Bütün mesele, haklılığımızın ve meşruluğumuzun görkemini eylemlerimizle ortaya koymakta/koyabilmekte. Kapitalizmin çarklarını yağlayan -aynı zamanda bizi insanlıktan çıkaran- emeğimizin, alınterimizin hakkını verme bilincini edinmekte, bunun bilincine varmakta… Sonra gelsin en anlamlı ve kalıcı deneyim: Eylem!
"İğrenç maskeler düştü
Bir başına özgür, hiçbir kısıt yok eylemini bunaltan
Kralsız ve asasız,
Ama kendinin sultanı o
Eşit, sınıfsız, kabilesiz, ulussuz,
Artık ast değil, üst değil
Korku duymuyor hiçbir şeyden, secde etmiyor hiçbir şeye
Kendisinin kralı, adil, soylu bilge … " (Shelley)
Dünyanın her yanında emek ile sermaye arasında her çatışma -ölümüne olsun olmasın- yürütenlerin onu “ölümüne…” bir kararlılıkla sürdürmelerine bağlı olarak şekilleniyor. Tarihsel akışın her uğrağında, farklı coğrafyalarda farklı yollardan geçmiş olanların deneyimini bilme/özümseme şansını yakalayanlar önlerini daha net görüyor, kendilerini bekleyen tehlikeler kadar fırsatlara da gözlerini açık tutuyorlar.
Ya da tökezliyorlar yolun bir yerinde; çıkış arıyor, taleplerinden vazgeçmeden hayatı tırmalamayı sürdürüyorlar. Onların anıları ve deneyimleri de yol gösteriyor kendilerinden sonra gelenlere…
Hiçbir şey kolay kazanılmıyor, düşe kalka, yaralana tükenene… Bırakılan boşlukların bedelini ödeyenler ağza acı bir tat gibi yerleşen yenilgileri tartışıp duruyorlar uykularında bile. Belki birbirleriyle de paylaşıyorlardır ama paylaşmasalar -şimdilik sadece kurguda kalsa- bile hedeflediklerini kazandıkları günlerin düşü dünyalarını süslüyor.
Çünkü hiçbir şeyin hemen olup bitmediği, hiçbir şeyin bir hamlede kazanılıp kaybedilmediği ancak yaşayarak öğreniliyor.
Yani bütün mesele emin olmakta! Mücadelenin inişli çıkışlı çeşitli evrelerinde oluşan birikimde. Bunu nasıl okuduğumuz ve hangi sonuçları çıkardığımızda.
Bütün mesele, haklılığımızın ve meşruluğumuzun görkemini eylemlerimizle ortaya koymakta/koyabilmekte. Kapitalizmin çarklarını yağlayan -aynı zamanda bizi insanlıktan çıkaran- emeğimizin, alınterimizin hakkını verme bilincini edinmekte, bunun bilincine varmakta… Sonra gelsin en anlamlı ve kalıcı deneyim: Eylem!
Mücadele ve direniş örgütlüyor
Son dönemde işçi sınıfı direnişlerinde kadın dinamiğinin belirgin baş çekişine tanıklık ediyoruz. Binbir zorluk içinde ulaştıkları sınıfın bir neferi olma bilincini ve sezgisini kadın olmanın ayırt edici hasletleriyle karan bu kadınlar, demir attıkları mevzilerden kolayca sökülüp atılamıyor. Bulaştırıyorlar çevrelerindeki herkese bu mücadele azmini… Zamanla ve emekle ölçülmeyen bu deneyimin elle tutulacak kadar somut hallerini çıplak gözle görmek mümkün.
Sınırsız bir sömürü sayesinde kârlarını katlamak isteyen burjuvazi kendisi için yeni sömürü alanları arayışı sırasında doğanın, doğal kaynakların talan edilmesine gözü dönmüş bir yönelim içinde. Akbelen'de iki yıldır süren dişediş mücadelede her yaştan kadının geri adım atmayan duruşu tüm topluma taptaze bir soluk oldu. Akbelen ormanlarının çevresindeki üç termik santrale kömür sağlayan yataklar ormanı yok edecekti. İkizköylüler buna sonuna kadar karşı çıktılar. Kömür çıkarılmasının önüne geçmeye çalışan mücadele nöbetlerle, direnişlerle hâlâ sürüyor Akbelen’de ve kadınlar en önde…
Agrobay'ın kadınları
“Evde kalın” denilen aşırı sıcaklarda, hava sıcaklığının 40 derecenin üzerine çıktığı günlerde -seralarda ısı 80 dereceyi buluyormuş-, mobbing altında çalışmaya bana mısın demediler Agrobay'ın kadın işçileri. Sigortasız, kölelik koşullarında çalıştırıldılar, zorla ücretsiz izin kullandırıldı onlara; kötü yemekler, berbat servisler… Ağır çalışma koşulları yüzünden kimi fıtıklara fıtık ekledi kimi sinir sıkışmalarından muzdarip.
