Ortadoğu ve Afrika bölgesi başta olmak üzere İslam alemi, inançlarını devletlerin ve otoriter rejimlerin zalimce bir yönetim aparatına dönüştürmesine karşı çıkamazsa daha kaç Jîna Emînî’nin öleceğini biliyor muyuz?
Bütün dünya Mahsa Amini olarak duydu. Oysa esas adı Jîna Emînî’ydi. Kürtçe isim koymak yasak olduğu için resmi adı Mahsa’ydı. Kadın karşıtlığı yok sadece, bir de kimlik karşıtlığı var. Doğu Kürdistan’ın Saqiz kentinde doğmuş Jîna, hep 22 yaşında kalacak.
İran rejimine göre suçluydu. Çünkü saçı gözüküyordu. Ahlak polislerinin linçine maruz kalarak katledildi. Bu bir çeşit idamdı. Burada katledilen sadece Jîna değildi. Otoriteye karşı çıkan, başta kadınlar olmak üzere herkesti. Yani özgürlük, eşitlik, adalet istemi katledilmek istendi Jîna’nın bedeninde. Ama hakikat bu kadar kolay yok edilemiyor. Bütün dünyada, Ortadoğu’da ve özellikle İran’da yüzbinler Jîna oldu. İşte hakikat buydu. Jînaların kesilmiş saçları dalgalandı bilinçlerde, yüreklerde. O ölüme bahane edilen saçlar…
Ahhh Jîna!.. Ahhh küçük kız kardeşim… O küçük bedeninin neleri açığa çıkarttığını bir bilsen… Kadınların gözyaşlarının sel olup aktığını, her saç telini kesen makasın yüreğimizden bir parça kopardığını… Kadınların büyüyen öfkesini, harlanan özgürlük ateşini, sokağa akan bilinçlerin, yüreklerin, taleplerin birçok coğrafyada nasıl hızla büyüdüğünü keşke görebilseydin Jîna…
Bu anlatı ve duygu selinden aynı konuyla ilgili olsa da başka başlıklara geçmek zor. Ama naçar… Ceberut erkek egemen sisteme ve onunla karşılıklı fayda ilişkisi kuran otoriter rejimlere karşı tarihsel bilincimizi açığa çıkararak anı değerlendirmek, örgütlenmek, dayanışmak zorundayız. Bu nedenle buradan devam edebiliriz.
Zorunlu başörtüsü ve kadının yaşam hakkı
Jîna’nın katledilmesine tepki gösterenleri başörtüsü karşıtı göstermek istiyorlar. Bu doğru değil. İran İslam Devrimi öncesi (Şah zamanı) kadınlar başlarını açsın diye zorlanıyordu. Tıpkı Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk yıllarında (ve kısmen 1980’lerde, 90’larda) olduğu gibi. “Kıyafet İnkılabı” yapıldığında “modern kadın” görünümü Türkiye'nin Batılılaşma sembollerinden biri olarak uygulanmıştı. İran’ın Şahlık dönemi gibi. 1979’da İslam Devrimi gerçekleşince kadınlara tam zıttı bir yaşam dayatıldı İran’da. Zorunlu başörtüsü, recm, çocuk yaşta evlilik, muta evliliği, çok eşlilik yasal hüküm halinde uygulanmaya başlandı. Bu kez de İslam devleti kadın bedeni ve başörtüsü üzerinden siyaset yaptı. Tıpkı şimdi AKP iktidarının yaptığı gibi.
Başörtüsünü ve kadın bedenini “modernlik” ya da “muhafazakarlık” bağlamında sembol olarak gören erkek egemen devlet anlayışı, her iki mantıkla da kadın bedeni ve iradesi üzerinde tahakküm kuruyor. Biz kadınlar için her ikisi de kabul edilebilir değil. Başörtüsü takan kadınların kendi inançları, benimsedikleri kültürel anlayış gereği kendi rızaları ile başörtüsü kullanmalarına toplum da devlette saygı duymalı. Ve elbette, başı açık olan kadınlar için de aynı anlayış ve hükümler geçerli olmalı. Klasik deyimle toplumun ve özellikle kadınların kılık kıyafeti yasalarla belirlenemez. Zira bu özgürlüklere ağır darbe vurmak olur. İran rejiminin Jîna’yı katletmesine karşı çıkmak özgürlüklere ve kadının yaşam hakkına sahip çıkmaktır.
