Kadınlar politikada daha görünür ve güçlü oldukça örnek gösterilen kadın imajı da dönüşüyor; mücadele eden, kimliğine sahip çıkan, haksızlığa boyun eğmeyen kadınlar toplumda egemen olan “makbul kadın” değerlerini yerle bir ederek yeni değerler biçimlendiriyorlar
Kadınlar politikayla temas ettikçe “eskisi gibi” olmaktan çıkıyorlar. Ancak aileyle anılan varlıkları, aslında başka kimlikler de edinebileceklerini keşfettiklerinde farklılaşıyor. Kapasitelerini ve yeteneklerini farkediyorlar, bunu elle tutulacak ölçüde somut olarak duyumsamasalar bile seziyorlar. Yapabileceklerine güven duymaya başlıyorlar; başarabileceklerinin sınırları genişliyor, adımlarını daha özgüvenli atıyorlar. Kiminde ağır aksak kiminde sıçramalı gelişiyor bu süreç, ama akış bu yönde oluyor.
Mücadelenin daha uzun süreli ve militan biçimlerini yaratmış ezilen bir halkın evlatlarında hedefe kilitlenen ve artık neredeyse olmazsa olmaz genetik bir koda dönüşen, dünyalarını karartan her şeyle, her kişiyle ve kurumla kavgalı olma hali çok daha etkileyici biçimlere bürünüyor.
Kürt kadınları deyince duracaksınız
Son 40 yılda Kürt özgürlük hareketinin aldığı yola paralel olarak kadınlar cephesinden muazzam adım ve atılımlara tanıklık ediyoruz. Deneyimler ve onların çeşitli biçimlerde aktarılması bir yana, bu konuda çok sayıda bilimsel araştırma ve tez çalışması mevcut. Hepsinin bize söylediği ise neredeyse tek bir şey var; politik bir rol almak. Alınan rolün toplumsal getirilerinden de önce kadınların bireysel hayatlarında önemli bir karşılık buluyor. Bunun yarattığı toplumsal karşılık ise yıllar içinde geometrik bir artış gösteriyor.
Bir biçimde politik bir rol alan kadın kendine -ev dışında vakit geçirmeye, aileden ayrı yaşamaya, okumaya, çalışmaya- yepyeni bir alan açmış oluyor. Politika tek başına özgürleşme sorununu çözmüyor elbette fakat alan açan çok önemli bir ilk adım oluyor. Politikleşen kadın sözünün daha çok dikkate alındığını, daha çok daha güvenli ve daha gür ses çıkarmaya başladığını söylüyor. Neredeyse her gün gözaltına alınan kadınlar bu durumdan “şikayetçi” olmadıkları gibi, bunu kendi aralarında şaka konusu haline getiriyorlar. “İlçede fişlenmeyen kadın kalmadı” diyerek mücadelenin yaygınlaşmasına dair bir veri sunuyorlar.
Ayrıca bu durum sadece rol alan/görev üstlenen kadının hayatıyla da sınırlı olmuyor. Bu örnekler çoğaldıkça, kendisi bizzat rol almayan kadınlar da bu örnekler üzerinden kendilerine daha çok güven duyuyor ve yeni alanlar açmaya başlıyorlar. Bu sayede “örnek gösterilen kadın” tanımlaması da haliyle farklılaşıyor. Kadınlar politikada daha görünür ve güçlü oldukça örnek gösterilen kadın imajı da dönüşüyor; mücadele eden, kimliğine sahip çıkan, haksızlığa boyun eğmeyen kadınlar toplumda egemen olan “makbul kadın” değerlerini yerle bir ederek yeni değerler biçimlendiriyorlar.
Toplumsal düşünme henüz tümüyle başat biçim haline gelmese de genç Kürt kadınlarının toplumsal mücadele konularına ilgileri ve sahiplenişleri katlanarak büyüyor. Bu, kadın olarak yüzlerce yıldır yok sayılan cinsel kimlikleri nedeniyle uğradıkları baskılar, etnik kimlikleri nedeniyle düşman bellenip imhacı bir devlet politikasının hedeflerinden biri haline getirilmelerine karşın sözlerinin/eylemlerinin sonucunu bizzat bilince dönüştüren kadınların mücadeleleri sayesinde realize oluyor. Bunu kimse görmezden gelemez, gelemiyor da.
Aile ve annelik: Zincir ve tuzak
Kadınları sisteme en fazla zincirleyen kurum burjuva aile. Ataerkil egemen sistemin en küçük prototipi olan aile, hayatı her gün yeniden üreten kadınlarsız düşünülemiyor. Sistem inşasının her elden geçirilişinin kadınlar ve aile üzerinden başlaması tesadüf değil son derece bilinçli bir tercih. Ailedeki “kutsallık” halesi parlatılmaya başlandıkça kadınların zincirlerinin yeniden yağlandığı da hiçbirimiz için sır değil.
