini görüyoruz.
1908 ve feminist hareket
1908 ile birlikte Osmanlı’da da feminist hareketin dergiler, gazeteler ve dernekler aracılığıyla benzer taleplerle örgütlenmeye başladığını görüyoruz. Kadınların meşrutiyet sonrası dönemde toplum içinde nasıl bir rol üstlenecekleri bizzat 1908’i gerçekleştiren Jön Türkler’in de öncelikli gündemlerindendi. Hemen 1908’de Selanik’te Kadınii dergisi İttihatçı kadrolar tarafından yayımlanmaya başlamıştı. İttihat Terakki’nin bir “Kadınlar Şubesi” vardı ve burada çalışmalara öncülük eden İttihat Terakki’de de aktif olan isimlerden biri olan Emine Semiye Hanım, gayrimüslim kadın vatandaşların sahip oldukları haklara “İslam kadınlarının” da sahip olması için mücadele ettiklerini söylüyordu.iii
Batı’dakine benzer biçimde kadınların ücretli emek gücünün asli bileşeni haline gelmesi özellikle 1900’lerden itibaren yaygınlaştı. Halide Edip tarafından 1908’de kurulan Teali-i Nisvan Cemiyeti, Müslüman kadınların çarşaf giyerek erkeklerle bir arada çalışmalarını mümkün kılarken okuma yazma kursları açmış ve kadınların eğitimini desteklemişti. 1908 sonrasında kadınların işçi sınıfına katılımının hızlanmasıyla birlikte yükselişe geçen feminist hareketin, nitelikli mesleklerde işgücüne katılma ve yükseköğrenim görme talebi de tıpkı Batı’daki feminist hareketteki gibi gündeme geliyordu. Meşrutiyet döneminde kadınların yaygın olarak çalıştığı iş kolları ve meslekler dokumacılık, hasta bakıcılık, sofracılık, terzilik, bohçacılık ve hizmetçilikti. Selanik’te, Bursa’da ve başka yerlerde fabrikalarda çalışan çok sayıda kadının, erkeklerin yaklaşık üçte biri kadar ücret aldıkları için tercih edildiklerini görüyoruz. Halı ve ipek dokumacılığı kadın işçilerin en yoğun çalıştığı sanayi kollarıydı. Rum ve Ermeni kadın işçilerin ağırlıkta olduğu bu sanayi kollarının yanı sıra tütün işletmelerinde de yine Rum, Musevi ve Bulgar kadın işçilerin oranının erkeklerden yüksek olduğu görülüyordu. 1900’lü yıllara kadar Müslüman kadınların bu fabrikalarda ve işliklerde çalışmasına izin verilmezken 20. yüzyıl ile birlikte, özellikle Balkan savaşlarından sonra, Müslüman kadınların da yoğun biçimde fabrikalarda çalışmaya başlayarak işçi sınıfına dâhil oldukları görülüyor.iv 1916’da bizzat Enver Paşa’nın himayesinde kurulan Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i Himayesi ise birinci paylaşım savaşı esnasında erkeklerin yokluğunda ihtiyaç duyulan iş gücünü Müslüman kadınlarla karşılamak için kurulan bir örgüttü (Kadınlar Dünyası’nda bu cemiyetin bütün yöneticilerinin erkek olması eleştirilmişti).
1908 ile birlikte esmeye başlayan siyasal çoğulculuk rüzgârları hem ulusal hem de sınıfsal mücadele açısından en örgütlü kesim olan Ermeni toplumunda da yeni döneme ilişkin, özellikle ulusal haklar bağlamında umutları yükseltirken, Ermeni kadın hareketinin de hem Ermeni toplumu içinde hem de genel olarak Osmanlı’ya ilişkin beklentilerinin olduğunu görüyoruz. Birinci paylaşım savaşı ve 1915 soykırımı sonrasında da Ermeni kadınlar örgütlülüklerini korumak amacıyla yayın çıkarıyor ve Osmanlı’da ilk kez kendini doğrudan feminist olarak tanımlayan Hay Gin (Ermeni Kadın) yayımlanmaya başlıyor.