İslamiyet'in ortaya çıkış sürecinde insanların ona yönelişi zulme karşı koyması değil miydi?
Ama İslamiyet iktidarların, devletlerin, otoriter rejimlerin dini haline geldikçe esas bağlamlarından koparılarak toplumu antidemokratik/otoriter bir şekilde yönetebilmenin, bizzat zulmü uygulamanın aracı haline dönüştürülmedi mi? İslamiyet’in çıkış mantığına göre Jîna’nın şu an hayatta olması gerekmiyor muydu? Ama İran İslam Cumhuriyeti Jîna’yı sözde İslamiyet adına katletti.
Ortadoğu ve Afrika bölgesi başta olmak üzere İslam alemi, inançlarını devletlerin ve otoriter rejimlerin zalimce bir yönetim aparatına dönüştürmesine karşı çıkamazsa daha kaç Jîna Emînî’nin öleceğini biliyor muyuz? Hiç kimsenin İslam inancını kendi iktidarlarının ihtiyaçlarına göre istismar etme hakkı yoktur. Jînalar bu istismarın sonucunda katlediliyor. Bunu engellemenin yolu, başta mütedeyyin kadınlar olmak üzere İranlı kadınlarla, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki kader ortağı tüm kadınların ortak bilinç ve mücadele etrafında kenetlenmesinden geçiyor.
İran’da kadın hareketi kadimdir elbet…
İran’da tarihin birçok evresinde kadın hareketi var oldu. Ve kadınların yeryüzündeki evrensel sorunlarının yanı sıra özgün sorunlarını (recmin, çok eşliliğin, muta nikâhının, çocuk yaşta evliliğin yasaklanması, zorunlu başörtüsünün kalkması, eğitim hakkı ve toplumsal yaşamda eşitlik…) çözmek üzere mücadele edegeldi. Bunun yanı sıra İranlı kadınlar toplumun diğer sorunları için, yoksulluğa karşı emeğin hakkı için, demokrasi ve özgürlükler için mücadeleden de geri durmadılar.
Son zamanlarda İran Kadın Hareketi’nde Beyaz Çarşambalar, Kadınların Gizli Örgütleri, Haydi Konuşalım, İnkılap Meydanı Kızları gibi önemli düşünce ve eylem akımları var oldu.
İran’da kadınlar 19. yüzyılda özel ve kamusal yaşamlardaki baskıları protesto ederken; hem erkek egemen zihniyete hem de devlet yönetimlerindeki örüntülere itiraz etti. 1852’de Babi Hareketi’nin öncülerinden biri olan ve İran’da ilk feminist eylemci olarak bilinen Qurrat al-Ayn (Fatima) bir toplantıda peçesini atarak kadınlar için tarihi bir eyleme imza attı. Ve o tarihte kendisiyle beraber 28 arkadaşı idam edildi. Babi (“Bab”, “kapı, gerçeğin kapısı” demek) Hareketi’nin talepleri arasında çok eşliliğin sonlandırılması, kadına karşı şiddetin yasaklanması, vergide eşitsizliğin aşılması, eğitimde reform yapılması vardı. Babilik adalet ve özgürlük ekseninde örgütleniyordu. Elbette bunun gibi örnekler çoğaltılabilir.
