İllüstrasyonlar: Mezopotamya Ajansı / Murat Başol
Gezi’nin yargılanmasında çıkan cezaların dava süresince politik dayanışmanın zayıflığıyla bağlantısı olduğu fikrinin yaygınlaşmasına rağmen Kobane davasındaki dayanışmanın sınırlılığı politik dayanışma kavrayışımızdaki bariyerleri gösteriyor
Ortaokul çağlarımda okuduğum Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade’sinden kalmış aklımda; hâkim soruyordu “soldan sağa salla bayrağı…” derken ne kastediyordun diye. Soğuk savaş döneminin komünizmle mücadelede NATO konsepti diye anılan askeri diktatörlük yargısının trajikomik hikâyelerini anlatıyordu Sakıncalı Piyade. 13 Mayıs’ta birkaç feminist HDP Kadın Meclisi’nin çağrısıyla, yargılananlar arasında kadın mücadelesinden arkadaşlarımızın da olduğu Kobane Davası’nı izlemeye gittik. Mağduriyeti bir türlü bitmeyen, Komünizmle Mücadele Derneği yıllarından beri Amerikancılığı da tam gaz devam eden siyasal İslamcıların yargısının da 12 Mart’ın antikomünist darbe mahkemelerinden hiç geride kalmadığını gördük.
Bircan Yorulmaz 6 Ekim 2014’ten aylar önce HDP’den istifa ettiğini resmi belgeyle ispat ederken hâkimler ısrarla istifa ettiği HDP’nin MYK’sından da istifa edip etmediğini soruyordu. Bircan’ın istifa ettiği partinin en yetkili karar organında yer almasının mümkün olmadığını sabırla anlatmasına karşılık bir diğer hâkim “ama MYK’dan başka istifa edenlerinki karar defterinde var sizinki yok” diyebiliyordu. Bircan sabırla daha önce onlarca kez anlattığını yeniden anlatıyor ve bir başka kurulda görev almak için sadece MYK’dan istifası söz konusu olsa bunun karar defterine geçilmesinin gerektiğini ama tümden partiden istifa eden bir üye için MYK’nın doğal olarak böyle bir kararı resmi kayıtlara geçmesinin gerekmediğini açıklıyordu. Sonuç, Sakıncalı Piyade’nin hâkimlerininki gibiydi, MYK’dan başka istifalar kayıtlara geçmiş diye ısrar etti hâkim heyeti…
Gültan Kışanak söz aldığında bu sorgulama parodisine tepki gösterdi ve bir savunma yapma ihtiyacı duymaksızın yargılanan diğer arkadaşlarımız gibi davanın siyasal arka planını tartıştı. Sebahat Tuncel ile birlikte 2016’dan beri süren Malatya’daki mahkeme oturumlarında yaptığı gibi; AKP’nin ve yargısının kadınların kurtuluş mücadelesini nasıl hedef aldığını, erkekleri ve erkeklik değerlerini güçlendirmenin bir parçası olarak Kürt kadın hareketiyle başlayan saldırı politikalarını şimdi feminist harekete ve LGBTİ+ harekete yönelttiğini açıkladı. Erkek devletin anatomisini ve kadın kurtuluş mücadelesinin neden/nasıl hedefe konduğunu anlattı.
Dönüp geriye baktığımızda, 2016’da tutuklanan Gültan ve Sebahat’ın Malatya’daki duruşmalarda sık sık ifade ettikleri, kadınların özgürlük mücadelesinin önünü kesmek için Kürt kadın hareketine ve kazanımlarına saldırıldığına ilişkin analizlerinin bu altı yıl içinde defalarca doğrulandığını görüyoruz. Kürt halkının seçme seçilme hakkını gasp ederek atanan kayyumların ilk işlerinin belediyelerin kadın merkezlerini, kadın müdürlüklerini, danışma merkezlerini, Kürt kadın hareketinin demokratik kitle örgütlerini, KJA’yı vd. kapatmaları, ilerleyen dönemde bütün ülkedeki kadın mücadelesine saldırılacağının göstergesiydi ama bunu yeterince göremedik. Kürt kadın hareketinden çok sayıda arkadaşımızın yargılandığı davaların politik anlamını İstanbul’da Ankara’da İzmir’de yeterince duyamadık, TJA sözcüsü feminist yol arkadaşımız Ayşe Gökkan’ın 30 yıl, 2019’da tecridi bir nebze olsa da direnişiyle kıran Leyla Güven’in 22 yıl ceza aldığını yeterince duymadığımız gibi. Türkiyeli feministler ve kadın hareketi olarak. LGBTİ+ onur yürüyüşlerine konan yasaklarla yükseltilen homofobik ve transfobik nefretin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış için temel yapılacak gerekçelerden biri olacağını yeterince fark etmedik. Diyarbakır’da yapılan her eylemeden sonra TJA’lı arkadaşlarımız gözaltı ve tutuklamalarla yıldırılmaya çalışıldığında Taksim’de feminist gece yürüyüşlerinin de yasaklanmaya başlayacağını göremedik; Selis ve Gökkuşağı kapatıldığında sıranın er geç KCDP’ye geleceğini de keza.