Rum kadınlar açısından da kadınların toplumsal siyasal alanda kendilerini temsil etme süreçleri esas olarak yayınlar aracılığıyla gerçekleşiyordu. Dünyanın ikinci kadın dergisi Kypseli (Petek) Osmanlı’daki Rum kadınlar tarafından 1845’te yayımlanmaya başlamıştı.v 1870-1873 arasında yayımlanan Evridiki, dünyadaki ve Osmanlı’daki değişimlerin, modernleşme sürecinin etkisinin görüldüğü bir yayındı. vi
17 Aralık 1918’de İstanbul’da kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti ve 7 Kasım 1918’de yayımlanmaya başlayan Jîn (Yaşam) dergisinin yarattığı ulusal/toplumsal hareketlenme, paylaşım savaşı öncesinde Kadınlar Dünyası dergisi ve Müdaafa-i Hukuku Nisvan Cemiyeti’nde faaliyet gösteren kimi Kürt kadınlarının da içinde yer aldığı, Kürt Kadınları Teali Cemiyeti’nin kurulmasıyla sonuçlandı.vii 1919’de kurulan Kürt Kadınları Teali Cemiyeti de paylaşım savaşı sonrasında yükselen ulusal hareketlerin bir yansıması olarak Kürt kadını kimliğiyle örgütlü siyasal mücadelenin bir parçası olmuştu.
Yine 1919 yılında Çerkez kadınların da örgütlenmeye başladıkları, Çerkez Kadınları Teavun Cemiyeti’ni kurdukları, 1920’den itibaren yayımlamaya başladıkları Diyane isimli dergide Çerkez sosyal yaşamı içinde kadınların durumunu tartışmaya başladıkları görülüyor.viii
1913’te yayımlanmaya başlayan Kadınlar Dünyası ise Osmanlı’da kadınlar tarafından yönetici ve yazar kadrosunun sadece kadınlardan oluştuğu, gerçek anlamda ayrı örgütlenmenin temellerini atan, Müslüman kadınlarca çıkarılan ilk feminist yayındı denilebilir. Yine aynı dergi kadrosu Osmanlı Müdaafa-i Hukuku Nisvan Cemiyeti isimli feminist derneği kurmuştu.
Kadınlar Dünyası’nın gündemlerine baktığımızda öne çıkan başlıklar olarak erkeklerden bağımsızlığı, eğitim ve çalışma hakkının genişletilmesi taleplerini, oy hakkı mücadelesini, kadın giyimine/bedenine yönelik erkek müdahalelerine direnişi, Avrupalı ve Amerikalı kadınların sahip oldukları hakların örnek gösterilmesini görüyoruz. En başından itibaren esas olarak kendisini Batı’daki feminist hareket ile ilişkilendiren Kadınlar Dünyası süfrajetlere yönelik yazdıklarıyla sadece toplumsal haklar için değil siyasal haklar için de mücadele ettiklerini ortaya koyuyor.
1919’dan 1930’lara savaş, Cumhuriyet ve kadınlar
1918’de birinci paylaşım savaşının bitiminin ardından yukarıda bahsedildiği üzere Kürt, Ermeni, Çerkez ve Türk kadınların dernekler ve yayınlar aracılığıyla örgütlenmeleri başlamıştı/sürmekteydi. Hayganuş Mark yayımladığı Hay Gin dergisinde Ermeni kadınların Ermeni milletinin idari komisyonlarına alınmasını talep eder. Ve bu mücadele bir süre sonra Cemaat Merkezi Yönetimi’nin Eğitim Komisyonu’nda iki kadına yer ayırmasıyla sonuçlanır.ix 1921’de Kadınlar Dünyası da artık oy hakkı talebinde bulunduğunu sayfalarında belirtirken 1908’den 1921’e savaşlar ve siyasal çalkantılar içinde kendini inşa eden burjuva devrimi kapsamında, kadınların/feministlerin mücadelesini verdiği toplumsal dönüşüm için siyasal haklar talebinin öne çıkması, Batı’daki feminist hareket ile mücadelenin paralelliğinin ve iletişimin de göstergesiydi.