Fars, Kürt, Ezidî, Ermeni, Arap, Türk… Bölge kadınlarının kaderi birdir
Kürt kadın hareketinin dört parça Kürdistan’daki birikimi bölge kadın hareketine büyük katkılar sunuyor. Bugün Jîna (Mahsa) Emînî için isyan ateşini yakan ve dalga dalga yayılmasını sağlayan bu zengin tarihsel birikimi arkasına alan başta Fars ve Kürt kadınlar oldu. Bu bir tesadüf değil. Ortadoğu ve Kuzey Afrika siyam ikizleri gibidir. Hangisinde can varsa ötekine can olur. Tam da İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde ifade ettiği gibi “Coğrafya kaderdir” sözü çok şey anlatır. Bu anlatı sadece coğrafyanın, iklimin, iktisadi koşulların insanın kaderi üzerindeki etkisi değil; toplumun kültürel dokusu, diller, dinler, ataerkil sistem ve bütün bu örüntüler içinde şekillenen legal ya da illegal devlet yapıları coğrafyanın kaderini belirler.
Evet coğrafya kaderdir ama bu kaderde sadece mağduriyetler yok. Halkları, kadınları, gençleri ezilen coğrafyamız, aynı zamanda makûs kaderini değiştirebilecek yüksek bir potansiyele de sahip. Bu potansiyeli Ortadoğu ve Kuzey Afrika Kadın Hareketlerinin tarihsel birikiminin günümüze yansımasında gördük.
Hükümetler ve kadına yönelik saldırılarının rengi değişse de sokakları, mücadeleyi terk etmeyen Türkiye feminist hareketinin ısrarında ve iradesinde gördük. Kürt kadınların dört parça Kürdistan’da verdikleri mücadelede, Kuzey ve Doğu Suriye’de yaratılan yeni yaşamda gördük. Ki Rojava modeli bölge halklarına ve kadınlara bölgenin karanlık sokaklarında eşitlik ve özgürlük meşalesi oldu. Sudanlı kadınların diktatör Ömer El-Beşir'in devrilmesinde oynadıkları belirleyici rolde gördük. Ve şimdi de Jîna Emînî’nın katledilmesine karşı bölge kadınlarının ortaya koydukları muhteşem tepki ve dayanışmada görüyoruz.
Kadın hareketleri ve “ulusal çıkarlar”
Birçok Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesinde kadın hareketleri iki yönlü bastırılmaya çalışılıyor; bir yanda kadın hareketlerini ABD ve batı yanlısı olarak lanse etmeye çalışan anlayışın ithamları, diğer yanda bölgedeki kadın mücadelesine yönelik oryantalist yaklaşımlar, küçümsemeler…
İktidarlar ve ne yazık ki kendini muhalif sanan kimi kesimler tarafından kadınların yaşamsal isyanları ulusal çıkarlara karşı Batı ile iş birliği yapan ihanetçiler olarak addediliyor. George Soros'ların bu bölgelere projeler kapsamında yatırım yapması, kimi kadın hareketlerinin bu fonları kullanması bu yaklaşımın dayanağı olarak sunuluyor. Devletlerin ve otoriter rejimlerin bu yaklaşımı bağımsız kadın hareketlerini baskılamak, genişlemesini engellemek için önemli bir karşı-propaganda malzemesi olarak kullanılıyor. Şimdi de Jîna Emînî’nın katledilmesi üzerine yükselen protestolar bölgedeki rejimler tarafından bu kategoride görülüyor.
Oysa hakikat bunun tam tersidir. Bağımsız kadın hareketleri bölgede kadınların sadece özgürlüğüne değil yaşam hakkına kast eden erkek egemen zihniyete ve bu köhnemiş mantıkla oluşturulmuş yasalara, bu mantığa ve yasalara dayanan iktidarlara karşı hakiki bir direniş içindedir. Jîna Emînî'nin katledilmesi sonrası kadınların ölümü göze alarak sokakları doldurması bu hakikatin müthiş bir göstergesidir. Ve bu muhteşem direnişte sözde “ulusal çıkarlar” vurgusuyla kadınların özgürlük mücadelelerinin bastırılamayacağının ipuçlarını da görüyoruz.
