Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk’un tedavisi engelleniyor. Dr. Emel Gökmen’in tarifiyle, ‘Bu da bir çeşit ölüm cezası’ demek. Bu nedenle buna engel olacak daha yüksek seslere ihtiyacımız var…
Demokratik Toplum Partisi’nde (DTP) kurucu üyelik ve sonrasında da Türkiye’de ilk kadın eşbaşkan olan Aysel Tuğluk, 22 Temmuz 2007-31 Aralık 2009 yılları arasında Diyarbakır milletvekili seçildi. 2011’de ise HDP’den Van milletvekili oldu.
Türkiye siyasi partiler tarihine ilk kadın kurucu eş genel başkan olarak geçti. DTP’nin kapatılmasıyla birlikte siyaset yasağı getirilen tek kadın milletvekiliydi. Aysel Tuğluk 2016 yılından beri cezaevinde. Durumu acil olan yüzlerce hasta tutuklu gibi yakalandığı demans hastalığının tedavisi engelleniyor, hastalığı her geçen gün daha da ilerliyor.
Aysel Tuğluk’un demansa yakalanması öyle kendiliğinden ve durup dururken olmadı elbette. Çünkü ağır travmalar yaşayan binlerce Kürt kadınından biri O’da.
Aysel Tuğluk’un yaşam hikayesi, annesiyle ve ailesiyle olan ilişkisi, yaşadıkları belki de bizi onun yaşadığı travmayı anlamaya biraz daha yaklaştırabilir. Belki gasp edilen hakları için biraz daha yüksek ve gür bir ses çıkarılmasına yarayabilir. Ve O’nun şahsında hasta tutukluların sesi biraz daha duyulabilir…
Tuğluk ailesinin en küçüğü
Aysel Tuğluk Dersimli ve 3 çocuklu bir ailenin kızı olarak 1965 yılında doğuyor. İki abisi olan Tuğluk ailenin en küçük çocuğu. Babasının teknisyen olması onları çeşitli kentlere sürüklüyor ve en son Elazığ’a yerleşiyorlar. Tuğluk ailesinin en büyük çocuğu Aytekin Tuğluk 1979'da cezaevinde vurularak öldürülüyor.
Kürt özgürlük mücadelesi verirken tutuklanan Aytekin Tuğluk’u ve hayat hikayelerini bizimle paylaşan Alaattin Tuğluk, şöyle anlatıyor abilerinin öldürülmesini: “Henüz hükümlü değildi, tutukluydu. İlk operasyonlardı bunlar cezaevinde ve abimi kaybettik. O zaman ben 15-16, Aysel de 13 yaşındaydı. Abimden çok daha önce ise babamı kaybetmiştik, o zaman da Aysel 5 yaşındaydı.”
Annesiyle ilişkisi çok özeldi
İlkokul, ortaokul ve liseyi bu acılı yıllarda Elazığ’da okuyor Aysel Tuğluk. Siyasette atılan ve mücadele veren Alaattin Tuğluk da o yıllarda aranır durumda. Birçok hengamenin ardından Alaattin Tuğluk İstanbul'a gidiyor ve üniversitede okumaya başlıyor. Ardından da Aysel Tuğluk ve annesi Hatun Tuğluk’u İstanbul'a getiriyor. Alaattin Tuğluk, “İstanbul'a yerleştik, Aysel de üniversiteye girdi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. İki kardeş olarak ilişkimiz gayet iyiydi. Fakat Aysel'in annemle ilişkisi çok özeldi, çok yakınlardı. Çünkü onlar birlikte büyüdüler” diye anlatıyor o yılları.
Hatun Tuğluk iki kez felç geçirdi
Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk çok genç yaşta evlenen ve 3 çocuk doğuran bir kadın. Eşini kaybettiğinde 28 yaşındaymış. Bir annenin yapabileceği ilk şeyi yapıyor ve çocuklarına daha fazla sarılıyor. Tabii en çok da küçük kızı Aysel Tuğluk’a. Büyük oğlu Aytekin katledilince acısı daha da katlanan Hatun Tuğluk felç geçiriyor ve kalan iki çoğuyla ilgili kaybetme korkusu yaşıyor.