Diğer yandan resmi tarih anlatısı “milli mücadele” yıllarını cepheye kağnı ile silah taşıyan köylü kadınlar ve Halide Edip’in konuşma yaptığı Sultanahmet mitingiyle sınırlandırırken, Kemalist hareketin temellerini atan “milli mücadeledeki” kadınların siyasal etkinliklerini de görünmezleştirir. Oysa ilerleyen yıllarda Türk Kadınlar Birliği’nin kurucularından biri olan, 1925-27 arsında yayımlanan Kadın Yolu dergisinde de yazarlık yapan Şukufe Nihal de “milli mücadele” sürecinde aktif olan kadınlardandı ve 30 Mayıs’taki ikinci Sultanahmet mitinginde konuşma da yapmıştı. Sivas Kongresi’nin ardından yine Sivas’ta Kasım 1919’da Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kurulmuştu. Bu yıllarda siyasal ve askeri mücadeleye katılan kadınlar çok doğal olarak Cumhuriyet sonrasında sessizce evlerine dönmüyor, siyasal ve toplumsal hayatta hak talep ediyor ve Cumhuriyet iktidarına baskı yapıyorlardı.x
Farklı siyasal kesimlerden kadınların mücadeleleri ve talepleri de yükseliyordu. 1920’de Bakü’de toplanan Birinci Doğu Halkları Kongresi’nde konuşan Naciye Hanım da tam eşitlik, çok eşliliğin kaldırılması, mesleki eğitim ve kadın komitelerinin kurulması taleplerini dillendiriyordu. O yıllarda, özellikle Çarlık Rusya’sında devrimi gerçekleştiren Bolşeviklerin kadınlara ilişkin politikaları tüm ülkelerdeki kadınlarca takip edilirken 1921 yılında Türkiye Komünist Fırkası tarafından ilk kez 8 Mart kutlanmıştı.
1923 yılı Haziran ayında Kadınlar Halk Fırkası kurulduğunda Halk Fırkası henüz Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını taşıyordu (9 Eylül 1923’te Halk Fırkası adını aldı). Genel başkanının Nezihe Muhiddin, genel sekreterinin ise Şukufe Nihal olduğu Kadınlar Halk Fırkası’nın siyasi hedeflerini Nezihe Muhiddin şöyle ifade eder:
…Amacımız Türkiye’de kadın ve erkeğin toplumsal, ekonomik ve siyasal eşitliğidir. İlk sağlamak istediğimiz kamu yaşamına katılımın hareket noktası olarak, kadınlara oy hakkıdır. Biz seçme ve seçilme hakkı istiyoruz.xi
Ancak partinin kuruluş çalışmaları sekteye uğratılır, izin verilmez ve 7 Şubat 1924’te Türk Kadınlar Birliği kurulur. Kadınlar Halk Fırkası’nın tüzüğündeki oy hakkı dâhil siyasal hedefleri tüzüğüne al(a)mamıştır.
1920’lerde Hayganuş Mark Hay Gin’i çıkarırken Türk Kadınlar Birliği’nin örgütlenmesini ve kazanımlarını destekleyen yazılar yazar.xiiOy hakkından kadınların toplumsal ve siyasal yaşama katılımına kadar birçok konuda feminizmden aldıkları feyz ile ortak düşünen bu feministlerin, Cumhuriyet sonrası dönemde yan yana gelmelerinin mümkün olmadığını görüyoruz. Cumhuriyet’in üzerine inşa edildiği Türk ulus devlet kimliği Ermeni kadınlarla, özellikle Cumhuriyet sonrasında kimliklerini tanımlarken “Türk” vurgusunu öne çıkaran Türk feministleri üzerinde, belirleyici bir baskı oluşturmuş görünüyor. 1908’in İslam kadını vurgusunun yerini 1923’te Türk kadını vurgusu almıştı.