Ne zaman ki sendikalı oldular, işlerinden de edildiler. Tazminatsız üstelik, diğer haklarının da gaspı anlamına gelen Kod 46'dan!.. 30 gündür direniyorlar. Avrupa'nın en büyük serasıymış! Ağır iş koşullarına, meslek hastalıklarına, kendisinden vazgeçip çocukları için hayata tutunanların ısrarıyla direndiler. Ne olursa olsun hakkını arayan bir avuç kadın…
Yerlerde sürüklendiler, gözaltına alındılar, mafya babaları, uyuşturucu kaçakçıları, kadın katilleri, çocuk istismarcıları, hırsızlar, vurguncular söz konusunu olduğunda pamuk helva kesilen Türk yargısı sendikacıların şirkete “500 metreden daha az yaklaşmamasına” karar verdi. Bu da yetmedi; onları her gün gönüllü olarak alana getiren aracın şoförüne bile ceza kesildi. Burjuva devletin kolluğuyla yargısıyla baskıcı/sömürücü yüzünün bütün hallerini, sadece patronların çıkarları ve kârları için var olduğunu dosta düşmana gösteriyor, bir aydır direniyorlar.
Burjuvazinin en büyük korkusu: Sendikalı işçi
İşçi sınıfı ve geniş emekçi yığınların enflasyon/hayat pahalılığı kıskacında sefalet ücretleriyle yaşamalarını dikte eden neoliberal kapitalizme isyan ve öne atılış biri biterken diğeri başlayan irili ufaklı direnişler şeklinde yaşanıyor. Her aileden iki üç kişinin çalıştığı durumlarda bile çalışma koşullarının ağır, ücretlerin çok düşük olduğu alan ve sektörlerde ücretlerin artırılması, sosyal haklar için yürütülen mücadele sendikal örgütlülüğe yönelimi besliyor.
Patronların ilk adımı, önüne geçemedikleri sendikal mücadelenin koçbaşı durumundaki işçilerden ne olursa olsun kurtulmak! Örgütlü bir halkın, örgütlü bir sınıfın kendileri cephesinden yaratacağı tehlikeyi onlar de kendi cephelerinden biliyorlar. Bu halkın ve bu sınıfın kadınlarının, öne düştüğünde nasıl geri dönmez/döndürülemez bir maratoncu olduklarının da farkındalar. Çünkü kadınlar o yola çok zor girseler, kimi zaman tökezleyip duraksasalar da geri bakmıyor.
“Biz sesimizi çıkarmaya devam etmezsek, bize dayatılan sınırlara çekilirsek kimse bizim için çabalamayacak. Hayatın hiçbir alanından çekilmediğim gibi sendikal örgütlenme mücadelemden de geri adım atmayacağım.”*
Bir gıda fabrikasında sendikal mücadele yürüttüğü için işten atılan beş kadın işçiden biri Şeyma. Fabrika önünde iki aya yakın direniş yapmışlar kadın işçilerle. Sonra ekmek parası dayatmış kendini canını dişine takmış iş bulmak için nafile… Başvurup iş için umutlandığı yerlerden bile eli boş dönmüş. Çünkü birçok işletme sendika istemediği için “sendikanın S’sine dokunmuş insanları bir çırpıda harcıyor”. En büyük suçlardan birini işlemiş onlar, sendikalı olmuş ve kadın işçiler arasında sendikal mücadele kavgası vermiş. Ama pes etmiyor çoğu, aile baskısı, çevrenin söylenmesi, patronların kapıyı yüzlerine kapatması yıldırmıyor onları. Dayatılan sınırlara çekilmeyi reddediyor, bu esini gittikleri her yere taşıyorlar.
Sputnik grevi: Sendikalı mısın?
Nerede çalıştığın, ne iş yaptığın farketmiyor; kadınsan -ezilenlerin ezileniysen yani- aynı koşullarda yaşayan erkeklerden daha az ücret alıyor, daha çok baskı görüyor, daha fazla aşağılanıyorsun. Toplu sözleşme süreci anlaşmazlıkla sonuçlandığı için 24 Temmuz'da greve çıkan, bunu üzerine altısı kadın yirmi dört gazetecinin işten atıldığı Sputnik'te olan da bu!
İşten atılanlara yöneltilen “Sendikalı mısın” sorusu her şeyi özetliyor aslında. Sendika üyesiyse istifa ederse işten çıkarılmayacağı söylenen çalışanlar var. Sendikadan istifa ettirmek için mobbing uygulananlar var… Kısacası, ister bir fabrika olsun ister “beyaz yakalılar”ı istihdam eden bir firma patronlar sendikal örgütlenmeden ölesiye korkuyorlar.
Kadınların öfkesinden ve kararlılığından korksunlar!
Çünkü onlar “Korku duymuyor hiçbir şeyden, secde etmiyor hiçbir şeye…”
(*) Kadın İşçi – https://www.kadinisci.org/orgutlenme-sendika/direniste-en-onde-peki-ya-sonra/