Alaattin Tuğluk, “Annem abimin ölümünden sonra yıkıldı, kısmi felç geçirdi. İstanbul'a gelince biraz düzeldi. Sonra ben yeniden siyasete girince annem yine acılar yaşadı. Üç buçuk yıl cezaevinde yattıktan sonra siyasetten çekildim. Ama o süreçte annem ikinci çocuğunu da kaybediyor duygusu yaşadığı için yine bir kısmi felç geçirdi” bilgilerini veriyor.
Birbirlerini çocuk gibi severlerdi
Bu zor yılların ardından Tuğluk ailesi yaşamına sakin bir şekilde sürdürmeye başlıyor. “Aysel ile olan ilişkim milletvekili seçilinceye, siyasete atılana kadar son derece yakın olarak sürdü. Birbirine sarılan kardeş-abi ilişkimiz vardı. Ama o siyasete atıldıktan sonra pek görüşemez olduk, benim de işlerim vardı” diyerek yaşananları anlatmaya devam eden Alaattin Tuğluk, annesiyle kardeşinin ilişkilerinin o dönem daha da derinleştiğini aktarıyor. Şöyle anlatıyor: “Bende birkaç fotoğrafı var ikisinin, Aysel’in annemin elinden tutuşunu anlatamam. Aysel annemi çocuk gibi severdi, annem de Aysel’i.”
‘Bir pantolonla üniversite bitirdi’
Kardeşi Aysel Tuğluk’u anlatmasını istiyoruz Alaattin Tuğluk’tan. İlk olarak kardeşinin çok fazla konuşan, anlatan biri olmadığını söyleyerek başlıyor sözlerine: “Pek paylaşmaz yaşadıklarını, daha içe dönüktür. Hiç yük olmaz kimseye. Bir pantolonla okul bitirdi, bunu hiç unutmam. Bir kere okuluna arkadaşlarla ziyarete gitmiştim, O’nu uzaktan gördüm. Yine aynı pantolon vardı üzerinde, orada fark ettim. Cumartesi, pazar yıkar, pazartesi yine aynı pantolonu giyerdi. Bir gün, ‘Sana pantolon alacağız’ dediğimde kahkahalarla gülmüş, ‘Yok ya benim ihtiyacım yok, bir pantolon yetiyor bana’ demişti.”
‘Anneme çok iyi baktı’
Aysel Tuğluk’un genellikle akşamları odasına çekildiğini, özellikle siyasete girdikten sonra bunun daha da arttığını aktaran Alaattin Tuğluk, yine de kardeşinin annesini hiçbir zaman ihmal etmediğini söylüyor. Şunları aktarıyor: “Annemle çok ilgilenirdi. Üstünü başını değiştirir, yıkar, saçlarını tarar yatırırdı. Annem yürüyemiyordu, son 15 yılı tekerlekli sandalyede geçti. Annemi yatırdıktan sonra odasına çekilirdi. Aysel nev-i şahsına münhasır bir insandı. Mesela biz onun siyaset hayatında yaşadıklarının bir anını bile ondan duymadık, hiç anlatmazdı.”
‘Cenazede ayakta dahi duramadı’
Annesi Hatun Tuğluk’u kaybettikleri zaman yurt dışında olduğunu fakat aynı gece Türkiye’ye geldiğini söyleyen Alaattin Tuğluk, o gün yaşananları ise şu ifadelerle anlatıyor: “Aysel’i cenazeye geç getirdiler cezaevinden. 7 buçuğa kadar mezarlıkta bekledik onu. Arabadan indirdiklerinde yürüyemedi, yıkıldı. O zaman anladım ben bu acıyı çok ağır yaşayacağını. Fakat yine de böyle hastalanacağını düşünmedim. Ayakta duramıyordu, oturttular, sesli şekilde ağladı. İlk 6 ay yıkılacak ama sonrasında toparlar diye düşündüm. Sonrasında da yaşanmaması gereken o saldırılar oldu. Her şey çok daha kötüleşti.”