Kadınların savaş sürecinde işçi sınıfına katılım hızlarının artması, Batı’daki gibi erkeklerin savaşta ölmesi sebebiyle çok sayıda ailede evi geçindirenin kadınlar olması, paylaşım savaşı öncesinde Ermeni ve Rum kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı sanayi dallarında Müslüman kadınların istihdamının artması, kadınların hukuken “özgür emek” haline gelerek işçi sınıfına katılımlarının, önünü açmayı gerektiriyordu. 1927’de çıkarılan Sanayi Teşvik Kanunu ile birlikte düşünüldüğünde, 1926’daki Medeni Kanun, savaşlarda yığınsal ve nitelikli iş gücünün büyük oranda kaybedildiği bir ülkede, düşük ücretli ve örgütsüz çalıştırması daha kolay olan kadınları, ücretli emek gücünü çekebilmek için de atılan önemli adımlardan biri olarak değerlendirilebilir.
Cumhuriyet patriyarka devlet ilişkisi
Cumhuriyet, kadınların siyasi ve medeni haklarını teslim etmek zorunda kalırken işçi sınıfı ve Kürt halkı açısından baskı ve şiddet politikalarının devamını hem iktidarının devamı hem de iktidarda temsil edilen sınıfsal ittifakın ihtiyaçları açısından elzem gördü. Kürt isyanlarının ağır şiddet ile bastırılmasının ardından Kürt egemen sınıflarıyla sömürgeciliğe boyun eğme şartıyla uzlaşmayı sağladı. Bunun kadınlar için anlamı Cumhuriyet sınırları içinde farklı yerlerde resmi olarak çok hukukluluk söz konusu olmasa da fiilen çok hukukluluğun egemen olmasıydı. Kürdistan egemen sınıfları, toprak ağalarıyla yaptığı ittifak ile sömürgeci hegemonyayı sabit kılmaya çalışırken Cumhuriyet’in sınıfsal temelleri [kuşkusuz Kürdistan’la sınırlı olmayan] bir toprak ağaları-burjuvazi (ticaret burjuvazisi ve yaratılmaya/güçlendirilmeye çalışılan sanayi burjuvazisi) ittifakı üzerinde yükseldi. Bunun Kürdistan için anlamı toprak ağalarının siyasi ve iktisadi egemenliklerinin korunması, hukuken var olan yurttaşlık haklarının fiiliyatta gasp edilmesiyle, sömürgeciliğin baki kılınması oluyordu. Kadınlar için anlamı ise patriyarkanın, Kandiyoti’nin deyimiyle “klasik patriyarka”xiii olarak devam ederken Medeni Kanun’un evlilik yaşı, boşanma, miras vd. hükümlerinin geçersiz kılacak şekilde kamusal ve özel alanın örgütlenmeye devam etmesiydi. Klasik patriyarka sömürgecilikle ittifak yapan feodal yapıyla bütünleşmeye devam ederek kendini var ediyordu ve Kürt özgürlük mücadelesinin 1970’lerden itibaren yükselişe geçmesine kadar da bu ittifak büyük oranda devam etti.