Kadınların erkek şiddetine karşı dayanışmasını örgütlemek üzere kurulan kadın danışma merkezlerinin ve 7/24 çağrı hatlarının kayyumlarca kapatılmasının İstanbul Sözleşmesi’nden topyekûn çıkışın ilk adımları olduğunu göremeyişimiz ve gerekli politik dayanışmayı en başında örgütleyemeyişimiz gibi…
Pandeminin bitişi, yaz aylarının gelmesiyle başlayan festival sezonuyla ortaya çıkan konser yasakları insanların gündelik hayatına yönelen milliyetçi-İslamcı müdahalenin gelecekte alabileceği hali de gösterdi. Kürtçe söylemesi sebebiyle Aynur Doğan’ın konserlerinin yasaklanmasında yükselen faşist histerinin devletten makbullük onayı almayan her kesimden sanatçıya kadar uzanacağı ortaya çıktı: Apolas Lermi, Niyazi Koyuncu, Metin-Kemal Kahraman ve Melek Mosso vd. Oysa Nudem Durak sadece Kürtçe şarkı söylediği için 19 yıl ceza aldığında görmeliydik gelecek olanı. Hani belki Nudem’i bilemedik yeterince İstanbul’da İzmir’de, ama biz yıllardır yüzbinlere ücretsiz konser veren Grup Yorum’un konserlerinin yasaklanmasının bugünlerin yolunu açtığını da göremedik, Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’e rağmen. Ve şimdi açlık grevinde süzülmüş yüzündeki kocaman gözleriyle bize bakıyor Helin her konser yasağında…
Gezi isyanındaki mücadele arkadaşlarımızın 18’er yıl hatta Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet cezası almasının ardından Canan Kaftancıoğlu’nun yaklaşık beş yıl ceza almasıyla bir kez daha sorduk sıra kimde diye. Hep birlikte isyan ettiğimiz Gezi’de hepimizin adına yargılanan arkadaşlarımıza mahkemelerde yeterince sahip çıkamadığımız için de belki bu kadar yüksek cezalar vermeye cüret edebildi AKP yargısı. Tıpkı Kobane’nin değil IŞİD’in düşmesini mümkün kılan direnişin bir parçası olarak öne çıkan HDP’ye açılan kumpas davasına yeterince sahip çıkamadığımız için arkadaşlarımızın onlarca kez ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla karşıya kalması gibi. Kobane düşmediği için bu ülke halkları IŞİD karanlığına teslim olmadı, büyük dalgası dinmiş de olsa Gezi’nin ruhu hâlâ yaşadığı için AKP-MHP iktidarına direniş sürüyor ve bu bağı görerek inşa edilecek bir politik dayanışmanın gelecek günlere yönelik umut ışığını büyütmeye aday olabileceğini fark etmek gerekiyor. Tabii tüm özgürlük mücadelelerini sindirmek için açılan davalarla yargının AKP’nin siyasal operasyonlarının en önemli aparatı olmasından bahsederken devrimci gülüşüyle Ebru Timtik’in bize baktığını unutmadan.
Gültan Kışanak 13 Mayıs’ta Kobane Davası’nda AKP iktidarının tüm özgürlük mücadelelerinin yanı sıra bu mücadelelerdeki kadınlara özel olarak düşmanlık politikası geliştirdiğini anlatırken Canan Kaftancıoğlu’nun aldığı cezanın da bu kadın düşmanlığı politikasının bir parçası olduğunu söyledi. Tam da bu yüzden dayanışmanın karşılıklılığı hiç söz konusu olmamış olsa da AKP iktidarının kadın düşmanı politikaları karşısında Canan Kaftancıoğlu’na dayanışma duygularını iletmek istediğini ekledi. Gezi’nin yargılanmasında çıkan cezaların dava süresince politik dayanışmanın zayıflığıyla bağlantısı olduğu fikrinin yaygınlaşmasına rağmen Kobane davasındaki dayanışmanın sınırlılığı ister istemez politik dayanışma kavrayışımızdaki bariyerleri gösteriyordu aslında. Bariyerlerin aşılamadığı bir politik dayanışmanın AKP karşısında seçimleri beklemeyi aşan topyekûn bir özgürlük mücadelesinin önünü de kestiğini görerek; Ayşe’ye, Mücella’ya, Gültan’a, Mine’ye, Leyla’ya, Çiğdem’e, Zeynep’e, Nuriye’ye, Figen'e, Sebahat’a birlikte sahip çıkarak ve her bir cezaevi önü eyleminde Aysel Tuğluk’u hatırlayarak örmek gerekiyor galiba dayanışmayı…
* Firdevs Hoşer politik dayanışmanın bariyerleri kavramını, birkaç bağımsız feminist, arkadaşlarımızla dayanışmak için Kobane Davası’nı izlemeye gittiğimizde, bu davanın/davaların yalnızlığının politik dayanışma anlayışındaki bariyerlerden kaynaklandığını, meselenin kim zaman ayırıp da mahkemeyi izlemeye geldi-gelmedi tartışmasının çok ötesinde olduğunu söylediği analizinde kullandı ve ben de bu analize çok katıldığım için bu kavramla fikirlerimi ifade etmek istedim.