Anneliğin kutsallığı üzerinden “aile” kavramı içine sıkıştırılan kadının nasıl nefessiz kalarak boğulmaya çalışıldığını, düşünme yeteneğinin körelerek yerini refleksif davranışların aldığını, çaresizlik duygusunun kimi zaman yılgınlığa yol açtığını kadınlardan daha iyi kim bilebilir? Evlatları kullanılarak vurulmaya çalışılan kadınlar, aileleriyle vurulmaya çalışılan evlatlar, sistemin gözü gibi koruduğu ve üzerine yeni egemenlik biçimlerinin araçlarını inşa ettiği başlıklar…
Genel olarak kadınlarda ve Kürt kadınlarında bilinçlerini yeniden yeniden biçimlendiren toplumsal cinsiyet rolleri, buna bağlı olarak aileye bakış farklılaşıyor; evlilik de boşanma da eskisinden farklı anlamlar kazanmaya başlıyor. Toplumsal düşünmenin hayatın her alanını kuşatma bilinci gündelik yaşamın gözeneklerinde yapıp edilenlerle biçim değiştiriyor. Sözgelimi, “Politik aidiyeti ne olursa olsun annelik kimliği Kürt kadınları yatay kesen bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Aile kavramı da güçlü, neredeyse her şeyin önünde. Buna rağmen 'Toplumsal huzur mu hanenizin refahı mı' sorusuna yüzde 55 'toplumsal huzur' diyor.”*
Bir halk gülecekse…
Kürt halkına yönelik saldırı ve imha operasyonları kadın erkek tanımadan vahşi biçimlere bürünerek yıllardır sürüyor. Kişinin kendisi bizzat hedef olmasa da, bu bütün bir halkın duygu ve düşün dünyasını derinden etkileyerek yeniden biçimlendiriyor. Kadınların payına bu acıların daha büyüğü düşüyor ve özgürlük yoksunluğu bilincinde daha belirgin çizgilerle yer etmeye başlıyor. Edip Cansever'in dizelerindeki bilince doğru yol aldıklarını gösteren bir insan olma, toplumsallaşmış birey olma bilincidir bu: “Gülemiyorsun ya, gülmek / Bir halk gülüyorsa gülmektir.”
Kürt kadınlarda HDP'nin kriminalize edilmesi, “HDP'ye oy vermese de kapatılma davası, onun varlığının önemsenme oranını artırıyor. Çünkü bunu Kürt karşıtlığı olarak okuyorlar.”**
Bu noktada şunu eklemek elzem: Ulus/ulusal aidiyet ve toplumsal cinsiyet arasında karşılıklı bir ilişki var ve bunlar elbette kendi içlerinde de değişen/dönüşen kavramlar. Kürt kadınlarda ulus inşası belirli bir an değil aksine kendini yenilemeye devam eden bir süreç. Bunun yansımalarını kuşaklar arası bir karşılaştırma yaptığımızda kolaylıkla gözlemleyebiliriz. Anneler, anneanneler “bey bilir”, “evin reisi bilir” derken kızlar, özellikle de torunlar artık “beylerin de” bilincini belirleyen bir rolün sahibi haline geliyorlar. Yaşamlarına yön veren toplumsal değerler hiyerarşisi, hatta içerikleri farklılaşıyor. Evliliğe-boşanmaya yaklaşımları değişiyor… Uzun sözün kısası, Kürt olmanın tanımı da kadın olmanın tanımı da kadınlar mücadelede yer aldıkça, kendi hayatlarından başlayıp dışlarında gibi görünen hayata ses vermeye başladıkça dönüşüyor.
Kürt kadınlarda haklar ve özgürlükler nasıl başat bir yer tutuyor ve toplumsal yaşamda, mücadelede yer aldıkça kendini nasıl büyütüyorsa izdüşümleri de kadınlar ve kadın kuşakları arasında hükmünü yürütüyor. Çıkış noktasının kadınların mücadeleye katılımı olması, bunun gündelik yaşam alışkanlıklarını ve değer yargılarını değiştirmesi kaçınılmaz. Bunun toplumsal mücadeleyi dönüştürmemesi ise olanaksız.
Kaynakça:
(*) (**) Söz konusu araştırma Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt, Şırnak, Tunceli, Van, Adıyaman, Gaziantep, Iğdır, Malatya, Şanlıurfa, Adana, Mersin, Ankara, İstanbul, İzmir'de yaşayan 1123 Kürt kadınıyla yüz yüze görüşmeler yoluyla yapıldı.
https://t24.com.tr/yazarlar/candan-yildiz/kurt-kadinlar-arastirmasi-kurt-kimligi-gucleniyor-ama-turkiyelilik-de-guclu-yuzde-55-i-kendisini-solda-tanimliyor,39926