Cenazeden bir süre sonra değişti
Cenazenin ardından bir süre sonra görüşe gittiğinde yine karşısında ciddi bir Aysel Tuğluk gördüğünü, eskisi gibi konuştuğunu söyleyen abi Tuğluk, aradan 5-6 ay geçtikten sonra kardeşinin durumunun farklılaştığını paylaşıyor. Şu bilgileri veriyor: “Birdenbire bana bazı konularda yakınmaya başladı, ki hiç tarzı değil. Sonra baktım üç-beş kere aynı soruyu tekrar ediyor. Arkadaşları da bazı gariplikler anlatmaya başladı, işte ayakkabısını ters giymiş, bir-iki kez de düşmüş. Bir açık görüşte de benimle beraber kapıya gelmek istedi. Böyle birçok şey art arda yaşanınca, anladım garip bir şeyler olduğunu. Aramam gereken kim varsa aradım ve yardım istedim.”
‘Annemize saldırı hastalığı tetikledi’
Sonrasında, “Annemize yapılan saldırı tetiklemiş hastalığını, böyle bir şeyi belki ileride de yaşayacaktı ama 70-75 yaşında yaşayacaktı. Yaşadığı travma hızlandırdı hastalığı” sözleriyle, Aysel Tuğluk’un demansa yakalandığının ortaya çıktığını aktarıyor Alaattin Tuğluk.
Kardeşine Kocaeli Üniversite Hastanesi’nde demans teşhisisin konulduğunu fakat sonrasında sevk edildiği adli tıp kurumunun bu teşhisi reddederek Aysel Tuğluk’un hastalığına “ileri derecede depresyon” ismini koyduklarını belirtiyor. Sonrasını şöyle anlatıyor abi Tuğluk: “Tabii ki depresyon değil hastalığı. Avukatımız Reyhan Yalçındağ hanımefendi gerçekten çok ilgilendi, peşini bırakmadı, birçok yere müracaat etti. Hatta ATK süreçlerinde farklı sonuçlar da alındı. Mesela ‘hastalığına kısmen tramva sebep olabilir’ bile denildi. Böyle bir süreç yaşandı.”
‘İnsani koridor istiyorum’
Kardeşi Aysel Tuğluk’a haksızlık yapıldığını ve ortada bir hukuksuzluğun olduğunu vurgulayan Alaattin Tuğluk, tıpkı savaşlarda ve çatışmalarda yapıldığı gibi kardeşi için “Ben bir insanı koridor istiyorum, tedavi edilmesi için” diyor.
Kardeşinin tahliye edilmesini, özgürlüğüne kavuşmasını her şeyden çok istediğini ifade eden Alaattin Tuğluk, “Ama” diyor, “Şu anda benim önceliğim tedavi olmasıdır. Ben de gideyim, onunla birlikte, benim de ayağıma elektronik kelepçe taksınlar. Yeter ki tedavisi yapılsın. Bir gün siyaset hayatına da devam edecektir, biliyorum. Aysel’i zaten durduramazsınız. Fakat önce tedavi olmalı” sözlerini sarf ediyor.
Hastalığının dermanı dışarıda
Aysel Tuğluk’un nasıl bir tedaviye ihtiyacı olduğunu da şu ifadelerle anlatıyor abi Tuğluk: “Bu tedavi cezaevinde olacak bir şey değil. Dışarıda olması, çok fazla obje ve değişik renkler görmesi gerekiyor. Beynindeki yorumlamaların artması şart. Bu hastalıkta kişinin gördüğü nesne sayısını minimumda tutarsanız ve her gün aynı, benzer şeyleri gösterirseniz, hasta aynı sesleri duyarsa olmuyor. Çeşitliliğe, farklılıklara, zenginliğe ihtiyaç var. Düşünün, sinema yok, tiyatro yok, yeni sesler, olaylar yok. Oysa onun dışarı çıkması, soğuktan üşümesi, birisiyle şakalaşması, yemek yapması gibi çeşitlilikte aktivitelerde bulunması lazım.”
‘Benim çok iyi dostlarım varmış’
Aysel Tuğluk’u her hafta görmeye gitmekten hiç vazgeçmeyen Alaattin Tuğluk, Aysel Tuğluk’un hastalığının elverdiği zamanlarda kendisi için yapılan kampanya ve eylemleri duyduğunda verdiği mesajı paylaşıyor: “İlk başta herkese sevgilerini ve selamlarını yolluyor. ‘Benim için zorluk yaşamaları beni üzüyor, yapmasınlar’ diyor. Sonra da ‘Benim çok iyi dostlarım varmış’ diyor.