Ancak bugün tartışılan haliyle Cumhuriyet’in Türkiye’de kadınlara sağladığı kazanımlar söz konusu olduğunda, kamusal alana çıkışını sağlamak için, öncelikle aile kurumunu seküler yasalar çerçevesinde inşa etmek gerektiğinden, 1926’da, dönemi için çok önemli bir kazanım olan Medeni Kanun kabul ediliyordu. Kuşkusuz kadınların kamusal alanın parçası haline gelmesi, laik Medeni Kanun ve sonrasında 1934’teki seçme seçilme hakkının kazanılması kadınların o dönemde hassas dengeler üzerinde yol almaya çalışan burjuva devrimine eklemlenmesini sağlamayı da amaçlıyordu. Cumhuriyet iktidarı kendine uydurarak, adeta yetmez ama evet dedirterek değişik toplumsal kesimlerin desteğini almaya çalışırken, sınıflar mücadelesindeki konumlanışıyla ucuz kadın emeğine duyduğu ihtiyacın yanı sıra, feminist hareketin/kadın hareketinin desteğini kazanmanın önemli olduğunun da farkındaydı. Sonuç olarak Kemalizm hakları "vermemişti", yeni sınıflar ve toplumsal güçler ittifakının/mücadelesinin gereklerine uygun olarak, feminist mücadelenin gücü ve basıncıyla, önce Medeni Kanun’u uyarlamış sonra da oy hakkını teslim etmişti.
i Nezihe Muhiddin, Kadın Yolunun Şiarı, Feminizm Kitabı içinde, Haz. Hülya Osmanağaoğlu, Dipnot yay. 2015, sf. 122-123
ii Osmanlı’da ilk kez “kadın” kelimesi başlığa çıkartılmıştı, öncekiler arasında Şukufezar [1886], Alem-i Nisvan [1906] ve bu devride en uzun süre yayımlanan Hanımlara Mahsus Gazete[1895-1908] vardı
iii Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis yay.,1996, sf 55-56
iv Tiğinçe Oktar, Osmanlı Toplumunda Kadının Çalışma Yaşamı, Bilim Teknik Yayınevi,1998, 89-96
v Meral Akkent, Feminist Kadın Dergilerinin Büyük Büyük Büyükannesi, https://m.bianet.org/biamag/kadin/145572-feminist-kadin-dergilerinin-buyuk-buyuk-buyukannesi, ind tar. 30.08.22
vi Katerina Dalakoura, İstnabul’da Yayınlanan Rumca Kadın Dergilerinde Eğitim Tartışmaları, çev. Gülsün Auvali-Aksoy, Kekibeç dergisi, Sayı 31, 2011, https://www.academia.edu/43588438/Say%C4%B1_31?fbclid=IwAR37Q7orNCEzjfXhcj4ioz2Z4yqUWYqvDBGrHYI85utWk4C5-LGvguoQa2M, ind. tar. 30.08.22
vii Rohat Alakom, Kürt Kadınları Teali Cemiyeti, Avesta Yay. 2019, sf24
viii (Müslümanların azınlık sayılmaması nedeniyle 1923 yılında Çerkez okullarının yanı sıra tüm diğer Çerkez örgütleriyle birlikte kapatıldı) Seza Puh, Sosyal Yaşamda Kadının Rolü, Feminizm Kitabı içinde, Haz. Hülya Osmanağaoğlu, Dipnot yay. 2015, sf.96-98
ix Melisa Bilal, Lerna Ekmekçioğlu, Belinda Mumcu, Feminizm: Bir Adalet Feryadı, Bir Adalet Feryadı içinde, Haz. Melisa Bilal, Lerna Ekmeçioğlu, Aras yay., 2006, sf250-251
x Ayşegül Yaraman, Resmi Tarihten Kadın Tarihine, Bağlam yay.,2001
xi Ayşegül Yaraman, Resmi Tarihten Kadın Tarihine, Bağlam yay.,2001, sf.,151-152
xii Hayganuş Mark,. Modern Türk Kadını ve Rolü, Feminizm Kitabı içinde, Haz. Hülya Osmanağaoğlu, Dipnot yay. 2015, sf118-120
xiii Deniz Kandiyoti, Cariyeler Bacılar Yurttaşlar, çev. Aksu Bora vd., Metis yay., 1997