Xızır’ın etimolojik anlamı dokunduğu her yeri yeşertendir, yeniden doğurandır ve kollayan, saran, saklayan var eden kadındır. Zor deminde karı eritip su ihtiyacını gideren bilge kadın aklıdır
Kadın olmak ne talihsizliktir! Fakat ‘Kadın olmanın en büyük talihsizliği, bunun bir talihsizlik olduğunu anlamamaktır’ der Kierkegaard.
Bazı şeylerin telafisi de izahı da yoktur. İnsan bazen lal olur, söyleyecek söz bulamadığından değil ne söylerse eksik kalacağından. Susar ve gerçekten söz kurarken upuzun bir sessizlik olur. Bende nereden başlasam, hakikati nasıl söze dönüştürsem de eksiği tam etsem…
11 ili vuran deprem ve en son sel felaketi yine en çok kadınları ve çocukları mağdur etti. Kadınların korkunç cinsiyet ayrımcılığına tabi tutulduğuna tanıklık ettik. Kimsesiz kalan çocukların cemaatlerin ve tarikatların tacizi altında kaybedilmeye çalışıldığını ve yine diyanetin şehvet kokan ahlaksız sapkın pervazsız fetvalarıyla kadınların ve çocukların can güvenliğinin olmadığını derin bir kaygı içinde gözlemliyoruz. Depremde kaç çocuk kaybedildi, kaçırıldı bilinmiyor? Adıyaman’da çocukları tarikatlardan korumak için bazı çadır kentlerde sürekli nöbet tutulduğuna tanıklık ettim. Kadında bu tacize maruz kalan bir yerde ve ciddi risk altındadır. Kadınlar bu depremle daha yoksullaştı, her şeye muhtaç hale getirildi. Evini, aşını, işini kaybetti. Gerek devlet şiddeti, gerek tarikatlar-cemaatlerin tacizi, gerek toplumsal ve eril zihniyetin kıskacında etnik ve inançsal olarak tabiki devletin ayrımcılığının en üst seviyesine tabi tutulduğuna tanık olduk. Depremin yaşandığı coğrafik hattın nüfus yoğunluğunun Kürt, Arap, Aleviler olmasından kaynaklı devletin güttüğü özel savaş politikasının bu zor demde dozunu artırarak devam ettiğini yani etnik ve inançsal ayrımcılığa tabi tutulduğunu gördük. Bu bölgelere bir bardak su dahi götürülmezken götürenlerin de engellendiklerini hafızamıza kazıdık.
Demokratik Alevi Dernekleri Kadın Meclisi olarak Malatya ve Adıyaman’ı ziyaretimizde bir dokunup bin ah işittik. Yıkımın ne kadar büyük olduğuna tüm çıplaklığıyla tanıklık ettik. Her yer içler acısı, ana kadının çığlığı, çırpınışı, gözyaşları, ağıtları karşında sessizce içimize akıttığımız gözyaşlarımızla, lal olan dilimizle sadece dinledik. Ve Alevi toplumsallığının ne kadar çok deforme olduğunu bir kez daha gördük. Bu deformasyonun Alevi toplumunda ciddi bir hakikat ve itikat yitimine de neden olduğunu gözlemledik. Peki bu hakikat yitimini nasıl ortadan kaldırır ve itikatı yeniden ete kemiğe büründürüp nasıl can katarız? Şu çok nettir ki Ana Kemalettin’in hâkim olduğu her yerde vicdanın, merhametin, ahlakın olduğunu ve kadının bunu nasıl toplumsal bir hakikate dönüştürdüğünü de net bir şekilde ortaya koyuyordu. Aslında karşılığını yitirdiğimiz rızanın toplumsal bu demde perspektifte ne kadar elzem olduğu mühimdir. Bu zor demde bu rıza, toplumsal hukukun hakikat yitimine yeniden alternatif olarak ete kemiğe bürünmenin ne kadar elzem olduğunu ortaya koymaktadır. Belki felaketten kendi payımıza gereken dersi alır, unuttuğumuz toplumsal ikrarı tazeleriz.
Rıza toplumsallığı için Xızır kültürü çok hayati bir yerdedir. Xızır kendini en çok kadında var etmiştir. Xızır’ın etimolojik anlamı dokunduğu her yeri yeşertendir, yeniden doğurandır ve kollayan, saran, saklayan var eden kadındır. Zor deminde karı eritip su ihtiyacını gideren bilge kadın aklıdır. Onca kaybettiği canını yüreğine gömüp yasını erteleyen kadındır. Çünkü kadın var oldukça çark-ı pervaz devrini daim edecektir. Ve kadınların kendi ihtiyaçlarını, istemlerini yok sayarak yaptığı fedakarlığı ve harcadığı emeği görmezden gelemeyiz. Malatya'nın bir köyünde Elif Ana’nın söylemi kulaklarımda çınlamakta ‘Kızım bu devlet ne zaman bize sahip çıktı ki bugün çıksın. Yalandan on gün sonra 2 helikopter gelmiş biz bir şey görmedik. 5 çadır, biraz meyve suyu bırakmışlar. Biz karı eritiyoruz su ihtiyacımız için. Onlar meyve suyu getirmişler, şükür oda bize nasip olmadı. Ben ölülerimi kendi ellerimle çıkardım ve gömdüm. Ben bilmiyor muyum, toprağımızla bağımızı koparmak istiyorlar. Ben asıl bu topraktan bağım koparsa ölürüm ama ben toprağımda var oldukça yaşamı yeniden inşa ederim. Kızım bu bizim kaçıncı yıkımımız ve kaçıncı doğumumuz." Elif Ana’nın bıraktığı yerden değerlendirirsek devlet Kürt, Arap ve Alevi toplumsallığının demografik yapısını değiştirerek yüzyıl önce yarım bıraktığı kültürel soykırımı murad ettiklerini okuyabiliyoruz. Bunuda yine kadının tüm değerlerini hiçleştirerek ve düşürerek elde etmeyi hedefleyeceklerdir.
Görülüyor ki; Xızır toprağın, kültürün, hafızanın dili, öğretisi ve yaşam umududur. Kendi toplumsal varlığımızdaki anlamını-karşılığını daha derinlikli bilince çıkarmamız, Xızır hakikatini gönlümüzden çıkarmamamız, adını dilimizden düşürmememiz gerekir.
Xızır aklı ve duygusunu dışımızda görmekten çok, içimizde bulmak, kendimizde yaşatmakla hakikate daha doğru yaklaşmış olacağız! Ve rıza toplumsallığını yeniden ve yerinden inşa edecek özgür yaşamı ilmek ilmek örecek olan yine rıza şehrinin kadınlarıdır. Önümüz bahardır toprak ana doğum döngüsünü tamamlayıp kendini yeniden onaracaktır. Ve milat newrozdur. Newroz ateşi rıza toplumsallığının umudunu da yeniden diriltecektir.
Newroz bimbarek bo.
Newroz piroz be.
Newroz umuda, barışa cerağ olsun.