Herkes hukuktan yararlanmalı
Görüşmemizin sonunda adalet ve uluslararası insani değerlerin uygulanması gerektiğini söylüyor Alaattin Tuğluk. Şu sözlerle bitiriyor konuşmasını: “Bu tür bir zorluğu, hastalığı kim yaşarsa yaşasın göz yummamalıyız. Biz Tuğluk ailesi olarak sıradan bir aileyiz, bizim gibi binlerce aile var. Bizim yaşadıklarımızdan daha kötü şeyler yaşadı insanlar, hala da yaşıyor. Dolayısıyla kardeşimin de cezaevinde olan her hastanın da hukuktan yararlanmasını istiyorum. Doğru olan budur."
Hatun anne öncesi ve sonrası
HDP Muş eski milletvekili Burcu Çelik, tahliye edilmeden önce Aysel Tuğluk ile aynı cezaevinde 2 yıldan fazla kalmıştı. Aysel Tuğluk’u bir de Burcu Çelik’e sorduk, anlattıkları bizi Tuğluk’a biraz daha yaklaştıracak nitelikteydi… Çelik, “Aysel sohbetleri çok derin olan bir insandır” sözleriyle Tuğluk’u anlatmaya başlayan Çelik, şu anlamlı ifadeleri kullanıyor: “Yaşanmışlıkları, deneyimleri, siyasette ve insan hakları alanında yaptığı bütün görevlerin bu sohbetlerde yansımalarını görüyordum. Cezaevi yaşantısı Hatun anneye kadar gayet normaldi. Günlük eğitimlerimiz, okumalarımız ve sohbetlerimiz rutindi, herkes gibiydi. Herhangi bir sorun yoktu. Hepimiz cezaevinde olduğumuzun gayet farkındaydık ve birlikte olmamızın da avantajlı tarafları vardı."
Birdenbire sessizleşti
Peki, Aysel Tuğluk’un hastalığı nasıl fark edildi? Çelik bu sorumuzu da şu anlatımıyla yanıtlıyor: “Aysel normalde az konuşur, öz konuşur. Ama birdenbire çok fazla sessizleşti. Bu sessizlik başka bir sessizlikti. Fiziksel bakımınızdır, günlük yaşantınızda kullandığınız küçük bir tokadır, kolumuzdaki cezaevinde örülmüş bir bilekliktir, Aysel hepsini bıraktı, hiçbir şey istemedi. İsimlerle ilgili çok ciddi unutmaları vardı. Bazen bir bakıyorsunuz eskisi gibi, sonra bir anda 5 dakika önce konuştuğumuz şeyi unutuyor. Unutarak başladı her şey, yavaş yavaş unutarak. Ve ilerledi hızla.”
Büyük bir travma yaşadı
Aysel Tuğluk’un inanılmaz şefkatli ve vicdanlı bir kadın olduğunu söyleyen Çelik, çocuklarla diyaloğunu da ‘benzersiz’ olarak tarif ediyor. Çelik, “Aysel’le dolu dolu bir 2 yıl geçirdik cezaevinde. Dışarıda nasılsak içeride de öyleydik. Mücadelenin içinde olan, neden içeride olduğunu bilen ve mücadelesine devam eden siyasetçi kadınlardık. Aysel de cezaevinde yaşamını aynı şekilde idam ettiren bir kadındı. Şunu diyebilirim; Aysel için artık Hatun anne öncesi ve Hatun anne sonrası diye bir durum var. Onun yaşadığı net büyük bir travma. Annesinin cenazesini topraktan çıkartıp bir şekilde kaçırmak zorunda kaldık, zarar gelmesinden korktuk. Halkımız sahiplendi ve Dersim’e götürdü. Biz bunu görmeyi kaldıramıyorken, o nasıl kaldırsın?” sözlerini kullanıyor.