Öte yandan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki kadın hareketlerine batının oryantalist yaklaşımı enternasyonalist kadın dayanışmasının önünde engeller teşkil ediyor. Batının doğu üzerindeki hegemonyasını, kurguladığı imajı oryantalizmin etkisinden arınmış batılı kadın hareketi yıkabilir. Doğulu ve batılı kadınların rengarenk elleri, ruhları, akılları ve direnişleri hem emperyalizmin bölgedeki sömürüsünü ve rejimlerle iş birliği yaparak daim olmalarına sağlayan çarkını kırabilir hem de erkek egemen sistemin kökünü kazıyabilir.
Saçının teline taş değmesin
Mısırlı feminist yazar Nevâl es-Saadavi'nin, Kahire Saçlarımı Geri Ver kitabında ifade ettiği gibi “Yüz binlerce hapishane, milyonlarca hücre… Evler, mutfaklar, yatak odaları, hastaneler, dershaneler ve batakhaneler… Sabahın, öğlenin, gecenin mahkumları… hepsi de aşılmaz, çıkılmaz, kaçınılmaz görünen zindanlar. Ve hepsi de özellikle kadın için.” Kadınlar ki bu zindanlara “ensesinden yakalanıp mutfağa, manastıra, mezara ya da batakhaneye tıkılıyor…"
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da asırlardır paslanmış kilitleri açmak kolay değil. Ama imkânsız da değil elbette. Jîna Emînî’nin katledilmesine yükselen itiraz, başörtüsü serbestliği talebinin açığa çıkardığı direniş enerjisi pekâlâ paslanmış kilitleri, kırılmaz sanılan mühürleri paramparça eder.
Evet sevgili Jîna Emînî! Yaşı küçük yüreği büyük Jîna. Bazen toprak olursun kimse bilmez adını. Ama mutlaka sessiz de olsa bir bitki yeşerir mezarının dibinde. Bazen toprak olursun, bütün dünyanın göreceği şekilde bir umut çiçeği filizlenir dibinde. Hem de çabucak yayılan cinstendir. Hızlıca sarar sevdiğin ama üzerinde mutlu olamadığın toprakları.
Sevgili Jîna Emînî!
22 yaşında seni saran boğucu hayata canınla can verdin. Ortadoğu’ya can oldun. Şu an, Lübnan’dan doğan, Antakya’da denize dökülen ve asice ters akan Asi Nehri’ni dolduran su sümbülü misali yemyeşil, capcanlısın… Kaderin su sümbülü gibi görünse de bir kardelen çiçeği gibi karları delip baharı müjdeledin. Erkek egemenliğine, otoriter rejimlere saçlarınla adeta meydan okudun. Sen hem Asi’nin yemyeşil sümbülü hem de karları delen kardelen çiçeği oldun. Kardelen çiçeğinin hikâyesi Jîna’nın hikayesine çok benzer:
Kardelen çiçeği kısa süreli de olsa güneşi görmeyi çok ister. Doğa Ana ise kardelenin narin yapısının güneşten olumsuz etkileneceğini bilir ve der ki: “Sen narinsin, güneşi görürsen ölebilirsin.” Kardelen güneşe olan tutkusundan vazgeçmeyerek ne pahasına olursa olsun güneşi görmek için karları deler ve güneşi görür. Hikâyede Kardelen ölür ama güneşi görerek dünyayı terk eder. Tıpkı İran İslam Devleti’nin kalın kar tabakasını delerek saçını az da olsa açan Jîna gibi. Saçları güneşi gördü ve öldü.
Güle güle küçük kız kardeşimiz, güle güle… Güle güle karların delinip güneşe ulaşılabileceğini gösteren kız kardeşim. Hiçbir canlının habitatına ve doğasına müdahale etmeyeceğiz elbet. Ama insan yaşamına kast ederek onu 22 yaşında toprağa gömen zihniyete karşı mücadele edeceğiz Jîna. Çünkü biliyoruz ki, insanın insanca yaşam hakkından daha değerli hiçbir şey yok.