Çok hasta tutsak var
Son olarak, kadınların kendisi için yaptığı kampanyalara dair Tuğluk’un verdiği tepkiyi de şu sözlerle aktarıyor Çelik: “Çok samimiyetle söylüyorum; o kadar çok çekiniyor, o kadar çok utanıyor ki. Bana, ‘Burcu bu kadar çok hasta tutsak var. Ben kendimle ilgili nasıl bir şey talep edebilirim’ demişti. Evet, Ne yazık ki yüzlerce hasta tutsak cezaevinde ve yakın zamanda birçok insanın cenazeleri çıktı dışarı. Ve Aysel’in de yakalandığı demans hastalığının yaşarken öldüren bir durumu var. Bu yüzden de Aysel’in bir an önce dışarıya çıkması ve tedavi edilmesi gerekiyor. Tek dileğimiz, isteğimiz bu…”
Demans hastası için cezaevi infazdır
Aysel Tuğluk’un yaşadığı ağır travma sonrası yakalandığı demans hastalığının ayrıntılarını bilmeden belki Tuğluk’un durumunu tam olarak anlayamayabiliriz. Bu nedenle demans hastalığını uzmanına sorduk, nedir, ne değildir diye. Nörolog Dr. Emel Gökmen, demans hastalığını şöyle özetledi bize: “Alzhemimer en bilinen demans çeşididir, beyindeki hücrelerde yani nöronlarda yıkım başlamasıdır. Bu yıkım günlük yaşam aktivitelerini etkiler. En bilinen belirtisi, hafızada bozulma olmakla birlikte mesleki performans azalması, sıradan günlük aletlerin kullanılmasında, öz bakım gibi aktivitelerde bozulma ile başlayabilir. Alıştığı ve iyi hissettiği ortamlarda biraz daha rahattır. Ortam değişikliği, mekânsal ve tanımadığı kişiler onun çok kötü hissetmesine, kliniğinde hızlı ve olumsuz ilerlemelere neden olur.”
Acilen tedavi edilmeli
Dr. Gökmen, bu bilgiler ışığında demans hastası olan kişi için acil şekilde yapılması gerekli olanları da şu sözlerle özetliyor:
*Her hastanın hakkı olan sağlığa erişim hakkı Aysel Tuğluk için de sağlanmalıdır. Bunun için bu konuda uzmanlaşmış bir akademik merkezde incelenme, tanı ve tedavisinin düzenlenmesine tıbbi olarak ihtiyacı ve hakkı vardır.
*Bu konuda özelleşmiş bir merkezde ilerleyici bir hastalık olan tablonun bir an evvel netleşmesine, demans için genç sayılan bir yaştaki Aysel Tuğluk’un da hakkı vardır. Acilen infaz ve yargılanmasının ertelenerek ileri bir merkezde yanında tanıdığı, güvendiği kişilerle tetkik ve tedavisine başlanmalıdır.
Bu da bir ölüm cezası
Konuşmasının sonunda ise şu çarpıcı sözleri sarf ediyor Dr. Gökmen: “Bana bir demans hastasını cezaevi koşullarında tutmak nedir diye sorarsanız, ölüm cezası tarihte farklı şekillerde gerçekleştirildi. Damardan verilen madde ile de yapıldı. Cezaevi koşulları demans hastası için damardan yavaş zerk edilerek gerçekleştirilen bir infazdır. Yetkili kişiler bu durumun devamına aracılık ettikleri sürece bu infazı gerçekleştirdiklerini ve sorumlu olduklarını bilmelidirler.”
Kadınların sesini yargı duymuyor
Aysel Tuğluk’un cezaevinden tahliye edilerek tedavi altına alınması için kadınlar aylardır mücadele ediyor.
"Aysel Tuğluk'a Özgürlük için 1000 kadından çağrı” başlığıyla başlatılan kampanyada binlerce imza toplandı, açıklamalar ve eylemler yapıldı, yapılıyor. “Her şey için geç olmadan Aysel Tuğluk için ve onun şahsında tüm hasta mahpuslar için özgürlük istiyoruz" diyen kadınların çağrısı uluslararası kamuoyunda da yankı buldu. Dünyaca tanınan feminist yazar, filozof ve akademisyen Silvia Federici ile feminist yazar ve akademisyen Angela Davis’in, Avrupa Parlamentosu’ndan kadın milletvekillerin duyduğu ve destek verdiği bu çağrıyı, ne yazık ki ne yargı ne de devlet duyuyor…